17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Üreme CBT 1489/ 2 Ekim 2015 11 ÇOCUK SAHİBİ OLMAK NİMET Mİ, KÜLFET Mİ? Batılılar niçin çocuk yapmaya yanaşmıyor? Batılılar son yıllarda çocuk yapma konusunda ayak sürüyor. Bu isteksizliğin belli başlı nedenleri ekonomik açıdan bütçeye hatırı sayılır bir yük getirmesi, meslek sahibi kadınlara ayak bağı olması, çocuğun karbon ayak izinin çevre kirliliği yaratması... Ayrıca son 50 yıldır yapılan araştırmalara göre çocuk sahibi olmak ile mutluluk arasında negatif bir ilişki bulunuyor. Ne var ki yeni çalışmalar cocuğun kendisinin mutsuzluk yaratmadığını, mutsuzluğu dış faktörlerin yarattığını ortaya koyuyor. Kadınlar anne olmayı niçin bu kadar çok istiyor? Bazı psikologlara göre insanlar doğru karar almayı beceremezler. ”Genel olarak insanlar kendilerini neyin mutlu edeceğini tam olarak bilemezler” diye konuşan Warwick Üniversitesi’nden ekonomist Andrew Oswald, “İnsanlar bir kez çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde bu kararlarından vazgeçmezler. Bunun yanlış bir adım olduğunu kabullenmezler. Doğru yaptıklarına kendilerini inandırmakta insanların üstüne yoktur” diyor. Bilişsel eğilimlerimiz de bu konuda etkilidir. London School of Economics’ten ekonomist Nattavudh Powdthavee, “Geriye dönüp deneyimlerimize bir göz attığımızda çocuğumuzun ilk gülüşü gibi en duygusal anları anımsarız. Bu olguya odaklama yanılsaması adını veriyoruz. Bu zihinsel yanılsamaya bağlı olarak çocukların veya diğer başka şeylerin bizleri ne kadar mutlu ettiği konusunda kendimizi kandırıyoruz” diyor. Üreme arzusu doğuştan gelen bir dürtü müdür? Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden antropolog Susan Hrdy’ye göre çocuk istemek, içgüdüsel değil kültürel bir reaksiyondur. “Darwinci doğal seçilim, ‘benim çocuk sahibi olmam lazım’ dedirten bir olgu değildir. Geçmişte yumurtlama olanağı sağlayan yeterli yağa sahip olan her dişi hamile kalabiliyordu. Seçilim, yeterli miktarda yağa sahip olabilmek için yerel kaynaklara sahip olma konusunda itici bir güç oluşturuyordu” diyor. Çocuk dünyaya geldiğinde bir sonraki içgüdü bebeği beslemekle ilgilidir. Hrdy bu konuda şöyle konuşuyor: “Bir dişi bebeği istemek zorunda değil. Ama bir kez anne olduysa, doğal süreçler bebek ile arasında çok sağlam bir bağ kurulmasını sağlar. Bilinmelidir ki doğanın çocuk sahibi olmamız konusunda yaptığı tek şey cinsellikten büyük zevk almamızı sağlamaktır.” ve yanıtlanamayan 10 SORU FİZİK Dünyanın en gelişmiş beyinleri, evrenin doğuşundan maddenin gizemlerine dek doğanın en temel sorularının yanıtlarını henüz bulmuş değil. New Scientist dergisinin bunların arasında seçtiği 10 soru bugün fizikçilerin üzerinde en fazla durduğu konuların başında geliyor. Her hafta bu sorulardan birine dergimizde yer vereceğiz: B atılı ülkelerde giderek daha fazla sayıda insan çocuksuz kalmayı tercih ediyor. Örneğin İngiltere’de 44 yaşındaki her 5 kadından biri çocuksuz. ABD’deki tablo bundan farksız. Ve 1970’lerden bu yana çocuksuz kadınların sayısı iki katına ulaşmış durumda. Çok sayıda insan istese de çocuk sahibi olamazken, bazıları da bir zamanlar kadın erkek birlikteliğinin kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirilen üremeyi açıkça reddediyor. Bu aslında şaşırtıcı bir sonuç değil. Çocuk sahibi olmanın çok sayıda olumsuz etkileri var; bütçeye hatırı sayılır bir yük getirmesi, meslek sahibi kadınlara ayak bağı olması, dünyaya gelen her bireyin çevre kirliliğine katkıda bulunması gibi. Son yapılan araştırmalarda da görüleceği üzere çocuğun annenin sağlığını ve mutluluğunu olumsuz etkilemesi de cabası… Gerçekten genel tablo bu kadar iç karartıcı mı? nümüzün popülasyon ve tüketim trendlerinin sürmesi halinde 2030 yılında insanlığı beslemek ve barındırmak için Dünya büyüklüğünde bir Dünya’ya daha ihtiyaç duyulacak. Ünlü çevreci Bill McKibben, çocuk sahibi olurken büyük tereddütler yaşadığını, sonunda bir taneye karar verdiğini Maybe One: A case for smaller families isimli kitabında anlatıyor. İnsan Soyunu İsteyerek Tüketmek adı verilen başka bir hareket de sürdürülebilir bir geleceğin ancak insansız olacağını savunuyor. Bunun için de insanların artık çocuk yapmaması gerekiyor. Bütün bu olumsuzluklar ne yazık ki günümüz insanının hissettikleri. Zengin Batı’da çocuklar mali açıdan aile bütçesine devasa bir yük bindiriyor. Ortalama bir orta sınıf Amerikan ailesi çocuk başına 18 yaşına kadar yaklaşık 245.340 dolar harcıyor. İngiltere’de ise çocuk yetiştirmenin maliyeti 2003 yılına göre % 63 oranında artmış. İtalya’da Milano Üniversitesi’nden ekonomist Luca Stanca bu durumu açık sözlülükle şöyle açıklıyor: “Yalnızca ekonomik açıdan bakıldığında, rasyonel bir kişi için optimal çocuk sayısı SIFIRDIR.” EKONOMİK AÇIDAN ÇOCUK ÇEVRESEL AÇIDAN ÇOCUK Çocuk yapma kararı verirken, mali yükümlülükleri göz ardı ettiğinizi düşünelim. Peki dünyaya gelen her çocuğun çevre üzerinde oluşturacağı kirliliğe ne diyeceksiniz! Oregon Eyalet Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmaya göre karbon emisyonunu azaltmak için otomobil yerine bisiklet kullanmanın yaratacağı kazanç, bir çocuğun dünya üzerindeki karbon ayak izinin 20 katından daha az. Birleşmiş Milletler çevre uzmanlarının tahminlerine göre gü Genel kanının aksine çok sayıda araştırma çocuk sahibi olmanın aslında mutluluğu artırmadığını gösteriyor. Hatta mutluluğu azalttığı bile söylenebilir. İngiltere’de Warwick Üniversitesi’nden ekonomist Andrew Oswald, “Bilimsel gözlemlerin büyük bir çoğunluğu çocuk yapmanın olumsuz etkisi olduğunu veya hiç etkisi olmadığını gösteriyor” diyor. Çalışmalardan birine göre çocuk sahibi olmak çiftlerin cinsel yaşantılarını olumsuz etkiliyor; uykusuzluk ve depresyona yol açıyor. Sonuçta evliliklerin yıpranmasını hızlandırıyor. Princeton Üniversitesi’nden psikolog Daniel Kahneman’ın sıklıkla atıfta bulunulan bir çalışmasına göre çalışan bir annede olumlu duygular uyandıran 19 ev işi içinde çocuk bakımı 16. sırada yer alıyor. 2015 yılında Londra Üniversitesi’nden Daniel Hamermesh ve ekibinin 14 bin Avusturyalı ve Alman çift üzerinde sürdürdüğü bir çalışmasına göre annelerin doğumdan sonra stres düzeylerinde çok büyük bir artış olduğu görülüyor. Bu artış babalarınkinin 3 misli. Ve bu stres her yıl artıyor. Çalışma, bebekler 4 yaşına gelince sonlandırıldığı için devamında ne olduğu bilinmiyor. MUTLULUK VE ÇOCUK istemezse, türünüzü nasıl devam ettireceksiniz?” diye soruyor. 2012 yılında Lyubomirsky’nin ekibi Psychological Science dergisinde yayımladıkları bir çalışmada çocuk sahibi olmanın erkekleri (kadınları değil) mutlu ettiğini ileri sürüyor. Bu çalışmanın özellikle basından büyük ilgi gördüğünü tahmin etmek zor değil. Ne var ki bazı bilim insanları bu sonucu sorgulamaya başladılar. Carnegie Mellon Üniversitesi’nden Saurabh Bhargava 2014 yılında aynı dergide bir eleştiri yayımladı. Eleştiriye göre çocuklu evli çiftleri, çocuklu evlenmemiş çiftlerle karşılaştırmak doğru değildi, çünkü “mutluluğu arttıran faktörler söz konusu olduğunda en büyük etkiyi evlilik yaratır.” ki korelasyonun ortadan kalktığını keşfettiler. Bütün bu sonuçlar ana babalık ve mutluluk arasındaki ilişkinin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Riverside’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden psikolog Sonja Lyubomirsky, bu siyahbeyaz tabloda bir anormallik olduğunu düşünüyor. “Anne baba olmanın insanları mutlu etmemesi anlamsız” diye konuşan Lyubomirsky, “Eğer kimse çocuk yapmak ÇOCUĞUN VERDİĞİ MUTLULUK ERKEKLERDE DAHA FAZLA 2014 yılında Princeton Üniversitesi’nden Angus Deaton ve Stony Brook Üniversitesi’nden Arthur Stone “Çocuklu insanların çocuksuzlardan daha mutlu oldukları doğru mu? İşte biz bu sorunun yanıtını araştırdık. Ve bulduğumuz sonuç ‘evet’ çıktı.. Ama çocuklu insanların, çocuksuzlardan farklı bir yapısı vardır. Bir kere ekonomik koşulları, dini inançları ve benzeri bir takım şeyler farklı olabilir” diye konuşuyor. Deaton ve Stone bu değişkenleri kontrol etmeye kalkıştıklarında çocuklar ve mutluluk artışı arasında ÇOCUKLU AİLELER DAHA MI MUTLU? Bu sorunu halletmenin bir yolu da aynı kişileri doğumun öncesinde ve sonrasında incelemek. Bu şekilde yürütülen çalışmalar ortaya şöyle bir tablo çıkartıyor: “Çocuklar insanları mutsuz yapar” klişeşi aslında doğru değil; gerçek tablo bundan çok daha karmaşık. Stanca, son yaptığı çalışmalarda ana baba olmanın mali koşullardan bağımsız olarak insanların mutluluğunu arttırdığını keşfetti. Ne var ki insanların pek çoğu, çocuklarla ilgili masraf artışlarından o kadar büyük kaygı duyuyor ki, ebeveyn olmanın getirdiği ilave mutluluğun tadına varamıyor. Stanca bu konudaki görüşlerini şöyle özetliyor: “Çocuklar mutluluğumuza mutluluk katar. Yeter ki onlara rahatlıkla bakacak ve yetiştirecek kadar paramız olsun.” PARASAL KAYGILAR MUTLU OLMAYA İZİN VERMİYOR Anne babanın yaşı da bu bağlamda önemli. Almanya, Max Planck Enstitüsü’nden Mikko Myrskyla ile Western Ontario Üniversitesi’nden Rachel Margolis’in birlikte yürüttüğü bir çalışmaya göre, 30 yaşından genç insanların çocuk sahibi olması, ortalama olarak, mutluluklarını azaltan bir EBEVEYNLERİN YAŞI DA ÖNEMLİ etki yaratıyor. 3039 yaşları arasında mutluluk üzerindeki etki nötr durumda kalıyor. 40 yaş ve üzerinde ise bu etki olumluya dönüyor. Bilim insanları bu sonuçları şöyle değerlendiriyor: Çocuk sahibi olmak mutluluk açısından uzun vadeli bir yatırımdır. Nerede yaşandığı da önemli. 2029 yaşları arasındaki ebeveynleri çocuk sahibi olmak, olumsuz yönde etkiliyor. Ancak Margolis ve Myrskyla’nin çalışması, İsveç ve Japonya ve Fransa gibi sosyal yardım sistemlerinin tatminkâr düzeylerde seyrettiği ülkelerde bu olumsuzluğun büyük ölçüde giderildiğini gösteriyor. 40 yaşının üzerindeki en mutlu ebeveynler Rusya ve Polonya gibi eski sosyalist devletlerde yaşıyor. Bunun nedeni yaşlıların bakımını devletin değil ailelerin yükleniyor olması. Dolayısıyla çocuklar ileri yaşlardaki anne babalar için bir nimet olarak değerlendiriliyor. İngiltere gibi sosyal yardım sistemlerinin pek de cömert olmadığı ülkelerde ilk çocuğun doğumu mutluluk düzeyinde az da olsa azalmaya yol açıyor. Gerçekten de çocuklu ve çocuksuz ailelerin mutluluk düzeylerini tek bir ülke içinde karşılaştırmak bir nevi küresel barometre vazifesi yapıyor. Wake Forest Üniversitesi’nden sosyolog Robin Simon’ın şu anda değerlendirilme aşamasında olan bir çalışması, 22 ülkedeki çocuklu ve çocuksuz ailelerin mutluluk düzeyleri arasındaki uçurumu inceliyor. ABD’de bu uçurum diğer ülkelerden daha derin; çünkü sosyal yardım sistemleri diğer ülkeler kadar cömert değil. Simon ABD’deki sistemi şöyle değerlendiriyor: “Amerika’da çocuk sahibi olmak felaket gibi bir şey. Federal hükümet doğum yapan kadınlara doğumdan sonra ancak 6 hafta izin veriyor. Ve bu dönemde ücret de ödemiyor. Kısaca yeni anne baba olmuş çiftlere devlet en ufak bir yardımda bulunmuyor.” Anne baba olmanın insanlara sağladığı iyilik hali aslında piyango gibi. Çocuğun kendisi mutsuzluk yaratmaz, mutsuzluğu dış faktörler yaratır. Eğer • Evliyseniz • Maddi olanaklarınız çocuğu rahat yetiştirmenize izin veriyorsa • Kuzey Avrupa ülkelerinden birinin veya sosyal yardım sistemlerinin cömertçe dağıtıldığı bir ülkenin vatandaşı iseniz Çocuk mutluluk kaynağıdır. Bu karamsar tabloya karşın, insanların çoğu çocuk sahibi olmaya can atıyor. Simon’a göre bunun çözümü anne baba olmanın nimetlerinden yararlanabileceğimiz bir toplum yaratmaktan geçiyor: “Çocuk aileye neşe ve taze bir soluk getirir. Ne var ki çocuk sahibi olmanın neden olduğu stres bu neşeye gölge düşürüyor.” Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 5 Eylül 2015 MUTSUZLUĞU YARATAN ÇOCUK DEĞİL Bugün uzayın niçin genişlediğini açıklayan en iyi kuram big bang’dir (büyük patlama). Bu kurama göre her şey 13.8 milyar yıl önce büyük bir patlama ile oluştu. Kozmologlar olayı, ilk başlangıç noktasına (saniyenin çok küçük bir bölümü) inebilecek kadar geriye sarmayı başardılar. Ancak o noktanın ötesine geçemiyorlar. Burada sorun, uzayzaman, özellikle kütleçekimi ile ilgili açıklamaların Einstein’ın genel görelilik denklemine dayandırılıyor olması. Oysa erken evrenin aşırı koşulları ancak kuantum mekaniği ile açıklanabilir. Bizi ilk patlamanın ötesine götürmek için bu iki kuramın arasında bir köprü oluşturmak gerekiyor; ancak bunun nasıl yapılacağını şimdilik bilinmiyor. Bir kere şu iki soru henüz yanıtsız: 1) Zaman big bang ile mi başladı? 2) Big bang’den önce başka bir dönem var mıydı? Bazıları evrenin yeterince geriye sarılması durumunda zamanın duracağını ileri sürüyor. Waterloo’daki Perimeter Kuramsal Fizik Enstitüsü’nden Lee Smolin bu görüşü kabullenmiyor: “Bu kulağa hoş gelen bir açıklama ama yeterli kanıtı yok. Aslında evrenin bir başlangıç noktası olduğu fikrini tamamen terk etmek gerekiyor. Tek beklentimiz evrenin bugünkü haline nasıl geldiği ile ilgili bir açıklama getirebilmek.” Bir diğer olasılık da big bang yerine bir zıplama olasılığı üzerinde durmak. Bu senaryoya göre evreni geriye sarmak bizi sonsuz küçük bir uzayda sonsuz bir kütleye götürmez. Tam tersi, bizi hayal edilemeyecek kadar sıcak, yoğun önceki evrenin bitiş noktasından çıkartıp, hayal bile edilemeyecek ölçüde sıcak, yoğun bugünkü evrenimizin başlangıç noktasına götürür. Big bang’den önce bir şeylerin olduğunu kabul etmek, evrenin yaşam için uygun hale nasıl geldiği açıklamasına da kapı aralar. Aksi taktirde, ya mükemmel olduğunu varsaydığımız evrenimizin bir şans olduğunu ya da sonsuz sayıdaki evrenlerden biri olduğunu kabul etmemiz gerekir. Belki de big bang’imizin çok sayıda big bang’lerden biri olduğunu kabul edeceğiz. Bazı bilim insanları evrenimizin köpürmekte olan bir evren denizindeki bir balonun patlamasıyla ortaya çıkmış olabileceğini ileri sürüyor. Bu fikir bir başlangıç noktası olduğunu varsayıyor, ama sonsuza dek devam eden çoklu bir evren kavramını da beraberinde getiriyor. Bunu bir gün bilebilecek miyiz? Smolin bunun kanıtlarını yakında kozmik mikrodalga geri planında –erken evrenin yaydığı radyasyon göreceğimizi düşünüyor. Kütleçekimsel dalgalar olarak bilinen uzayzaman dalgacıklarının sıçramadan sonra yok olmamış olması da bir olasılık. Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 5 Temmuz 2015 1 BİG BANG’DEN ÖNCE NE VARDI?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle