Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Ziya Gökalp’ten AYDINLANMA DÖNEMİ Hasan Âli Yücel’e YENİ HAYAT şiirlerini bu başlık altında toplar. okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com H Zeki Arıkan er çalışmasında özgün konulara imza atan Prof. Dr. Zafer Toprak, bu kez de “Dante’den Gökalp’e La Vita Nouva ya da Yeni Hayat”ı ele aldı. (Toplumsal Tarih, 239 (Kasım 2013), s.46 57). Yazar, Dante’nin La Vita Nouva’sından tam 623 yıl sonra Ziya Gökalp’in yayımladığı Yeni Hayat’tan söz etmekte ve bunun Meşrutiyet’in izleyeceği toplumsal dönüşümlerin bir taslağı olduğunu vurgulamaktadır. Nasıl ki Dante, La Vita Nouva’da yeni bir dünya görüşünü, yeni bir bakış ve kavrayışı, bilgiye varışı deniyorsa, Gökalp de Yeni Hayat’ı sosyal bir devrim olarak görmektedir. Gökalp’le ilgili kitaplarda bundan ayrıntılı olarak söz eden yalnız Emin Erşirgil olmuştur. O da Ziya’yı çok yakından tanıdığı için... Erşirgil, Ziya Gökalp üzerine yazdığı kitabında (1984, s.7582) Gökalp’in bu kavramı çevresidekilerle tartışarak olgunlaştırdığını yazar. Yeni Hayat, dilde yenilik hareketiyle başlar. Çıkış noktası, Fransız filozofu evrimci ve pozitivist Alfred Fouillée (1838 1912)’nin fikir kuvvet (idée –force)’leri toplumsal yaşama dönüştürme felsefesiydi. Ziya, henüz Durkheim sosyolojini tanımıyordu. O fikir – kuvvet kuramıyla Muhittini Arabi’nin tasavvufçu görüşünü birleştirmeye çalışıyordu. Ziya, bu konudaki tartışmalar olgunlaştıktan sonra, Selanik İttihat ve Terakki merkezinde “Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler”i yazarak Genç Kalemler dergisine gönderdi (II/8,26 Temmuz 1327= 8 Ağustos 1911). Ziya henüz Gökalp adını kullanmıyordu. Yazıyı da Demirtaş imzasıyla yayımlamıştı. Ziya bu yazıda Yeni Hayat’ın felsefi görüşünü açıklamaya çalışır. “Biz siyasi inkılabı yaptıktan sonra ikinci bir vazifenin önünde kaldık: içtimai bir inkılabı hazırlamak”. Siyasal devrim Meşrutiyet mekanizmasının hükümete uygulanmasıyla kolay oldu. Fakat sosyal devrim, otomatik olarak bir eylemle değil, organik bir evrimle oluştuğu için oldukça güçtür. Ziya bundan sonra ayrıntılı olarak Yeni Hayat’ın koşullarını ve yöntemini hazırlar. 1918 yılında da Hasan Âli Yücel, ilk gençliğini II. Meşrutiyet döneminde yaşar. Cumhuriyet’in önde gelen aydınları arasında yer alır. Maarif Bakanlığı’na getirilmesiyle Türkiye bir aydınlanma dönemi yaşar. Yücel, Ziya Gökalp’i derinlemesine incelemişti (Edebiyat Tarihimizden,1957, 1989). 1926 yılında Yeni Hayat’ın amentüsü (crédo) sayılabilecek bir şiir yazdı. Bu şiiri, ilk kez yeni harflerle bastırdığı Tevfik Fikret’in Tarihi Kadim ve Doksan Beşe Doğru derlemesinde yer aldı (1928). Aynı adı taşıyan bu şiirle Ziya Gökalp’in Yeni Hayat’ı arasında benzerlikler kurmak olanaklıdır. Asıl önemlisi Yücel’in Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yeni Hayat’ı yüceltmesidir, Yücel, Duymadan düşünmek yok dinimizde; / Biz kalb adamıyız, gönül eriyiz, der. Şiirini insan merkezine oturtur: İnsanız insanlık esastır bizde; Cin, melek ve peri olmadığımızı dile getirir. Keşkül, asa, külah gibi tarikatı simgeleyen öğeleri çölde bıraktığımızı belirtir. Yeni Hayat yer yer tasavvuf değerleriyle yüklüdür. Yücel, din ve tasavvuf değerlerini kullanarak laik bir yaşama geçişi vurgular. Şiirin genellikle duygusal yanı ağır basar. Ziya Gökalp. Yeni Hayat’ta, bu “içtimai inkılap” içinde aile yaşamına büyük önem verir. “İnsan milletinden sonra en çok ailesini düşünmeli: yurdundan sonra en çok milleti için çalışmalı” der. Yine Gökalp, Türk ailesini pederşahi (ataerkil) değil ve eşitlikçi olarak tanımlar (Ayşe Durakbaşa, Sosyoloji Dergisi, 10 (2005), s.127 136). Yücel de “Mücerret (bekâr) değiliz, ailemiz var; diyerek Yeni Hayat’ın temel direklerinden birinin aile olduğunu vurgular. Yücel, Tanrı’yı gökte değil gönüllerde arar. İnsanları, Yeni Hayat’ın erenleri sayar. Doğu’nun karanlıklar içinde boğulduğunu, asıl güneşin batıdan doğduğunu söyleyerek oraya yönelmenin gerektiğini salık verir: Devrin güneşleri garptan doğmada Tan yerinde yanan ateş soğmada, Şarkı karanlıklar ezip boğmada, O meş’um gecenin biz seheriyiz! Vatan sevgisi de Yeni Hayat’ın ayrılmaz bir parçasıdır. Yücel bunu da şöyle dile getirir: Gönlümüz kılıçtır, tenimiz kını, Orada saklarız vatan aşkını, Ülkeler fetheder sevgi akını Sanmayın bu yolda bizler geriyiz! İşte Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in iki büyük adamının Yeni Hayat konusundaki görüşleri… akılcı bir düzen içinde işlenmesi”dir. Dolayısıyla tarih ve edebiyat, hatta sanat bile bilim olarak algılanıp işlenebilir. Öte yandan, yukarıda yazdıklarım doğrultusunda bu derginin adı “Fen ve Teknoloji” ya da “Fenbilimi ve Teknoloji” olabilirse de sosyalbilimlere de yer verdiğinden, olduğu gibi kalabilir, ama bunun derginin tanıtım sayfasında açıklanması doğru olacaktır. 1 Cumhuriyet Kitapları, 2014 2 Atatürk’ün belki en önemli deyişlerinden birisi, hatta CBT’nin ikinci sayfasındaki çerçevedeki sözlerin altında yatan ama genelde son kelimesi atlanan (örneğin DTC Fakültesi binasının alınlılığı) “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözüdür (“İlim” kelimesinin ise belki de “sosyalbilimleri” belirtmek için kullanıldığı da hiç akla gelmiyor değil). Çerçeveye bunun da eklenmesi çok yerinde olurdu. Herşey ucuzladı. En pahalı şeyler en çok ucuzladı. Paha biçilemeyenlerse ayaklar altında, İnsan Onuru gibi... Sendikasız İşçi Köledir (*) bulunmadığı kanısındayım. Oysa batı dillerinin hemen hiç birisinde olmayan bir kelime avantajımız var: fen. Yani, batı dillerinde “Latince “scientia (bilgi)” kökünden gelen “science,” vb. kelimeler, hem genel hem de fen bilimleri anlamnda kullanılırken; aksi söylenmedikçe “fen” anlamını taşırlar. Dolayısıyla “Fen Fakültesi, Fen Dersleri” vb. adlandırmalarda rahatlıkla ve yerinde kullandığımız2 bu “fen” kelimesini, gerektiğinde anlamı daraltılmış “bilim” yerine açıkça kullanarak amaçlanan ayrımın hemen belirtilmesini sağlamak çok yerinde olur. Bu, “sosyalbilimci” dostlarımızın kendilerini sanki ikinci plandaymış gibi hissetme olasılığını da kaldıracaktır. Çünkü “bilim”, en genel anlamında, “herhangi bir bilgi sisteminin tutarlı ve (*) “İlkbahara Eylem Kitabı”mdan (Kanguru Yayınları, 2014) CBT 1417 19 /16 Mayıs 2014 • İyi diye yaptığımız şeyler iyi çalışan bir şeyi bozuyor. • Sanat bütün bir hayat! • Bazı acıları unuttuğumuzda yeniden yaşarız. • Yazarlar ikiye ayrılır: Günün konusunu yazanlarla, güne konu yazanlar... • Her siyaset kendince ulaştığı bir sıradanlık çözümlemesine dayanır. Kendi çözümlemesini henüz yapamamış olan siyaset hareketleri başarılı olamazlar. • Birey çoğunluktur. • Tiksinmemek yeterince nesnelleştirebilmektir. Bunu başarmak ileri bir düzeydir. • Küçümsememeyi öğrendiğinde, öğrenmeye başlarsın! • Benim de şiir hakkında önyargılarım var. Derim ki: Şiir sorumluluk taşısın. Veba zamanlarında gül alıp satmasın. Umut çırasının çakmağı olsun, insana onurlu bir varoluş için...Hiç bir tanrının veremediğini versin, verdiklerine de dudak büksün. Marşlar yazmasın, insanları uygun adım yürütmesin... Her etik’in bir estetiği varsa, bu sözlerimin de bir estetiği olacaktır. İşte kişi bunda usta olsun, öyle bir usta ki, ancak onun dizeleriyle bu sözleri anlayabilelim. • Bir akademisyen vekil yapıtlarımda “milletin değerlerini aşağıladığım” biçiminde bir suçlamada bulunmuştu. Değerlere nasıl hakaret edilebileceği üzerine düşünmeye başladım. Örneğin, “Dürüstlük” bir milli değerdir. “Onur” da öyle, “Adalet”, “Şeref” vs. Bunları aşağılasam; aslında birer gerçek değer olmadıklarını, insanı özünde yozlaştırdıklarını söylesem, bu şahıs bana aynı tepkiyi verecek miydi? Sanırım, hayır. Ama aşağılamakla suçlandığım şeyler de bunlar gibiyse, niye bu tepkiyi veriyordu? Sorunun değerlerde olmadığını, bu kişinin bu üstün değerlerin bir kısmını değersiz, bir kısmını da çok değerli saymasından; bunları üyesi bulunduğu topluluğun değerleri sayıp, saymamasından kaynaklanıyor olabilirdi. Ama insanlık değerleri dediğimiz değerler için de, insan olduğu için, aynı tepkiyi göstermiyordu. Bunu nasıl açıklamalıydı? Kolektif değerleri aşağılamak suçlaması daha çok, suçlayanın ciddi biçimde bir kişilik sorunu olabilirdi. Orada çürük bir şey kokuyordu... Düşünceye, sanata, bilime özgürlük ve öncelik tanımak ortamdaki kötü havayı epeyce giderebilir. • Herşey ucuzladı. En pahalı şeyler en çok ucuzladı. Paha biçilemeyenlerse ayaklar altında, insan onuru gibi... • Olan’dan olması gereken çıkmaz ama, olacak olan çıkar. • Bir şeye gerçek ya da doğru olduğu için değil, gereksindiğimiz için inanırız. • Hakikat ile hakikate inanmak farklı şeyler. İlkinde bilmek, ikincisinde gereksinmek söz konusu... Niçin gereksindiğinizi sorarak hakikati bilmek isteyebilirsiniz. • Herşey kendisinden çok fazla bir şeydir. Ondaki fazlalık biziz. • Ömür kendi kendine tükenmiyor. Dayanıyor bir şeye, orada törpüleyip, öğütüyor kendini. • İnsanın içine sığmayan daha büyük ne var ki? • İnsanca yaşamanın standardı belli. Bunun üstünü istemek patolojiktir. Altına göz yummak da öyle. • Siyasette kuralsızlık kuraldır; Tutarsızlık kuraldır, demek zorunda kalıyoruz. Böyle olunca, siyasetçi de keyfi, tutarsız biri olup çıkıveriyor. Bunları kural içinde tutmanın yolu, yargı denetiminde tutmaktır. Bununla kendilerine de iyilik etmiş oluruz. • Neş’esiz bir milletiz! • Feyzbuk size, isteseniz de çöpe atamayacağınız, unutamayacağınız bir hayat veriyor. Başka bir hayat… İstemeseniz de! • İşçilerin katılamadığı, katılanların işçi olmadığı bir bayram nasıl “1 Mayıs” olabilir ki! Kölelerin bayramı olmaz. Onlar ancak başkaldırabilirler. • Kimse işçi olmayı istemez, ama işçilerin olmasını ister. Çürüme buradan başlıyor. • Sendikasız işçi köledir. Sendikasız işçi çalıştırmak yasaklanmalıdır. • Sorulsa, Atatürk’ü tanımayanların hiç de az olmadığı görülür. Bunların yaptığı, tüm Cumhuriyet değerlerini anlamsızlaştırma ve unutturmadır. Bu çok ince bir kurnazlıktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ancak böyle yıkabileceklerini çok iyi biliyorlar. • Gerçek bir kumarbaz sonuçla ilgilenmez. • Şimdilerde deyiş değişti: “İnsafsız, Mobeseden kork!” deniyor artık. • Gittiğin yer yola çıktığın yerse, yolun bir kısır döngüdür. • Bilgelik korkudan. • Güzeli görebilen başka bir şey görmez.