02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Madenle birlikte ceset çıkaran uygar ülke İnsan devlet için varsa ona ortaçağ düzeni, devlet insan için varsa ona çağdaş düzen deniyor. Bunu öğrenene kadar Soma ortaçağında yaşayacağız. Soma madenindeki insanların ölüme sürülüşü ve sayısı saklanan yüzlerce ölünün kaderini işçilerden, kalan eş ve babalarından dinleyince ülkenin şimdiye kadar hayal bile etmediğim bir yozlaşma içinde olduğunun ilk kez bu kadar açıklıkla farkına vardım. Rahman ve rahim bir Allah’a inanan Müslüman toplumun bu kadar merhametsiz ve insanlık sevgisi yoksulu olduğunu 88 yıl anlamamışım. Hâlâ da inanamıyorum. ablo Neruda’nın ‘Residencia en la Tierra’ (Yeryüzü Konutları) adlı kitabındaki bir şiirde ‘çamurlu gökkuşağı’ imgesi var. Bugünlerde çamurlu gök kuşağı bana kirlenmiş bir doğa ve yaşamı, kirli işler yapanları simgeliyor. (Aslında bu şiir seks üzerine yazılmış olağanüstü metaforlarla dolu bir başyapıt). Trajik ve ilkel bir yozlaşma. Sürüp giden toplumsal bir ortaçağ. Entelektüel bir karanlık, Bu madenler bir uygar insan yapısı olamaz. Bir köstebek ya da kunduz yuvası. Fakat o hayvanların yuvaları kadar da güvenli değil. Belki köstebeklerin de yandaş medyaları vardır. Gazdan boğulmuş insanların üzerinden sürünerek geçen işçileri dinleyince insan ne düşüneceğini şaşırıyor. Gökkuşağını çamurlu düşünmek ne kadar zorsa, 21. yüzyılda bu madenleri hayal etmek de o kadar zor. Bir maden düşünün. Yolları tıkanmış İstanbul trafiği gibi. Bu bir Ortaçağ panoramasıdır. İçinde yaşamayı sürdürdüğümüz uzun ortaçağ geçtikleri yerde ot bitmeyen atlı göçerlerin Çin’e ve Batı’ya akınlarıyla başladı. Türkçe konuşan bu atlı göçerler bütün Asya toplumlarıyla karışıp, binbir şekil değiştirerek, Akdeniz kıyılarına kadar geldiler. Bin yıldır bir ortaçağda yaşıyoruz. Toplumun çoğunluğunun yaşamı düşünsel ve davranışsal bir ortaçağdır. Kentlileşen genç kuşaklar bugünleri bir ortaçağ karanlığı olarak hatırlayacaklar. Acılı destanlarını yazacaklar. Eğer bir madende 300500 değil, 50 kişi bile ölse, bu gelişmemiş bir ortaçağ ülkesi işaretidir. Bunu tartışmak ne ölenleri geri getirir, ne de merhametsizleri yola getirir. Eğer çalışanlar yaşam güvenliklerini sorgulamadan ölüme yatacak kadar muhtaçsalar, eğer 52 milyon kişinin sayımının bir günde yapıldığı bir ülkede 700 kişilik madende ölen sayısı dört günde yapılamıyor, kazanın nedeni öğrenilemiyor ve halktan saklanıyorsa, o ülke çağdaş ve uygar değildir. Birçok uygar ülkede yıllardır maden kazaları olmuyor. Biz madenlerle birlikte ceset çıkarmayı sürdürüyoruz. Uluslararası istatistikler Türkiye’nin madenlerindeki ölüm sayısı oranı açısından dünyada birinci olduğunu ilan etmişler. Nedeni belli: Köleleştirilmiş işçi karın tokluğuna ölüme yatıyor. Böyle bir ülkeye kalbimiz yanmasın mı? Türkiye’de bu ilkel kötülüklerin temel nedeni hâlâ ortaçağı yaşayan bir toplumun cehaletidir. Kişilerin uygarlığı toplumun uygarlığı değildir. Fakat toplum uygar olursa cahiller de uygarca davranabilirler. Açgözlülük cehaletle artıyor. Cehalet uygar olamamanın belirleyici işaretidir. Ortaçağ toplumu otokratik, özgür olmayan ve her zaman sömürü içeren bir toplumdu. Vahşi kapitalizm şamını garantiye alan güvenlik sistemi kurulmaz mıydı? Eğer bu toplumun biraz sağduyusu kaldıysa, binlerce anne babanın, yüzlerce eşin ve binlerce yetim çocuğun acısına hükümet ortak olmalıydı. Bir gökdelen kaç annenin göz yaşına değer? Burada yanıt ‘hiçbir anne’ olsaydı toplum uygar olurdu! Utanç verici ve ilkel olaylar, başka olaylarla da örtüşünce, toplumun bütün umutlarını kırıyor. Toplumun oldukça kalabalık bir kesimi cehalete dayalı iletişim yoksulluğu nedeniyle çağdaş dünya ile ilişki kuramadığı için ortaçağda yaşamaya devam ediyor. Sevgili Okuyucular, Düşünmeye devam edelim. Bizim köylülerimiz 50’lerde köylerden kentlere gelip evlerini bir gecede kurma becerisini gösteriyorlardı. 1960’tan sonra askersivil karışımı idareler döneminde nereye yönlendirildiklerini bilemediler. Ortaçağ dengesi bozulmuştu. 2. Dünya Savaşı galipleri dünyayı gütmeye devam ediyorlar. Sömürdükleri geri kalmışlığı iyileştirmeye meraklı değiller. Bizim köylü kente indi. Biraz okuma öğrendi. Niteliksiz inşaat işçiliği ile öğretimi karıştırıp kaktüs tarlalarına benzeyen gökdelenli kentler yaptı. 1914’ten 100 yıl sonra, ne olduğu belirsiz bir çağdaş İslam çatışmasında, teknoloji çağına İslami kılıf giydirmeye çalışan garip adamlar ortaya çıktı. Kentte oturmak ne kentlilik, ne de çağdaşlıktır. Diploma insanı ne bilgili, ne çağdaş, ne de kentli yapar. Çağdaş görünüşlü okulların ve kurumların içi ve kafası ortaçağ müzelerine dönüştü. Ve bazı kişilerin uygar olması toplumun uygarlığı değildir. 1950’den sonra ortaçağ toplumuordu ikileminde yaşıyoruz. Köylü, çağdaş denileni kente geldiğinde görmeye başlıyor. Fakat çağdaşı yaşamaya başlaması için çok beklemesi, pek çok değişim geçirmesi gerek. Dünyaya kentte başlayan gençler ise 1600 yıllık ortaçağdan kurtulup çağdaş kentli aşamasına katılıyorlar. Gelecek de onların. Onun için bugünlerde büyük bir değişimin eşiğindeyiz. Eşiğin genişliğini bilemiyorum. Fakat bir şey biliyoruz. İnsan devlet için varsa ona ortaçağ düzeni, devlet insan için varsa ona çağdaş düzen deniyor. Bunu öğrenene kadar Soma ortaçağında yaşayacağız. 1600 YILLIK TÜRK ORTAÇAĞININ DİRENİŞİ: P Batılıdır. Ama biz kendi vahşetimizi 1600 yıldır yaşıyoruz. Osmanlı tarihinin bıraktığı köle köylü mirası daha sona ermedi. Sevgili Okuyucular, Her gün dinlediğimiz ölüm hikâyelerinde toplumu bir ahlaksızlık batağına ve belirsiz bir geleceğe götüren bütün ilişkiler ve onlara bağlı uygarlık dışı simgeleşmiş klişeler var. Bunlar ortaçağ cehaletinin uzantılarıdır. İnsan yaşamak için doğaya muhtaçtır. Fakat doğa, Âşık Veysel’in dediği kadar yumuşak değil. Kara toprak yerin altında dost değil. Biz toprak işçilerini, ilkel tarım politikası yüzünden, yerin altına sokmuşuz. Onları tüketim delisi yaparak borç içinde yaşatan bir sömürü toplumuyuz. Toprağın yüzeyinden 400 metre yeraltında kömür çıkarmak sadece muhtaç ve cesur insanların yapacağı bir iştir. Bu iş karşılığı sadece ailelerinin karınlarını doyuruyorlar. Eşlerini, çocuklarını, anne ve babalarını yaşatmak için ölümün gözünün içine bakan bu işçiler kahraman insanlardır. Kimse onlara kahraman demiyor. Onları köleleştirmişler. Oylarını, özgürlüklerini çalmışlar. Karın tokluğuna yerin altına sokuyorlar. Ölüsünü diri diye çıkarıyorlar. Ailesinin nafakasını sağlamak için ölümü göze alanların sömürülme hikâyesidir bütün bunlar. Bu büyük felakette sömürenin ve ona alet olanların acımasızlığı akıl karıştırıcıdır. Sömürü, otokrasinin bir özelliğidir. Ortaçağda da böyleydi. Toplumun bazı katlarının duyarsızlığı, polislerin davranışları da ortaçağ gösterisidir. Burada muhalefet de, birkaç kişi dışında, insan olarak haykırmadı. Hatta durumun analizini Tayfun bile yeterince yapmadı. Bu da aynı ortaçağ panoramasını tamamlıyor. Akgül CBT 1418/5 /23 Mayıs 2014 ORTAÇAĞ CEHALETİ İÇİNDEYİZ Günümüz teknolojisi maden çıkarmayı güvenlikle yapacak bütün olanaklara sahiptir. Deniz altında binlerce mil giden denizaltılar, evrende dolaşan uydular yapılıyor. Günümüzde elektrik kesilmesi, yangının izole edilememesi, havasızlık sadece plansızlık, ihmal, acımasızlık ve açgözlülük sonucudur. İnsan yaşamına değer vermemek ortaçağ gelişmemişliğinin simgesidir. Olup bitenlere yeteri kadar tepki göstermemek sömürüldüğünü bile anlamayan bir cehaletin hâlâ egemen olduğunu kanıtlıyor. Soma şirketi İstanbul’daki gökdeleni altı kat az yapsaydı çalışan işçilerin ya ORTAÇAĞ DENGESİNİN BOZULMASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle