02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PSİKOLOJİ Birilerini öldürme düşüncesi sizi katil yapmaz! Psikologların intrusiv düşünceler olarak isimlendirdiği istenmeyen, uygunsuz, tedirgin edici ve genellikle kontrol edilemeyen düşünceler ara sıra herkesi yoklar. Çoğu insanda intrusiv düşünceler geldiği gibi gider, ancak bazı insanlarda kalıcı olur. Bu tür düşünceleri kafasından atamayan insanlar obsesifkompulsif bozukluk tanısı konur. Genellikle toplumun yaygın endişe ve korkularını yansıtan takıntılı davranışlar ve endişeler, işlevini yitirmiş inançlardan kaynaklanır. Bunların hastalık boyutuna ulaşmamasının ilk şartı bu tür düşüncelerin normal olduğunu kabul etmektir. Örneğin bir insan yerdeki kırık camları topluyorsa, başka birinin bunların üzerine basıp ayağını kesmesinden kendisini sorumlu tutuyor demektir. Ekonominin Yumuşak Karnı: B. Ali Eşiyok Düşük tasarruf ve yatırım oranları W inston Churchill bir söyleşisinde yaşamı boyunca kendisini yaklaşmakta olan trenlerin altına atma dürtüsüyle mücadele ettiğini söyler 20.yüzyılın büyük matematikçilerinden Kurt Godel ise yediği yemeklerin kendisini zehirlemesinden korkar. Ve bu nedenle yalnızca eşinin yaptığı yemekleri yiyebilir. Ancak karısının 6 ay boyunca hastanede kalması gerektiği bir dönemde, bu korkusuna yenik düşerek yemek yemeği reddeder; 30 kiloya düşer ve açlıktan ölür. Alfred Nobel ise diri diri gömülmekten korkar. Bu nedenle öldüğü zaman, damarlarının açılıp kesin olarak öldüğü saptandıktan sonra yakılmasını vasiyet eder. Pek çok insan bu tür aykırı düşüncelerini dile getirmekten kaçınır; ta ki psikologları soruncaya kadar. Geçen yıl dünyanın dört bir yanından seçilen 700 öğrenciyi kapsayan bir çalışmada, katılımcıların % 90’ının rahatsız edici, ürkütücü ve şaşırtıcı düşüncelere kapıldıkları ortaya çıkmış. Pek çoğumuz kırsal bir bölgede otomobil kullanırken aracımızı tarlaların içine sürme arzusu duyarız. Üçte birimiz bize ait olmayan ama açıkta duran bir parayı kimseye sezdirmeden cebimize indirmeyi düşünürüz. % 40’ımız yüksek yerlerde aşağı atlama dürtüsüne yenik düşme korkusu ile geri çekilme ihtiyacı duyar. Psikologlar bu düşünce ve dürtülere intrusiv (istenmeyen, rahatsız edici, izin almadan giren, zorlayıcı) düşünceler adını vermiştir. göre beynimizde “fikir üretici” olarak tanımlanabilecek bilişsel bir “şey” vardır. Normal koşullar altında bu “şey” tüm seçenekleri göz önünde bulundurarak sorunları çözmeye yarar. Bu “şeyin” varlığını destekleyecek doğrudan bir kanıt yoktur, çünkü test edilmesi zordur. Ancak bazı araştırmalar, intrusiv düşüncelerin, stres altında olmak gibi bazı koşullarda daha fazla ortaya çıktığını gösteriyor. Almanya’da sinir bilimcilerin 2012 yılında beyin taramalarına dayanarak yaptıkları bir araştırmada, intrusiv düşüncelerin lisandan sorumlu beyin bölgesinde oluştuğu görüldü. Bilim insanlarına göre rahatsız edici, tuhaf düşünceler “içsel konuşma” alışkanlığına sahip insanlarda daha sık görülüyor. Ne var ki düşünce ve lisan arasındaki bağlantı daha çok felsefe çatısı altında ele alındığı için nörolojik açıdan yeterinde incelenmiş değil. Bazıları düşüncenin lisana ihtiyaç duyduğunu ileri sürse de, çoğunluk lisanın, düşüncenin beyne girmesi ve çıkması için yalnızca bir yol olduğunu düşünür. Bildiğimiz tek şey, intrusiv düşünceleri eyleme geçirme niyetinin hemen hemen hiç söz konusu olmamasıdır. Örneğin bir çocukla cinsel ilişki kurmaya yönelik rahatsız edici bir düşünce, sizi pedofil yapmayacağı gibi, öfke duyduğunuz birisinin kafasına balyoz indirme dürtüsü de sizin katil veya haydut olduğunuz anlamına gelmez. CBT 1417/10/ 16 Mayıs 2014 İNTRUSİV DÜŞÜNCELERİN KAYNAĞI Bu intrusiv düşüncelerin kaynağı nedir? Psikologlara İntrusiv düşünceler bu kadar yaygın ise ve OKB hastalığına yol açıyorsa, OKB niçin daha yaygın değil? Genel olarak toplumun % 2 veya 3’ünde bu hastalık görülür. Oysa herkes zaman zaman aykırı düşüncelere kendini kaptırır. “Problem düşüncenin kendisinde değil, insanların bu düşünceyi nasıl yorumladığı ile ilgilidir” diye konuşan Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden Stanley CBT 1417/11/ 16 Mayıs 2014 Çoğu insanda intrusiv düşünceler geldiği gibi gider, ancak bazı insanlarda kalıcı olur. Bu fark kişinin tüm yaşantısını etkiler, çünkü bu uygunsuz duygulardan kurtulmak zor olduğu gibi, insanların yaşam kalitesini belirgin biçimde bozar; hatta bazı insanlarda akıl hastalığı olarak ortaya çıkar. Bu tür düşünceleri kafasından atamayan insanlara, obsesifkompulsif bozukluk (OKB) tanısı konur. OKB ciddi ve tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Çoğunlukla sık sık el yıkamak gibi fiziksel ritüeller şeklinde kendini gösterir. Pek çoğu için bu takıntılı davranışların nedeni, kendisini rahatsız eden düşüncelerden kurtulma çabalarıdır. İNTRUSİV DÜŞÜNCELER HIV korkusu gibi saplantılar toplumların korku ve endişelerini yansıtır. HIV 1980’li yılların korkusudur. 1920’li yıllarda ABD’de doktorlar, frengi korkusunun yaygın olduğunu belirtiyordu. 1960’lı ve 1970’li yıllarda asbest korkusu doruktaydı. Şimdilerde ise iklim değişikliğinin yaratacağı felaketler toplumların kâbusu haline gelmiş durumda. Günümüzde insanların pek çoğu yükselen sıcaklıkların su kaynaklarını kurutacağından ve kuraklığın dünyayı çöle dönüştüreceğinden endişe ediyor. Kimisi ısıtıcılarının, ocaklarının, fırınlarının kapalı olduğundan emin olmak için defalarca kontrol etme alışkanlığını edinmiş. Bunu yapmalarının nedeni kendilerine bir zarar gelmesi korkusundan çok, gezegenin kısıtlı kaynaklarını koruma kaygısı. Dönemsel takıntılara bir örnek de son yıllarda insanların pek çoğunda görülen kanser korkusu. Günümüzün insanları, erken teşhis hayat kurtarır sloganının etkisi altında takıntı halinde checkup simidine sarılmış durumda. TAKINTILAR KORKU VE ENDİŞELERİNİN AYNASI Rachman, zararsız ancak aykırı düşüncelerin OKB’a dönüşümünün altında disfonksiyonel (işlevini yitirmiş) inançların yattığını öne sürüyor. Bu inançlar genellikle çocukluk çağında edinilir. Örneğin pek çok insan eylemlerinin olumsuz sonuçlarını abartma eğilimi taşır. Bu da endişeleri tetikler. Hepimiz bir ölçüye kadar disfonksiyonel inançlara sahip olsak da, bu, aramızdan bazılarının OKB hastalığı yakalanacağı anlamına gelmez. Diğer taraftan farklı disfonksiyonel inanç tipleri OKB semptomlarındaki geniş çeşitliliği açıklar. Örneğin mükemmeliyetçilik, simetri takıntısına yol açarken, hastalık kapma endişesinin abartılması temizlik ve hastalık kontrollerinde aşırıya kaçma eğilimi doğurur. OKB’nin nasıl oluştuğu ile ilgili bugün kabul gören bilişsel modele göre OKB’ta geçerli olan en önemli disfonksiyonel inanç, şişirilmiş sorumluluk duygusudur. OKB hastaları genellikle bir sonucu etkileyebileceklerine inandıkları zaman bundan kendilerini sorumlu tutarlar. Hayvanlarla cinsel ilişki, cinayet, ensest, hastalık korkusu, çocuk tacizi gibi düşüncelerin pek çoğu normal ve sağlıklı insanların beyinlerinde de oluşabilir. Uzmanlar 10 insandan birinde bu tür düşüncelerin zaman zaman ortaya çıkabildiğine işaret ediyor. Bu tür intrusiv düşüncelerin hastalık düzeyine çıkmaması için öncelikle herkesin bu tür düşüncelere kapılmasının normal olduğuna, bunların baskılamanın doğru olmadığına ve düşünce ile gerçekliğin aynı şey olmadığına inanmanız gerekiyor. Tekrarlayan intrusiv düşüncelere karşı geliştirdiğimiz tepkilerden biri bu düşünceden zorla kurtulma çabasıdır. Ancak çok sayıda araştırma bunun olanaksız olmasa da, çok zor olduğuna işaret ediyor. Bu istenmeyen düşünceleri baskıladığınız zaman çoğunlukla başka bir zamanda yeniden ortaya çıkar. Örneğin yatmadan önce baskılamaya çalıştığınız bir düşünce rüyalarınızda yeniden su yüzüne çıkar. Derleyen: Reyhan Oksay New Scientist, 26 Nisan 2014 http://www.psychologytoday.com/blog/anxietyfiles/200906/thosedamnunwantedthoughts http://ocdfree.tumblr.com/howtoovercomeintrusivethoughtshttp://www.psychologytoday.com/blog/anxietyfiles/200906/thosedamnunwantedthoughts http://www.soundmind.org/obsessivethinking.html#. U24tZ4FtvB da beyninizi meşgul edeceğini kabul etmek gerekir. Bu tutumunuzu devam ettirdiniz sürece bir süre sonra bu rahatsızlık verici düşünceler aklınızdan silinip gider. Semptomların artması kötü değildir: Sizi rahatsız eden düşüncelere odaklanmanızın sonucunda ortaya çıkan endişe ve saplantılarınız katlanılamaz bir hale gelebilir. Bu gibi durumlarda ilk tepkiniz bunları göz ardı etmek olacaktır. Oysa semptomların artması yararlıdır; iyileşme tekniklerini uygulamanız için size şans tanır. Sizi rahatsız eden durumların inatla üzerine gitmek, korkularınızla yüzleşmenize ve kontrolün elinizde olduğuna ikna olmanıza yol açar (Örneğin tecavüze meyilli olduğunuzu düşünüyorsanız, evde kalıp olabildiğince az insanla karşılaşmaya çalışmak yerine, dışarı çıkıp insanların arasına karışmak kendinize olan güveninizi artırır.) Geç gelen semptomlara dikkat: İyileşmeye başladığını zaman endişelerinizin de azaldığını fark edeceksiniz. Ne var ki bu, korkularınızı yendiğiniz anlamına gelmez. Bu yalnızca düşüncelerinizin tehdit edici değil, absürd olduğunu anladığınızı gösterir. Bu yöntemler endişelerinizden kurtulmanız için size yardımcı olacaktır. İlk başlarda endişeleriniz artmış olsa bile uzun vadede daha büyük bir rahatlama yaşama şansını yakalayabilirsiniz. İNTRUSİV DÜŞÜNCELERLE MÜCADELE 1 AYKIRI DÜŞÜNCELER NE ZAMAN HASTALIĞA DÖNÜŞÜR? İntrusiv düşünceler kişiliğinize terstir: Rahatsızlık veren düşüncelerin pek çoğu kişiliğiniz ile uyumlu değildir. Bu düşünceler ahlaki açıdan sizin tüm değerlerinize aykırıdır. Sonuçta siz bunları bir tehdit olarak algıladığınız için beyin de bunları önemli kategorisine koyar. İntrusive bir düşünceyi yaşama geçirmezsiniz; korkmayın: Hem kişiliğinize, hem de ahlaki değerlerinize bu kadar ters düşüncelerin, kafanıza takılması sizi hem rahatsız eder hem de korkutur; görmezden gelemediğiniz için kaygı duymanız da normaldir. Ne var ki kişiliğinizi ve değerlerinizi ters yüz edip bunları yaşama geçirmeyeceğinizden emin olabilirsiniz. Düşünceleri analiz etme sorunu: Herkes bu tür düşüncelere kapılır. Ancak OKB teşhisi konmuş hastalar bunlara omuz silkeleyeceğine, uzun süre üzerinde durur ve tepki verir. Bir intrusiv düşünce üzerinde ne kadar fazla durursanız, o kadar uzun süre beyninizi tutsak alır. Bu tür düşüncelere kapılmanın normal olduğunu ve yaşamın normal akışı içinde bunların da arada sıra KURTULMA YOLLARI 980 sonrası gündeme gelen ana akım iktisat politikaları sonucunda giderek unutulan, ancak kalkınmanın en temel bileşenlerinin başında gelen sabit yatırım ve tasarruf gibi parametreleri hatırlamakta sayısız yararın olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Türkiye gibi yarısanayileşmiş bir ekonomide imalat sanayi gibi ticarete konu olan sektörlere yönelik sabit yatırımlar ekonominin orta ve uzun dönemde büyüme hızını ve teknolojik/yapısal dönüşümünü belirleyen en temel göstergelerin başında geliyor. Sabit yatırım oranlarında gerçekleşen tempolu artışlar, ekonominin içerilmiş teknoloji ve üretim kapasitesini geliştirerek verimlilik ve rekabet gücünün artması ile sonuçlanıyor. Uzak Doğu Asya ülkelerinde ve/veya yeni sanayileşen ekonomilerin tempolu kalkınma hızlarında yüksek yatırım ve tasarruf oranları en belirleyici (stratejik) ögelerin başında geliyor. Bu bağlamda Türkiye ile birlikte seçilmiş ülkelere ilişkin tasarruf ve yatırım oranlarının incelenmesi Türkiye ekonomisinin kalkınma potansiyelini ortaya koymak açısından oldukça önem kazanıyor. Türkiye ve seçilmiş ülkelere ilişkin yatırım ve tasarruf oranlarını gösteren Tablo 1 incelendiğinde, Türkiye’nin tasarruf ve yatırım oranlarının Doğu Asya ülkelerinin oldukça altında kaldığı görülüyor. Güncel durumu yansıtması açısından 2012 bulguları göz önüne alındığında, Türkiye’de tasarruf oranları %14.5 oranında gerçekleşirken, söz konusu oranının Çin’de %51.2, Güney Kore’de %30.9, Malezya’da %31.9 ve Tablo 1: Türkiye ve Seçilmiş Ülkelerde Yatırım ve Tasarruf Oranları (%) Singapur’da %45.6 oranında gerçekleştiği görülüyor. Sabit yatırım oranlarının G. G. da tıpkı tasarruf oranlarında olduğu gibi, Çin Çin Kore Kore Malezya Malezya Singapur Singapur Türkiye Türkiye Türkiye’nin aleyhine geliştiği izleniyor. S I S I S I S I S I Buna göre 2012 yılında yatırım oranları 35.5 11.4 13.8 11.3 10.0 Türkiye’de %20.3 oranında gerçekleşir 1960 1970 29.0 25.4 20.2 38.2 14.7 ken, söz konusu oranın Çin’de %48.8; 35.2 23.1 31.8 26.3 27.4 32.0 45.0 12.9 18.2 Kore’de %27.6, Malezya’da %25.8 ve 1980 Singapur’da ise %27 oranında gerçek 1990 39.5 36.1 36.8 37.5 30.4 32.4 42.9 35.1 21.6 24.5 leştiği anlaşılıyor. Türkiye ve yeni sana 2000 36.8 35.1 33.0 30.6 35.9 26.9 44.2 33.2 18.1 20.8 yileşen Doğu Asya ülkelerine ilişkin bu 2010 52.2 48.2 31.9 29.5 34.2 23.3 48.0 21.4 13.2 19.5 bulgular, Türkiye’nin tasarruf ve sabit 2011 50.1 48.3 31.6 29.5 34.9 23.3 46.6 22.2 14.1 23.6 yatırım oranlarında tökezlediğini, son 2012 51.2 48.8 30.9 27.6 31.9 25.8 45.6 27.0 14.5 20.3 yıllarda dramatik düzeyde artan cari Kaynak: World Bank veri tabanından hareketle oluşturuldu. Oranlar ulusal gelir (GSYH) içerisindeki payları açığın arkasında giderek düşen tasarruf göstermektedir. Tabloda “S”’ler tasarruf oranlarını, “I”lar ise yatırım oranlarını göstermektedir. oranlarının varlığını ortaya koyuyor. Türkiye ekonomisinde %20’ler platosuna yerleşmiş bulunan oluşturuyor. Bu bağlamda iç tasarruf oranlarını artıracak şu önsabit yatırım oranları, ülkemizin kalkınma sürecinde tökezlelemlerin alınması gerekiyor: Direkt dış yatırımlar (FDI) dışınmesinin en temel dinamiklerinden birini oluşturuyor. Gelişmiş daki kısa vadeli sermaye girişlerinin ulusal tasarrufları kovucu ülkelerde bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeler, üreetkisi nedeniyle sermaye girişlerini denetlemeye yönelik Tobin tim süreçlerinde köklü değişikliklere neden olurken, mevcut tarzı bir vergileme. Lüks tüketim mallarının ithalatını kısıtlasermaye stokunu büyük ölçüde işlevsizleştirecek öğeler taşıyor. maya yönelik yüksek oranlı bir vergi uygulaması. Ulusal tasarruf Bu çerçevede, Türkiye imalat sanayiinde gözlenen olumsuzlukbilinci artırmaya ve yerli malların kullanımını özendirmeye yölar, sabit yatırımlara içerilmiş teknolojik değişmenin (embodied nelik eğitsel faaliyetlere ağırlık verilmesi. Üretmek ve üreterek technological change) sınırlı kalması nedeniyle, ihracat ve reyaşama katılmanın ahlakını yeniden topluma içselleştirmek ve kabet gücünü olumsuz etkiliyor. Son yıllarda üretimin ve ihrabu çerçevede tüketim toplumuna özgü davranış kalıplarını aşıncatın ithalata bağımlılığında meydana gelen hızlı artışlar da göz dırmaya yönelik eğitsel faaliyetler. Kayıt dışı ekonomiyi kayıt önüne alındığında, tasarruf ve sabit yatırım oranlarında tempolu içerisine alarak ek finansman imkânlarının yaratılması. İmalat artışlar gerçekleştirmeden dışa bağımlılığı önlemek neredeyse sanayi dışındaki özellikle inşaat, mali ve rantiyelere yönelik imkânsız gözüküyor. olarak sektörlere yönelik yüksek oranlı vergi uygulaması. 1980’li yıllardan günümüze dek uygulana gelen neoliberal Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi bir yol ayrımında bulunuiktisat politikalarının gelir dağılımını sermayenin en üretken yor. Ya iç kaynaklara dayalı yeni bir kalkınma modelini hayata kesimi (imalat sanayi) aleyhine önemli ölçüde bozması ekonogeçirmek ya da dış kaynak girişlerine bağımlı, kırılgan ve kalmide üretken sabit yatırımlarının da aşınmasına neden oluyor. kınma karşıtı, tüketimi besleyen mevcut modelde ısrar etmek. Gelir dağılımının imalat gibi üretken sektörlerin aleyhine, buna Ancak bu seçimler toplumsal gerçeklerden soyutlanarak, teknik karşın sabit yatırım eğilimi en zayıf sermayenin (mali, ticari, bir süreç olarak ele alınmaz. Bu seçimler; dünya sisteminde meyrantiyeler) lehine gelişmesi birikimi de olumsuz etkiliyor ve kaydana gelen gelişmeler, toplumsal sınıfların talepleri ve bunun naklar giderek üretken olmayan sermayenin elinde yoğunlaşıyor. siyasal yapıları etkileme güçleri ve gelirin yeniden dağıtım poliDiğer yandan, 1980’li yıllar ile birlikte ana akım neoliberal tikaları ile yakından ilgilidir. iktisadın piyasayı ve onun aktörü olarak özel kesimi fetişleştirmesi sonucunda, kamu üretici bir aktör olarak imalat gibi sabit yatırımlarda dışlandığı ölçüde, toplam sabit yatırım oranları da aşınıyor. Yapılan birçok ampirik çalışmada da gösterildiği üzere, kamu yatırımlarının özel yatırımları dışlamadığı, aksine özel yatırımları uyarıp, teşvik ederek tamamladığı ortaya konmuştur. Ekonomi tam istihdam düzeyine yaklaşmadıkça (Türkiye ve çevre ekonomiler bu kategoride görülebilir) ve kamu yatırımları için sermayehasıla katsayısı özel sabit yatırımlarınkinden daha yüksek olmadıkça, kamı sabit yatırımları özel sabit yatırımlarını dışlamıyor. Diğer yandan kamu sabit yatırımları talep yönetimi, kapasite yaratma ve yeniden dağıtım (bölüşüm) gibi ögeler nedeniyle yoksul ve büyüme yanlısı özellikler taşıyor. Türkiye deneyimi açıkça göstermiştir ki, kamunun üretici bir aktör olarak iktisadi faaliyetlerden dışlandığı 1980’lerden günümüze, yatırım açığını özel kesim dolduramamakta, yatırım oranları düşerken, yatırımlar da ağırlıklı olarak ticarete konu olmayan sektörlerde yoğunlaşıyor. Türkiye ekonomisinde tasarruf oranları da son derece düşük bulunuyor ve bu yapı dış finansmanı gündeme getiriyor. Sermaye hareketlerinin liberalizasyonunu (1989 yılında 32 Sayılı Karar ile) izleyen yıllarda, dış tasarrufların iç tasarrufları kovduğu, toplam tasarruf oranlarının önemli ölçüde aşındığı izleniyor. Kısa vadeli, spekülatif sermaye girişlerini kredi genişlemesi izliyor, bu da tüketimi patlatarak tasarruf oranları üzerinde baskı EKONOMİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle