Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Meralar yok ediliyor Mümtaz Başkaya baskaya@superposta.com Üniversitelerde Bütünleme Sınavları: K öy ve kasabalarda sürdürülen hayvancılık, yok olma sinyallerini veriyor. Bu durumun ülkemize özgü birçok nedeni var. Bunlardan birisi de meraların yok edilmesi gerçeği. Hepimizin bildiği gibi, 12.11.2012 tarihinde çıkarılan 6360 sayılı Yasa gereği, 30 Mart 2014 tarihinden bir gün sonra köyler mahallelere dönüştürülmüştür. Yani köylerin tüzel kişiliği fiilen kalkmıştır ve belediyelerin birer mahallesi olmuştur. Mahallelerin de tüzel kişilik olarak taşınmaz alma ve satma yetkisi olmadığından, 3194 sayılı Yasa kapsamında bu alanlarda imar planı yapma ve yaptırma yetkisi belediyelere verilmiştir. Böylesi bir durumda da, başta meralar olmak üzere orman ve tarım alanları tehlike altında olacaktır. 17 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazete’de yer alan “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. maddesi değiştirildi. “Köylerde yapılacak yapılar ve uyulacak esaslar” başlığı altında: “Köy yerleşik alan sınırı içerisinde, 3.7.2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz. Köy yerleşik alan sınırlarının parselleri bölmesi durumunda yerleşik alan sınırı 5403 sayılı Kanun hükümlerine tabi olmaksızın ifraz hattı olarak kabul edilir” hükmü yer aldı. Böyle bir hükümle de köy yerleşim alanı içinde tarım arazisi olup olmadığına bakılmadan her türlü yapılanma gerçekleşebilecektir. Bu tehlike elbette ki meraları da doğrudan etkileyecektir. Konumuzla doğrudan ilgili olan bir başka durum ise, bu kanuna kararname ile ayrı bir madde daha eklenmesi. 3194 sayılı İmar Kanunu’na göre: “Mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşme yeri olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taşınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine, diğer alanlarda kalanlar ise il özel idarelerine veya Turgutlu’nun çevresiyle bağlantı kurduğu yollarla ilgili anılan tutanaklarda yer alan ayrıntı bu yazının boyutları dışında kalmaktadır. Burada şu kadarını eklemeliyim ki, merkezin çevre ile bağlantısını sağlamak hiç de kolay olmamıştır. Yetersiz kalan bütçelerin köylülerce ve halkın tarım gelirleriyle desteklenmesi ve gönüllü insan gücünün arka çıkmasıyla, “merkebinin artık çamura batmadığı” ve taşıtların kolayca yol aldığı ortam sağlanabilmiştir. özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilir.” Görüldüğü gibi meraların il özel idarelerine, belediyelere ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devri söz konusu. Böyle bir devirle de meraların sonu getirilecek. Meraların yok olmasına neden olacak bir yasa da 4342 sayılı Mera Yasasının 4. Maddesidir. Bu yasaya göre de; “Mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir. Bu yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır” Yukarıda sözü edilen yasalar gereğince, ortalıkta köy tanımlı bir yerleşme artık yoktur. O yüzden tek karar verici organ belediyeler olmaktadır. Meraların, bunun yanında orman alanlarının da tehlikede olabileceği bir yasa da ‘2B alanlarının yasası’ olarak bilinen 19.04. 2012 tarihli ve 6292 sayılı yasadır. Yasanın 2/f maddesinde; “… 2/B alanlarını ve proje bütünlüğünü sağlamak amacıyla gerektiğinde bu alanların dışında kalan yerleri de kapsayan ve sınırları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı veya ilgili büyükşehir ya da diğer belediyelerce belirlenen ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylanan gecekondu veya kentsel dönüşüm projesi uygulanacak alanlar…” biçiminde ifade edilmiştir. Bu alanlar sadece 2/B alanları ile sınırlı kalmayacağı açıktır. Meralar ve orman alanları da bu yasanın kapsama alanına sokulması olasıdır. 6360 sayılı Yasa ile daha önce sadece o köyün ihtiyaçları için kullanılan mera, yayla, kışlak gibi köy orta mallarının nasıl kullanılacağı tartışmalı hale gelmiştir. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği yapılan ve mahalleye dönüşen köyler, eğer ilçe veya il merkezine çok yakınsa hayvancılık yaptırılmayabilir. Çünkü belediyeler kanununda engelleyici hükümler var. 6292 sayılı Yasanın 2/f ve 8/5 Maddeleri de köy sınırları içinde bulunan ormanlık alanlarda, meralarda, tarımsal nitelikli 2B alanlarında imar uygulamalarına kapı açacak niteliktedir. Bu da buraların talanına ve imar yağmasına neden olacaktır. Unutmayalım ki ülkemizdeki köylülüğün bitirilmesi, kaderine terk edilmesi daha büyük sorunları beraberinde getirecektir. Köylüsüyle, kentlisiyle sorunlarımızı beraber çözmek zorundayız. Hiç kimse bu sorunları sadece köylülerin, beldelerde yaşayanların sorunu olarak görmemeli. Eğer köklü bir çözüm bulunamaz ise, yaşanacak olan sıkıntılar hepimizi derinden etkileyecektir. da görüldüğü üzere, istasyondan şehrin içine doğru gidildiğinde en çok dikkat çeken şeyin, eski kasvet veren sokaklar yerine geniş ve huzur veren caddeler insanın “gözünü ve gönlünü güldürüyor” biçiminde tasvir edilmekte. Güzel yuvalar ve kuruluşlar birkaç yıl sonra şirin bir kentin oluşacağına işaret ediyor. Açılan yolların donattığı ağaçların dikimi konusunda da çok hassas davranan Turgutlu sorumlularının yaratmaya çalıştıkları bu modern kentin dönüşümünün başka bir göstergesi de 1929 yılında İzmir valisi Kazım (Dirik) Paşa’nın ve konukların Esnaf ve Ahali Bankası şubesinin açılışına giderken izledikleri manzara için dile getirdikleridir: “İzmir caddelarinden çok geniş”. (Kasaba’nın aydınlanma, temiz su, sağlık, tarım, sanayi ve ticaretine ilişkin bazı bilgileri bir sonraki yazımda vereceğim). Süreç Odaklı Öğrenimden Sonuç Odaklı Öğretime Doç. Dr. İsmail Şahin, Yıldız Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi, sahin@yildiz.edu.tr Dönemin gazeteleri, görsel malzeme ve kimi resmi belgeler bu gelişmenin tanığı olarak arşivlerdedir. Örneğin 17 Ağustos 1927 tarihli Anadolu gazetesindeki haberler durumu çok güzel betimlemektedir: Eklediğim geniş bir cadde fotoğrafında GÖNÜLLÜ İŞGÜCÜ Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 22 Haziran 2012 tarihinde tüm üniversitelerde öğrencilere bütünleme sınav hakkı tanındığını kamuoyuna duyurdu. Sınavların 20112012 eğitimöğretim yılını da kapsayacak şekilde uygulanmasını kararlaştırdı. Eğitim ve öğretim etkinlikleri süreç odaklı olmak zorundadır. Çünkü, eğitim ve öğretimi kapsayan öğrenim, öğrencilere belirli bilgi, beceri ve davranış biçimleri kazandırmayı amaçlayan bir süreçtir. Örneğin, mühendislik formasyonu ancak böyle süreç odaklı bir uygulama içinde kazanılabilir. Sonuç odaklı öğretimde ise kazanılması beklenen özelliklerden çok geçilmesi gereken sınavlar öne çıkar. Bunun tipik örneği ülkemizde uygulanan merkezi sınavlardır. Örneğin, üniversiteye girişte uygulanan seçme ve yerleştirme sınavlarında hedef, sınavda başarılı olmaktır. Bu sınava hazırlanırken sadece bireysel ölçekte önemli ölçüde kaynak (emek, zaman, para vd.) harcanmakta. Giriş sınavına hazırlanma sürecinde edinilen bilgi ve beceriler, harcanan kaynaklar dikkate alındığında, bireyin gelişimine sınırlı ölçüde kalıcı etki yapıyor. Burada, kalıcı etkiden kastımız, bireyin edindiği bilgiler yanında, akılcı düşünme ve sorgulama becerilerinin gelişmesi ve bu özellikleri içselleştirmesidir. Diğer bazı sonuç odaklı öğretim aşamalarında da benzer süreçler yaşanmakta. Böylesi bir sınav koşturması içinde sürece odaklanarak edinilebilecek özellikler maalesef yeterince kazanılamıyor. Öğrenim sürece odaklanmak zorunda. Süreçten yararlanma biçimi, bireyin süreç sonundaki özelliklerini belirler. Öğrenim sürecindeki en etkili bilgi ve beceri kazanma yöntemlerinden biri ödevlerdir. Bir konuyu içselleştirerek öğrenmenin en iyi yollarından biridir ödev yapmak; çünkü bir iş en iyi yaparak öğrenilir. Değerlendirilmiş ödev kâğıtlarıyla öğrenciye yanlış ve doğrularını gösteren geri bildirim, ödev notunun ötesinde onlar için bulunmaz değerdedir, tabii uygulanabilirse. Ülkemizde yüksek öğretim kontenjanlarındaki kabarıklık ve öğretim elemanı sayısındaki yetersizlik, maalesef istense de bu uygulamanın hayata geçirilmesini zorlaştırıyor. Öğrencilerin laboratuvar çalışmaları da gelişmelerine son derece olumlu katkı yapabilecekken, benzer nedenler ve olanaksızlıklar, öğrenim sürecinin bu boyutunun da eksik kalmasına neden oluyor. Öğrenim süreci gerektiği gibi işlemeyince ağırlık sınavlara veriliyor. Öğretim elemanları teorik ders anlatımları ve ders uygulamalarıyla görevlerini yapmakta, öğrenciler ise pasif birer alıcı olarak anlatılanları dinlemekte ve aldıkları ders notlarını çoğunlukla sınav öncesinde gözden geçirmekle yetinip sınavlarda başarı sağlamaya çalışmaktalar. Sınav ya da sonuç odaklı bu yaklaşım gerçek başarıyı getirmez. Öğrenim sürecinin gerektiği gibi uygulanması, öğrencinin sorgulama, araştırma, tartışma, yeni fikirler üretme özelliklerini geliştirir ve zihninde yeni düşünceler filizlenmesine yol açar. Ayrıca, öğrenci bu süreçte öğrenmeyi öğrenir. İyi işleyen bir öğrenim süreci normal şartlarda zaten sınav başarısını da getirir; ama daha da önemlisi, içselleştirilmiş bilgi ve beceriler, öğrencinin bileğinde “altın bilezik” değerindedir. Toplum için ise katma değer yaratabilen iyi yetişmiş bireyler kazanmak demektir. Yüksek öğretim kurumlarımızdaki programlarda akreditasyon ve Bologna Süreci çalışmaları yapılmakta. Bu çalışmalar süreç odaklı olup, çıktı bazlı öğretim modellerini içermekte. Bir başka deyimle, öğrencilere mezun olana kadar, belirlenmiş bazı çıktıların (bilgi, beceri ve davranış özelliklerinin) kazandırılması amaçlanmakta. Süreç odaklı bu modellerde dönem içindeki etkinliklere (dönem içi sınavlar, ödevler, laboratuvar çalışmaları vd.) ağırlık verilmekte. Örneğin YTÜ’de ders başarı notu belirlenirken, dönem içi etkinliklerin ağırlığı %60 ve dönem sonu sınavının ağırlığı %40 olarak seçilmiştir. Yükseköğretim Kurulu’nun üniversitelerde bütünleme sınavlarını zorunlu yapan kararı, zaten gerektiği gibi işletilemeyen süreç odaklı öğrenim yaklaşımını daha da zora sokmakta, öğrencileri sonuç odaklı olan ders geçmeye teşvik etmektedir. Oldukça sıkışık bir akademik takvimde gerçekleştirilen bu sınavlar, öğretim elemanlarını da zora sokmaktadır. Bütünleme sınavlarıyla gelen ek yük sebebiyle, öğretim elemanlarında, dönem sonu sınavlarındaki başarı çıtasını aşağı çekme eğilimi gözlenmektedir. Sonuç odaklılığı teşvik eden bütünleme sınavı uygulamasının, orta ve uzun vadede ülkemizdeki yüksek öğretimin kalitesini olumsuz yönde etkilemesi beklenmelidir.Yükseköğretim Kurulu üniversitelerdeki bütünleme sınavı uygulanması kararını gözden geçirmeli ve yüksek öğretim kurumları öğrenci başarısını değerlendirme yöntemini belirleme konusunda özgür bırakılmalıdır. CBT 1434 19 /12 Eylül 2014 TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP TARIM