24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com TARTIŞMA EDİTÖRE MEKTUP Son günlerin modası olan ‘selfie’, kişinin cep telefonu ile kendi fotoğrafını çekmesi anlamına geliyor. “Selfie” Hastalık mı? Schrödinger’in Kedisi “doğru” bir örnek mi? Şöyle vücudunuzu geriye doğru atıyorsunuz, kolunuzu uzanabildiğiniz en uzak noktaya kadar uzatıp başınızı veya bedeninizi elinizdeki cep telefonunun kadranına sığdırmaya çalışıyorsunuz, yüzünüze en sevimli, en mutlu, en heyecanlı, en seksi veya her ne istiyorsanız öyle bir ifade veriyorsunuz ve deklanşöre basıyorsunuz. Eğer özel bir anı ölümsüzleştirmek istiyorsanız, etrafınızda sizin fotoğrafınızı çekebilecek kimse yoksa veya fotoğraf çekebilecek gibi olanlar bu önemli anda fotoğraf karesinde olmak istiyorlarsa bu anlaşılabilir bir şey. Ancak her gün, hatta gün içinde bir çok kez kendi fotoğrafını çekip bunları başta Instagram ve Facebook olmak üzere sosyal medyada paylaşmak sağlıklı mı? Geçtiğimiz günlerde Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), kendi web sayfasında ‘selfie’nin bir çeşit ruhsal rahatsızlık olduğunu belirten bir yazı yayımladı. Hatta selfie düşkünlüğünü ‘selfitist’ olarak adlandırdı. APA’ya göre selfitist; özgüven eksikliğini gidermeye, ilgi boşluğunu doldurmaya yönelik obsesifkompulsif bir kişilik bozukluğu. Yayınlanan rapora bakarsanız bu hastalığın formları da var. ‘Borderline’ yani sınırda selfitist, akut ve kronik selfitist. Sınırda selfitist, kişinin kendi resmini günde en az 3 kez çekmesi ancak sosyal medyada paylaşmaması olarak tanımlanıyor. Akut selfitist’de kişi günde en az 3 kez kendi fotoğrafını çekip bunu en az 3 kez sosyal medyada paylaşıyor, kronik olan da ise kontrol edilemez biçimde en az 6 kez resmini çekiyor ve bunları yine kontrolsüz biçimde sosyal medyaya koyuyor. Selfie’nin çok yaygın bir sosyal fenomen olması, tartışmanın bilimsel ortamlardan hızla medyaya ve kamuoyuna yayılmasına neden oldu. Olasılıkla bu durum tartışmanın sulanmasına da neden oluyor. Eminim süreç içinde uzmanlar selfie’nin patolojik boyutlarını çok daha doğru bir biçimde ortaya koyacaklardır. Ancak tartışma bu haliyle bile selfie’nin pek de masum bir şey olmadığını göstermeye yetti. Halen sürmekte olan tartışma, her ne kadar selfie’nin tek başına bir anormallik olduğunu göstermese de, insanların saklı kalmış bazı zihinsel sapmalarını gün yüzüne çıkarabileceğini gösteriyor. Bir süre önce İngiliz basını, öyküsünde “beden dismorfik bozukluğu” (kişinin bedeniyle ilgili hayali bir kusur yaratıp bununla uğraşıp durması) olan ve takıntılı bir biçimde ‘selfie’lerini sosyal medyada paylaşan Danny Bowman isimli bir ergenin intihar girişiminde bulunduğunu yazdı. Habere göre Newcastle’lı 19 yaşındaki bu zavallı genç, intihar girişimi öncesi 200 selfie çekmiş ancak hiç birini beğenmemişti. Sonra da üzüntüsünden yüksek doz ilaç alarak intihara kalkışmıştı. Bowman, olay sonrası kendisiyle konuşanlara selfie’nin ilaç, alkol ve kumar gibi bir kötü alışkanlık olduğunu, bu nedenle arkadaşlarını, eğitimini, sağlığını kaybettiğini ve ölümden döndüğünü söylüyordu. Bowman’ın hekimi Dr. David Veal, selfie takıntısının bir kendini beğenmişlik hali olamayacağının altını çiziyor. Daha da önemlisi, Veal’e göre ileri teknoloji ve onun yarattığı selfie gibi sosyal modalar, gizli kalmış zihinsel hastalıkları açığa çıkarabiliyor, ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Bir çok bilim insanı, insanların özel fotoğraflarını sosyal medyada sık paylaşmasının özel hayatın mahremiyetini azalttığına ve insan ilişkilerini kötü etkilediğine inanıyor. Gelinen nokta, selfie paylaşımını abartanların sanıldığı gibi kendine hayran, abartılı narsistik kişiler olmadığını, tam tersine özgüven sorunu olan kişiler olabileceğini gösteriyor. Benmerkezci, yalnız, sosyal ilişkilerde başarısız, onay ve takdir edilme gereksinimi olanlarda selfie takıntısı daha sık görülüyor. Haddimi aşmak istemem, ben psikiyatrist veya psikolog değilim. Ancak selfie takıntısı bana normalmiş gibi görünmüyor. Onu normalleştirme çabalarının kapitalist dünyada insanın bireyci yaşama ittirilmesi, yoğun teknoloji kullanmaya teşvik ve tüketiminin özendirilmesi ile ilişkili olabileceğini düşünüyorum. G eçtiğimiz haftalarda dostum ve meslektaşım Prof. M. Emin Özel’in CBT’de, kuantum fiziğinin/mekaniğinin/kuramının gizemli davranışlarına ilişkin iki ilginç yazısı çıktı.1 Ben burada bu davranışların “en temel” görünümünü hatırlattıktan sonra ne olduğu birinci yazının sonunda belirtilen “Schrödinger’in Kedisi”ne ilişkin bir “gözlemimi” sunuyorum. Kuantum fiziğini, bunun 20. yüzyıldaki en önde gelen ustalarından Richard Feynman’ın da açıkça söylediği gibi, “hiç kimse anlamıyor!” Tabii burada anlamamaktan kasıt, özellikle atomlar düzeyindeki2 olguların, beş duyumuzla edindiğimiz günlük deneyimlerimizin geliştirdiği “doğalsıradan” kavrayışımıza “aykırı” gelmesi ve de bunlara bağlı olarak gelişen dilimizle ifade etmekte pek başarılı olamamamız. Sorunları birbirine bağlı iki olguyla özetleyebiliriz: Başta her parçacığın dalga, her dalganın da parçacık olarak algılanabilmesi geliyor. Diğeri ise her nesnenin her davranışının arkasının/altının olup olmadığı bir türlü ortaya konulamayan temel bir olasılıklı yapıyla “belirlenmesi”. Bunları en iyi anlatan yapıtlardan birisi Feynman’ın dilimize KEDİ olarak çevirilmiş olan kitabıdır.3 Feynman bu iki sorunu şöyle birleştiriyor: “Her şey parçacıktır, ama bir yerden bir yere gitmesi söz konusu olduğunda uzayzamanda her yoldan gidebilir, ancak, bu yollardan gitme olasılıklarını veren matematiksel fonksiyonların biçimleri tıpkı bir dalganın matematiksel ifadesi gibidir.” Kitapta buna ilişkin çok sayıda örnek verilmekte ve fen bilimine amatör olarak yatkın herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatılmaktadır. Böylesi sıkıntılar kuantum kuramının ilk yıllarında belirmeye başlamış, bu kurama dalga yapısını Sorbonne’daki tarih öğrenimini tamamladıktan sonra, fizikçi olan ağabeyinin laboratuarında tanıdığı, dönemin önde gelen fen bilimcilerinden işittikleriyle fiziğe merak sarıp fiziğe yönelen Louis de Broglie’nin öne sürdüğü parçacıkların dalga gibi davranma olanağından esinlenerek ilk getiren Erwin Schrödinger; bu, durum olasılıklarının tuhaflığını ilginç bir benzetmeyle örneklemişti: Büyükçe ve içini göstermeyen bir kutuya kapalı bir cam tüpte zehirli gaz ve de canlı bir kedi koyalım. Tüpün yanında bir mekanizmaya bağlı bir çekiç olacak, mekanizma da içindeki bir radyoaktif maddeden çıkacak ışınlarla tetiklenecek. Ancak, radyoaktiflik; kuantum kuramının da açıkladığı şekilde, oluşumunda bir enerji fazlası bulunan bir çekirdeğin, bu fazlalıkla ters orantılı bir süreye bağlı olan bir olasılıkla