Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T Yaşam dünyayı nasıl biçimlendirdi?? ektonik levha hareketleri, yanardağ etkinlikleri veya meteorit çarpması dışında dünyayı biçimlendiren diğer bir kuvvet daha var: Yaşayan organizmalar. 2.5 milyar yıl önce yaşananlar, bir felaket filminin senaryosunu hatırlatıyor. Dünya hızla soğumaya başlıyor, buzullar kutuplardan tüm gezegene yayılıyor. Beş milyon yıl süreyle büyük bir kısmı bir kilometre kalınlığında buz tabakasıyla kaplanır. Bu Arkeyan devrinin sonudur. Fakat dünyanın dengesini bozanlar, ne kozmik olaylar ne de gökyüzünü karartan süper yanardağlar değildir. Bunlardan o zamana kadar atmosferde neredeyse hiç bulunmayan bir gazı üreten mikroskobik boyuttaki canlılar sorumludur. Bu gaz ise oksijendir. Bu zamanda yeni bir tek hücreli türü oluşmuştur. Günümüzdeki siyano bakterilerin ataları diye açıklıyor Exeter Üniversitesi’nden Andrew Watson: “Bu mikroorganizmalar dünyayı kökünden değiştirdi çünkü oksijen üretiyorlardı.” Bu durum sadece atmosfer bileşiminin ve denizlerin değişmesine neden olmakla kalmayıp, tüm gezegen üzerinde etkiliydi. Mikroplar enerji kazanmak için devrimsel bir yöntem geliştirmişlerdi. Fotosentez tek hücrelilere, güneş ışığını su moleküllerini parçalamak için kullanmalarına izin vermişti. Bu şekilde kimyasal enerjiyi diğer moleküllere aktararak, depolanmasına izin veren hidrojen atomları elde ediyorlardı. Fakat artı ürün olarak büyük miktarda temel oksijen de ortaya çıkıyordu. Bu ilk önce denizlerde birikmişti ki bu o zamana kadar oluşan organizmaların çoğu için ölümcül bir zehirdi. Atmosferde ise sera gazı metanla tepkiyordu. “Birçok gelişme o zamana kadar gezegeni ısıtan sera gazlarının oksijenle yok olduğunu gösteriyor. Bunun sonucunda gelişen iklim felaketleri dünyanın önemli ölçüde soğumasına neden olmuş ve büyük buzul devri başlamıştı. Dünyamızın soğuklardan kurtulması yaklaşık olarak elli ila yüz yıl kadar sürmüştür” diye açıklıyor Watson. Fakat canlılar yüzünden meydana gelen tek felaket Arkeyan devrinin sonunda meydana gelen de değildi. İki milyar yıl kadar sonra karayı kaplayan ilk bitkiler ve mantarlar da dünyayı kalıcı olarak değiştirmiştir. Bitkiler ve mantarlar bunları elde etmek için birlikte çalışıyorlardı. Mantarlar küçük uzantılarıyla kayaları deliyor ve içinde bulunan mineralleri serbest bırakıyorlardı. Bu kimyasal süreçte atmosferden karbondioksit çekiliyor ve karbonat olarak birleştiriliyordu. Mantarlar ise buna karşılık bitkilerin fotosentezine ait olan organik birleşimleri kazanıyorlardı. Bu şekilde atmosferden yeniden bir sera gazı (bu sefer karbondioksit) yok edilirken aynı zamanda oksijen yoğunluğu artmaya devam etti. Ve bunu ise yine milyonlarca yıl devam eden buz devirleri takip etti. İkinci soğuk dönemin gerçekten de bitkiler ve mantarlarla mı geliştiği konusu bilim insanları arasında tartışmalıdır. Bazı jeologlar bundan dağların oluşumunu veya kıta levhalarının sürüklenmesini sorumlu tutuyorlar. Fakat Watson yine de verilerin kendi hipotezini desteklediğinden emin. Bakterilerin, bitkilerin ve mantarların etkileriyle karşılaştırıldığında yeryüzünün biçimlenmesinde, hayvanların hemen hemen hiçbir rolü yokmuş gibi görünüyor. Çünkü hayvanlar son büyük buz devrinde, kambriyen patlaması olarak tanımlanan bir evrede gelişmişlerdir. Geçmişteki soğuk dönemler sayesinde ekosistemler, hayvanlar tarafından kullanılabilecek nişlerle dolmuştu. Fakat dünyanın biyokimyasal döngüleri üzerinde neredeyse hiç etkileri olmamıştır. Tek istisna insandır. Ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra küresel biyolojik döngülere müdahale etme boyutunun dünyada bir benzeri yok diyor Watson. İnsanın sorumlu olduğu iklim değişimi, kaynakları tüketme alışkanlığını değiştirmediği taktirde gelecekte ortaya çıkacak sonuçlarla karşılaştırıldığına sadece yaz mevsimindeki sıcak bir öğleden sonrası gibi kalır. Bu yüzden insanoğlunun hayatta kalmayı garantilemesi tüm elementleri yeniden değerlendirmesine bağlıdır. L’Oréal’den 6 bilim kadınına ödül.. Uluslararası alanda 16 yıldır sürdürdüğü “Bilim Kadınları İçin” projesi ile dünyanın her yerinden araştırmacı bilim kadınlarını teşvik eden L’Oréal, bu yıl Türkiye’de araştırmaları ile gelecek vaat eden 6 başarılı genç bilim kadınının projesini burs ile destekliyor. L’Oréal Türkiye, 2014’de bursa layık görülen Ege, Ankara, Hacettepe, Bilecik, Muğla