02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Uluslaşmanın bir bütünleyicisi de Harf Devrimi’dir! Mümtaz Başkaya [email protected] uygun olmasının yolunu açtı. Bu yönüyle, bizim [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com Flu(x)us’umdan Yeni Sözler 85. Yaşgününde Doktora Hocam Erwin Deutsch’a... • Yeni yüzyılda akademide kolektif teknolojik patlamanın yeni bir icadıyla karşı karşıyayız. Bize düşen şey, bu icadı iyice keşfetmektir. Bu icadın adı “Yeni Öğrenci” ve Yeni “Üniversite Hocası”dır. • Buyrukla varlık arasında gördüğü ilişki insanlığın kaderini belirliyor. • Yaşantımız araç ve işlev çöplüğüne döndü. Neyin hangi işe yarar olduğunu bilemez olduk. Sanırım, aptallaşıyoruz da. • Uzmanlaşma aptallaşmanın öteki adı... • Övünülecek bir şey olmak ya da olduğunla övünmek içimizde derin bir yaradır. Bu yara kanarken hem irin akar hem de iyilik. İyileşmez. • Herkesin duvar yıkan yazıları vardır. Bu yüzden yazmak duvar yıkar. • İtaat kendinden vazgeçmedir. Haklı, onurlu bir nedeni olmalıdır. • Öyle sözler var ki, yeri değilken söylendiğinde daha iyi anlaşılır. • Ben de ufak tefek birşeyler başardım, ama başarılı bir hayat olmadı... Başarılı bir hayatın ne olduğunu bile bilemezken, nasıl olsun ki! Hattâ mümkün müdür başarılı bir hayat? Çok büyük şeyler başarsaydım da bunu söyleyemezdim, sanırım. Şu başarılı hayat lafını bir kenara bırakalım, en iyisi. Tam da belki şimdi, bu vazgeçmeyle başarılı bir hayat başlıyor olabilir. Ama biz artık onu düşünmüyoruz, değil mi? Hayatı başarmak zorundayız! • İyi diye yaptığımız her şey iyi çalışan bir şeyi bozuyor. • Kadın erkeğe sandığından çok daha fazla bir şeydir. Hem erkeğin, hem de kadının sandığından çok fazla bir şey... • İnsan doğaya uyruk olamaz. Bu doğasında yoktur. • Solucanlar dik duramaz! • Özgürlüklerin anası, anlam verme özgürlüğüdür. • Açlık varken, açlar varken, her tok onursuzdur. Açlık onurumuzu çalıyor. • Türkiye Tanrı’sına tapınmasını Türkçe yapmadıkça bağımsız ve özgür olamayacaktır. • Seçimler birbirimizi tanımamıza yarıyor. • Bu kadar kaderci olmak da akıl kârı değildir, hani! • Bu ülkede “vakıf” kavramı kadar ırzına geçilen bir başka kavram yok! • Eylemsiz felsefe hadımağasılığı gibi bir şeydir. • Yargıçlara her defasında yalnızca bir dava vermelidir. O davayı karara bağlamadan başka bir dava vermemelidir. Bitirdikçe de ödüllendirilmelidir. Ne diyeyim başka! İşi aldıktan sonra, başka bir işe giden ustalar gibi olmaktan çıkarmalıyız onları. O zaman, eminim ki, davalar birkaç hafta içinde bitecektir. Bu düşüncenin özü, bir yargıca gününü dolduracak kadar iş yükleyip, mahkemeleri dava deposu yapmamaktır. Bir dava yerine isterseniz uygun başka bir sayıda dava öngörerek, biten her davanın yerine bir yenisini almasını da düşünebilirsiniz. Bunun yanında, yargıç sayısını arttırarak ve yargıçlara etkin dava takibi kuralları geliştirerek Yargı’yı günün gereksinimlerine uygun bir duruma getirebiliriz. Yargı dışı etkenlerin yargılamayı geciktirmesine de aynı mantıkla katkıda bulunabiliriz. • Ekmek almak için bile sokağa çıkmanın devlet sopasıyla ölmek riskini taşıdığı bir ülkede yaşıyoruz. İşte tam da bunun için sokaklardan içeri girmemeliyiz, Berkin için! • Batıya giderek doğuya, doğuya giderek batıya ulaşırız ya, herkes birbirine doğru bir yürüsün bakalım. Karşılaştıkları yerde oturup birlikte düşünsünler. Bu ülkenin çok önemli bir özelliği var: İki elini de kullanabiliyor. Ne Batı ne de Doğu bunu yapabiliyor. • Demokrasilerde oy hırsızlığı tüm başka hırsızlıkların anasıdır. Kim ne çalıyorsa, birlikte çalıyorlar demektir bu! • İnsanı hevesleri büyütüyor. Çocukların hevesini kırmamalı. • Fakire sormuşlar, şair olsan ne yapardın diye... O da şiirin cücüğünü yazardım demiş. • Şair sözcük sarrafıdır. Hangisinden nasıl bir ziynet olacağını iyi bilir. S CBT 140919 / 21 Mart 2014 ayın Osman Bahadır’ın CBT’nin 12\10 Ocak 2014 “Bilim Tarihi” köşesinde “Harf devriminin nedeni” başlıklı güzel bir yazısı yer aldı. Bu yazıda Sayın Bahadır, “Harf devrimi, geçmişle kültürel bağları koparmak için yapılmadı” diyerek güzel bir sonuca vurgu yaptı. Harf devrimi, ülkemizde 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen addır. Bu yasayla o güne kadar kullanılan Osmanlı alfabesinin yerine, Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanmış bir biçimi kabul edildi. Amaç, okuma yazma oranını arttırmak ve bu çabayla da herkesi okuryazar yapmaktı. Peki, niye böyle bir zorunluluk vardı? Bunun sadece tek yanıtı yok. Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Cumhuriyetin modern insan tipine ihtiyaç vardı. Artık köhnemiş yapıdan kurtulunması gerekiyordu. Artık Cumhuriyeti tanıyan ve birey olduğunu bilen, yurttaş kavramını özümseyecek kitlelerin oluşması şarttı. Bunun için daha kolay öğrenilen bir yazı biçimi uygulanmalıydı. Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün yanında olan bazı kişiler bile bu harf devrimin başarıya ulaşamayacağı kanısındaydılar. Ama hiç de öyle olmadı. Yüzlerce yıldır sadece belli bir zümrenin okuyup yazabildiği ülkede, artık halk da büyük bir çoğunlukla kendi yazabildi ve okuryazar hale geldi. Bu harf devrimi ile kesinlikle kültürel bir kopukluk yaratsın diye bir amaç güdülmedi. Aksine okuryazarlığın çoğalması ile kültürel etkileşim daha iyi hale geldi. Kitleler, kültürel gelişmelerden haberi oldu ve en önemlisi yazılı hale getirilerek, sözle ifade ile taşınmasının yanında, kalıcılığı da sağlanmış oldu. Günümüzde bile hiç kimse Osmanlıca okuyup yazmasın denmiyor. Öğrenmek isteyenler de özgürce öğrenebiliyor. Bunun için dil, tarih konusunda eğitim veren bazı üniversiteler var ve ilgili bölümlerinde bu dilin okunması ve yazılması öğretiliyor. Bu öğrenen kişiler geçmişin kültürel bağlarını günümüze taşıyor ve taşımaya da devam edecek. Ancak bir ulusun kendine özgü dili olması gerekliği de yadsınamaz. Artık günümüzde ülke nüfusunun yüzde doksanı okuma biliyor ve çocuk yaşta da öğrenebiliyor. Çünkü okuryazarlık bu değişimle çok kolay hale geldi. Eğer böyle bir değişim olmasaydı, ne bilimde ne kültürde ilerleyebilirdik. En önemlisi çağdaş bir yaşam bugünkünden çok geride olurdu. Türkçedeki seslerin tanımıyla düzenlenen Latin abecesi, bizim konuşma yapımıza uygun olarak hem sözlü hem de yazılı anlatımlarımıza kültürümüzü halk içinde yaşatabilmemizin çok önemli bir yolu oldu. Çünkü Anadolu halkı, duru bir Türkçeyle konuşuyordu. Türkülerini, masallarını, ninnilerini ve günlük konuşmalarını hep duru bir Türkçe ile dile getiriyordu. Ancak Osmanlıcayı bilmediği için, sadece sözle yetiniyor ve yazıya dökemiyordu. Ayrıca, halk ile okumuşlar arasında kopukluk da vardı. Çünkü o günün aydınları dil ve konuşma biçimi yönüyle de halktan bir hayli kopuktu. Arap harflerini okuyup yazabilmenin zorluğu bilinen bir konudur. Yazılıştaki en küçük bir ayrıntı bile anlamı değiştirebiliyor. “Geçmişle kültürel dil bağımızdan uzaklaşıldı” söylemine, Eski Türklerin kullandığı tümcelerle bir örnek vermek istiyorum: 1300 yıllık Göktürkçe Cümlenin Aslı Anlamı Boz bulıt yorudı Boz bulut yürüdü Boyun üze yagdı Boyların üzerine yürüdü Kara bulıt yorudı Kara bulut yürü dü Kamıg üze yagdı Her şeyin üzerine yağdı Kamıg: Kamu: her şey 100 yıllık (Osmanlı Türkçesi) “Amedi medid ve ahdi ba’iddir ki danişgâhı istifadede nihadıı Zanuyı taleb etmekle arzuyı kesbi edip kılıp” Şimdi her iki örneği okuduğumuzda, 1300 yıllık Göktürkçe ile yazılan tümceleri doğruya yakın anlamını anlayabiliyoruz. Ancak Osmanlı Türkçesi ile yazılı yukarda ki tümceden ne anlatılmak istenildiğini anlayabilmiş değiliz. Öyle bir dil düşününüz ki, halkın çoğunluğu anlayamasın ve yazamasın. Böyle şey olur mu? Bu ve benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Bir de bu tümcenin Arapça harflerle yazıldığını varsaydığımızda, günümüzde sadece o dönemleri yaşamış olan, bu dili ve yazım biçimini bilen çok az sayıda kişilerin anlayabileceği açıktır. Bir de bir ulusu kendi öz diline döndürmenin neresi yanlış? Okuma yazma bilmeyen halkın kendi diline ve söylemine kavuşması, sözlü edebiyat ürünlerinin yanında yazıya da dökmesi asıl kültürel bir birlikteliğin yolunu açmıştır. Çıkalım Anadolu’ya, günümüzde bile halkımız kendi dili olan Türkçeyi duru bir biçimde yaşatmayı sürdürüyor. Konuşurken hiç zorlanmıyor. Masallarında, öykülerinde, şiir ve manilerinde, destanlarında, ağıt ve Türkülerinde çağlar boyu yaşatabiliyor. Yazarken de Atatürk’ün uluslaşmadaki önemli değişimi olan Harf Devrimi ile de öncelikle kendi özünü, kültürünü kalıcı hale getiriyor. Bunu yadsımamız, yok saydırmamız mümkün mü?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle