Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİKBİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com EKONOMİ Toplumumuzda kültür ve medeniyet açısından bir uçurum ve giderek derinleşen bir uçurum var. Teknoloji ve Toplum Mühendisliği Köşesinde bana yer açmak inceliğini gösteren Aykut Göker’in tespiti çok yerinde. Toplumumuzda giderek büyüyen bir kültür uçurumu var. Üstelik bu uçurum, düşmanlaşma yaratma noktasında. Dinlediği bir Klasik Batı müziği parçasını tanımasa bile “tam da Lizst üslubunda ama çok Macar motifleri var” diyebilen biri, Arabesk ile doğmuş büyümüş olanlara “âdeta gavur gibi” gelebilir. Kültürler farklı. Ama insanlar yan yana, iç içe yaşamaktalar. Birbirlerinin kültürlerine saygı duymalılar. Klasik Batı müziğini, “tarz” ile ayırt edebilme yetisine ulaşmış biri de, Arabesk dinliyor diye bir başkasını kınamamalı. Farklı kültürlere sâhip olanlar, bir diğerini anlamaya çalışmalılar. Devlet, eğer bu konuda bir şey yapacaksa, aradaki uçurumu kaldırmak adına, önce, uçurumun iki yakasındakilerin bir diğerini aşağılama alışkanlığını yumuşatmalı, sonra da arada köprüler kurmalı. Bu iş üçüncü köprüyü ihale etmek kadar kolay değil. Üstelik, kanımca, yöneticilerimizin bundan çok daha önemli işleri var. Uçurum falan pek ön planda değil. Medeniyetler çatışması veya ittifakı gibi konular siyasanın ele aldığı bir konu oldu. Konunun uzmanı değilim, ama kulaklarımla duyduğum iki yakınışı paylaşmak isterim: “Bu civarda medeni olarak denize girebileceğimiz başka bir yer de yok ki?” Yakınan, üzerine odaklanmış gözler altında kalmadan bikinisi ile denize girebilme özgürlüğünü yaşamak isteyen bir İstanbul’lu. Yer, Riva. Toplumumuzun bir kesiminde “bakışları ile taciz etme özgürlüğü” anlayışı var ki, işte medeniyet yoksunluğu orada kendini gösteriyor. Beterin beteri var, yolun kenarına dikilmiş laleleri “yolan” başörtülü bacımızın, birinin uyarısına karşı “Ne yâni, benim çalma özgürlüğüm yok mu?” yakınması ise, “sözün bittiği yer”: Çalma özgürlüğü / medeniyet ?! Dostum, 12 yaşındaki Mustafa diyor ki, “Bana tabletimi, hızlı internet bağlantımı, odamı, yatağımı, tuvaletimi verin, arada gidip yemek yiyebileceğim bir de mutfak olsun. Hayattan başka bir şey istemem”. Onu buna iten, her şeyi ona tablet ekranından vermeyi vaat eden ise “teknoloji”. Kültürel ve medeni uçurum, teknolojinin yarattığı bu sonuçtan nasıl etkilenir? Kendi küçük dünyasını yaratıp, kendini oraya hapsetmek, uçurumu kapatmayı kolaylaştırır mı yoksa olanaksızlaştırır mı? Beklentim o ki, Mustafa, gençlik yıllarında sosyal ve kültürel gereksinmeler duyacak ve çevresi ona bunu verebildiği için, kendini medeniyet ve kültür açısından geliştirecek. Peki ya çevresi onu yönlendiremezse? O zaman, “uçurumun karşı yakasında kalacak”. Ebeveynlerin “iyi okul” arayışı da bu yüzden. İçimden, “Aman FATİH projesinin tabletleri bu sonucu doğurmasın” dedim. İngiliz ve Fransız dostlar alınmasın, bu yalnızca bir fıkra: Fransa kralı falanca Lui, aralarındaki barış döneminde, İngiliz kralı filanca Henry’yi ziyarete gitmiş. Karşılama törenleri derken, akşam olmuş, konuk kral onuruna yemek var. Aşçılar, nar gibi kızarmış domuzu sofraya getirmişler. Henry, uzanmış, domuzun budunu kavramış, koparıp Lui’nin önüne koymuş (ikram etmiş). Sonra söylev, kadehler kalkmış ve yemek başlamış. Henry bakmış, Lui cebinden ucunda üç sivrisi olan bir sopa çıkartmış, ete onu batırıyor, bıçakla kestiği parçayı onunla ağzına götürüyor. Lui’ye dönmüş: “O nedir?” demiş. Lui yanıtlamış: “Biz buna çatal deriz, yemekte bunu kullanırız”. Henry, çatalı almış incelemiş, yardımcısına dönmüş, buyurmuş: “Bunun bu ülkeye girmesine asla izin verilmeyecek. Bizimkiler bunu ellerine geçirirlerse, yemekte değil, birbirlerini şişlemekte kullanırlar!”. Teknoloji şişedeki cin gibidir. Şişeyi açmadan toplumu buna hazırlamak gerek. Ama uçurumlar var, bunları kim, nasıl aşacak? Türkiye, Küresel Kriz ve Kırılganlık 2008 yılında başlayan dünya ekonomik krizi aradan 6 yıl geçmesine karşın henüz atlatılmış değil. Yakın bir gelecekte atlatılacağına ilişkin güçlü kanıtlar da bulunmuyor. Bu yazıda önce küresel kriz değerlendirilip gelinen nokta tartışılacak, izleyen satırlarda ise Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı gelişmekte olan büyük ekonomilere (seçilmiş) ilişkin kırılganlık göstergeleri incelenecektir. B.Ali Eşiyok, BayramAli.Esiyok@kalkinma.com.tr M CBT 1434 8 /12 Eylül 2014 etropol ülkeler 1970’li yılların ortasından itibaren yaşadıkları krizi (kapitalizme içkin kâr oranlarındaki düşüş eğilimini), finanslaşma yoluyla aşma stratejisini uygulamaya koyuyor. Ancak Grafik: Düşük ve Yüksek Gelirli Ülkelerde Büyüme Oranları (%) finanslama süreci Kaynak: Dünya Bankası veri tabanı. 19941995 Türkiye ve Meksika krizleri, Mekbu kez rel üretimde kopuk türev piyasaların yaygınlaşmasına ve sika krizinin “tekila etkisi”altında diğer Latin reel üretimin çok üzerinde bir finansallaşmaya Amerika ülkelerini etkilemesi, 19971998’de (2013 yılı itibarıyla dünya GSYH’si 73.9 milyar önce Doğu Asya ülkelerine başlayan ve sonradolar düzeyinde gerçekleşirken, türev ürünleri sında Rusya, Türkiye ve Latin Amerika’yı etkinin dünya GSYH’nın 10 katına çıktığı görülü leyen kriz ve 20012002 krizi bu krizler arasında sayılabilir. yor) neden oluyor. Kapitalizmin 1970’li yıllarda karşılaştığı sistemik krize karşı geliştirilen finansal birikime KÜRESEL KRİZDE GELİNEN dayalı neolberal politikalar, kapitalizmin en NOKTA: HİÇ İÇ AÇICI paraziter sınıfını oluşturan ve Keynes’in öta DEĞİL naziye tabi tutulmasını önerdiği mali sermayeEkonominin genel performans yapısını yi hegemonik bir konuma getirirken, üretken ortaya koyması açısından öncellikle büyüme olmayan sermayeyinin iktisat politikalarına oranlarının incelenmesi gerekiyor. Düşük ve egemen olması sonucunda kalkınmanın (üreti yüksek gelirli ekonomilere ilişkin kriz önceci güçlerin) dinamikleri tahrip ediliyor. Başka si ve sonrası yıllara ilişkin büyüme oranlarını bir anlatımla, ekonomide yaşanan finanslaşma gösteren grafik incelendiğinde, yüksek gelirli ve bu finanslaşma sonucunda mali piyasalarda metrepol ülkeleri baz etkisiyle 2010 yılında %3 artan karlılık, reel sektörü de spekülatif finansal oranında büyürken, izleyen yıllarda büyüme faaliyet arayışlarına yönlendiriyor ve reel kesi oranlarının düştüğü ve durağanlığa sürüklendimin de finanslaşmasına neden oluyor. ği görülüyor. Türkiye gibi geç kapitalistleşen çevre ülkeBuna göre 2013 yılındaki büyüme oranı lerin 1980’li yıllarda (kimi Latin Amerika ülke yüksek gelirli ülkelerde 2007 yılı büyüme oraleri daha önceki yıllarda) dünya ekonomisine nının 1.6 puan altında bulunuyor. Düşük gelirli eklemlenme süreci, henüz sanayileşme sürecin ülkeler 20102012 döneminde ortalama %6.3 de derinleşmeden hızla finanslaşmalarına ve oranında büyürken, 2013 yılında düşük gelirli finanslaşma ile birlikte artan krizleri gündeme ülkelerdeki büyüme oranının bir önceki yıla getiriyor ve kalkınma sürecinde tökezlemeleri göre aşınarak %5.8’e gerilediği anlaşılıyor. Düne neden oluyor. Metrepol ülkelerde türev pi şük gelirli ülkelerdeki büyüme oranının görece yasalara ve borsaya dayalı bir finanslaşma öne daha iyi olduğu, ancak krizin etkilerinin bu kaçıkarken, Türkiye gibi geç kapitalistleşen/çevre tegoride de sürdüğünü belirtmek gerekiyor. ülkelerde ise devlet iç borçlanma senetlerini ve Özellikle Fed’in parasal genişleme politikauluslararası piyasalarda işlem gören finansal de sı (Fed’in krizin başlangıcında 500 milyar dolar rinleşmeyi gündeme getiriyor. olan varlık stoku, krizle birlikte hızla artarak 2007 yılının ikinci yarısında ABD’de başla 3.6 trilyon dolara kadar yükseliyor) çevre ekoyan ve sonrasında tüm dünyayı etkileyen 2008 nomilerde büyüme oranlarının metropol ülkeküresel ekonomik krizinden önce uygulanan lere göre daha yüksek gerçekleşmesine neden finansal sermaye akımlarına dayalı politikalar olmuş, dövizi ucuzlatıp ithalatı tetikleyerek iç sonucunda Türkiye’nin de içerisinde yer aldı talebe dayalı kırılgan ve spekülatif yönü ağır ğı çevre ekonomiler krizden krize savruluyor: basan bir büyümeyi gündeme getirmiştir. Bu