ve Marmara üniversitelerinden 6 bilim kadınını, 7 Mayıs Çarşamba gecesi Çırağan Palace Kempinski’de düzenlenen özel bir ödül tören gecesiyle açıkladı. L’Oréal Türkiye tarafından gerçekleştirilen duyuruların ardından ülkemizin dört bir yanından bilim kadınları bilimsel araştırmaları ile bursa başvuruda bulunuyor. UNESCO yetkililerinin de aralarında bulunduğu jüri, başvuruları inceleyerek gelecek vaat eden 6 bilim kadını ile araştırmalarını seçiyor. Bilim kadınlarında 40 yaşını aşmamış olma şartı aranıyor. Bu yıl ile birlikte 72 bilim kadınının araştırmasını teşvik eden L’Oréal Türkiye’nin burs programına katılan ve projeleri seçilen 6 bilim kadını, 15 bin dolar değerinde burs almaya hak kazandılar. 2014 yılında burs almaya hak kazanan bilim kadınları; Ankara Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Bala Gür Dedeoğlu, Hacettepe Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Eda Çelik Akdur, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Derya Burcu Hazer, Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Şule Erten Ela, Bilecik Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nurcan Çalış Açıkbaş, Marmara Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Asuman Çelik Küçük oldu. 40 YAŞINI AŞMAMIŞ OLMA ŞARTI Yoga Beyni Nasıl Etkiliyor? Yoga görünürde daha dingin ve daha rahat bir kafa gibi birtakım zekâya ilişkin yararlar sağlıyor. Bethesda Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Ulusal Merkezi araştırmacılarından Chantal Villemure ve Catherine Bushnell tarafından yapılan yeni bir araştırma bu etkinin nasıl oluştuğu konusuna açıklık getiriyor. MRI taramalarından yararlanan Villemure, düzenli olarak yoga yapan kişilerin beyinlerindeki gri madde yoğunluğunun denetim grubuna kıyasla çok daha yüksek olduğunu saptadı. Villemure, “Hafta boyunca daha uzun bir süre alıştırma yapanların beyinlerindeki kimi bölgelerde büyüme meydana geldiğine tanık olduk,” diyor. Araştırmacıların elde ettikleri bu bulgu yoganın beyne önemli bir katkısı olduğuna işaret ediyor. Çalışma kapsamında yoga yapanların beyinlerindeki somatik duyusal korteks adıyla bilinen ve bedenin anlaksal haritasını içeren alanla, dikkatin yönlendirilmesinden sorumlu superior parietal korteks ve Villemure’un görselleştirme yöntemleriyle desteklendiğine inandığı görsel korteks bölümlerinin yoga yapmayanlara kıyasla daha büyük boyutlarda olduğu görüldü. Yoga alıştırmaları yapan kişilerde gerginliğin yatıştırılması açısından can alıcı bir rol oynayan hipokampus bölgesi ile, temel işlevi benlik kavramını oluşturmak olan precuneus ve posterior cingulat kıvrımında da büyüme meydana geldiğine tanık olundu. Araştırmacılar yoga yapan deneklerin ortalama yüzde 70 kadarının kendilerini bedensel alıştırmalara, yaklaşık yüzde 20’sinin meditasyona ve yüzde 10 kadarının da Batı yoga uygulamalarının çoğuna özgü soluk alıp verme alıştırmalarına adadıklarını belirtiyorlar. RU Scientific American online/ 1 Mart 2014 Dünya genelinde 3 araştırmacıdan yalnızca biri kadın ve bilimsel disiplinlerdeki yüksek akademik pozisyonların sadece %11’inde kadınlar bulunuyor. L’Oréal Vakfı, bu yıl Boston Danışma Grubu ile birlikte bilim sektöründeki kadınların pozisyonu üzerine uluslararası bir raporun sonuçlarını yayımladı. Bu araştırmada son 10 yılda kadınların bilimsel araştırmalardaki oranının yalnızca %12 arttığı görülüyor. Bilim kariyerinin her aşamasında kadınlar ciddi anlamda az temsil ediliyor. Bilim konusunda uzmanlaşmış kadın oranı üniversitede %32’ye, master aşamasında %30’a ve doktorada %25’lere düşüyor. Bilim alanındaki araştırmacıların sadece %29’u kadın... Nobel ödülü kazananların sadece %3’ü kadın... Bu araştırmadan da çıkan sonuçlarla L’Oréal, bilim alanında kadınların önündeki engelleri aşmaları için uluslararası ve yerel bazda desteklerini sürdürüyor. YÜKSEK AKADEMİK POZİSYONLARIN YALNIZCA % 11’İ KADIN BİLİM KADINLARI VE ARAŞTIRMALARI: Yaşam bilimleri alanında; Yrd. Doç. Dr. Bala Gür Dedeoğlu, Yrd. Doç. Dr. Eda Çelik Akdur ve Yrd. Doç. Dr. Derya Burcu Hazer L’Oréal Türkiye tarafından sağlanan bir yıllık bursa layık görüldü. Malzeme Bilimleri alanında ise; Doç. Dr. Şule Erten Ela, Doç. Dr. Nurcan Çalış Açıkbaş ve Yrd. Doç. Dr. Asuman Çelik Küçük de malzeme bilimleri alanında burs almaya hak kazanan bilim kadınları oldular. CBT 1417 9 /16 Mayıs 2014 BİLİM KADINLARI ARAŞTIRMA DÜNYASINDAN