kendisini gösterir: “Yarıömür” denilen bu süre içinde çekirdeğin ışın salma olasılığı % 50’dir. Şimdi, kediyi koyduktan sonra bu yarıömür süresi geçtiğinde kedinin canlı ya da ölü olma olasılıkları % 50’şer; ama, kapağı açmadan hangisiyle karşılaşılacağını bilmek olanaksız. Bir bakıma kapağı açmakla kedini ölü mü diri mi olduğunu saptayarak bunu BİZ belirlemiş oluyoruz. İşte kuantal tuhaflığın çarpıcı bir örneği! Ancak Schrödinger, “teşbihte hata yapmış!” Zira kutuya kapatılan kedinin canı çıkana dek sessiz kalmasının olasılıksızlığını herkesin onaylayacağından eminim. Dolayısıyla kedinin sesi kesildiğinde artık kapağı açmadan da onun ölü olduğunu KESİN olarak bilebileceğiz. Ama gene de bu saptama, bu örneğin geçersiz olduğunu söylemez, itirazım kullanılan hayvanın kedi olmasında; bunu yerine bir kirpi hatta solucan vb. gibi sesi çıkmayan bir yaratık olması bu sıkıntıyı ortadan kaldırır ve “maksat hasıl olur” ya; tabii günümüzde böyle bir deneyi tasarlamak bile hayvan hakları savunucularının ciddi tepkisini uyandıracaktır! R. Ömür Akyüz; akyuzo@gmail.com 1 “Schrödinger’in Kedisi” Açmazını çözen kuantum yorumu: KuBizm III, CBT 28 Mart ve 11 Nisan 2014. Bu arada, her iki yazıda da Schrödinger’in adı yanlış dizilmiş. 2 Burada atomların ve onların alt yapılarındaki parçacıkların kendi aralarında ve de her türlü ışıkla/ışımayla etkileşmelerinin uyduğu görülen yapıyı düşünmeliyiz. 3 Richard P. Feynman, “KEDİ (Kuantum ElektrodinamiğiIşık ve Maddenin Tuhaf Kuramı” ). Ancak bu adın aşağıda verilecek örnekle HİÇ bir ilgisi yok! İngilizce bilenlere, Feynman’ın çeviride zayıflamış olabilecek ilginç dilini tanımaları için kitabın özgününü salık veririm, QED (Quantum ElectroDynamicsStrange Theory of Light and Matter), PrincetonOxford, exp. ed. 2006 (çv. R. Ö. Akyüz, PANBilim, 3. Baskı, 2013.). Bu kitabın önemli yanlarını ve de daha fazlasını çok iyi yansıtan bir kitap olarak tanınmış fenbilimi yazarı John Gribbin’in “Schrödinger’s Kittens and the search for realitySchrödinger’in Yavru Kedileri ve gerçekliği arama” adlı yapıtını salık veririm. Bilkent, Dünyanın En İyi Genç Üniversiteleri Sıralamasında 31. Oldu Bilkent Üniversitesi, Times Higher Education tarafından yapılan  araştırmaya göre, kuruluş tarihleri 50 yılı aşmayan dünyanın en iyi genç  üniversiteleri sıralamasında 31. oldu. Geçen yılın değerlendirmesine  göre 8 basamak yükselen Bilkent, listeye girmeyi başaran Türk  üniversiteleri arasında en üst sırada yer alıyor. Listede yer alan ikinci Türk üniversitesi olan Koç 41. sırada yer alıyor. 100 üniversitelik bu  liste, aşağıdaki ölçütler ışığında hazırlanıyor. 1. Eğitim (eğitim kalitesi ve öğretim atmosferi): % 30                    2. Araştırma (bilimsel araştırmaların sayısı, fonları ve saygınlığı): % 30                    3. Atıflar (bilimsel yayınların diğer araştırmacılarca kullanım istatistikleri): % 30                    4. Uluslararası çeşitlilik (uluslararası öğretim elemanları ve öğrenciler): % 7,5                    5. Endüstri geliri (araştırma projelerine verilen finansal destek): %2,5                            Sıralamaya www.timeshighereducation.co.uk/worlduniversityrankings/ <http://evreka.bsnods. com/clickmail.php?campaign=186305id=1121608id=4824781>  adresinden ulaşabilirsiniz. CBT 1416 18 /9 Mayıs 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle