02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEMEL BİLİM ARAŞTIRMALARI Ekonomik büyümenin lokomotifi: Temel bilimlere yatırım ABD’de 130 yıldır devam etmekte olan üssel büyümenin temelinde teknolojik gelişmelerin yattığını ileri süren ekonomistler, teknolojik gelişmelerin de çekirdeğini temel bilimlere yapılan yatırımların oluşturduğunu söylüyor. Son yıllarda ekonomik krizlere ve kemer sıkma politikalarına bağlı olarak temel bilimlere yapılan yatırımların azalması, dünyanın geleceğini tehlikeye sokuyor. Gerek devlet, gerekse özel sektör ARGE harcamalarının GSMH’nın % 3’ünün altına düşmemesi için elini taşın altına koymalıdır. B aşkan Obama’nın bilimsel konulardaki danışmanlarından Profesör William H. Press, yıllık AAAS (American Association for the Advancement of Science) Toplantısı’nda “Bilimin Güzelliği ve Yararları” başlıklı bir konuşma yaptı. Press konuşmasında ARGE’nin, özellikle de temel bilimlere yapılan yatırımların ülke ekonomisi üzerindeki kritik etkisine dikkat çekti. CBT 1409/10/ 21 Mart 2014 ORTAK MALLARIN TRAJEDİSİ Bu senaryo ekonomistler tarafından ortak mal CBT 1409/11/ 21 Mart 2014 ginç olan, toplumların temel bilimler konusundaki araştırmalara, sanat ve beşeri bilimler konusundaki çalışmalardan daha fazla yatırım yapmak istemesidir. Bunun en belirgin nedeni, temel araştırmalar ile makroekonomik büyüme arasında zaman içinde oluşmuş olan bağlantıdır. Keşifler, teknolojinin gelişmesine ve yeniliklere yol açarken, yeni teknolojiler de yeni ürünlere, yeni iş alanlarına ve yeni sanayilerin doğmasına zemin hazırlar. YÜZYILDAN BU YANA ÜSSEL BÜYÜME Grafik 1, son 130 yıldır ABD’deki kişi başına düşen gayri safi milli hasıladaki (GSMH) büyümeyi gösteriyor. Birkaç küçük dalgalanma göz ardı edildiğinde, eğrinin pürüzsüz bir üssel büyüme trendi izlediğini görüyoruz. Bu grafikte dikkat edilmesi gereken nokta, eğrinin nüfusun artışı ve Amerikan ekonomisindeki büyümeye paralel ilerleyen GSMH’daki artışı değil, kişi başına düşen milli geliri gösteriyor olmasıdır. Bu da her bireye düşen ortalama geliri yansıtır. Bu süre içinde yaşanmış olan ekonomik krizler (1930’lardaki ekonomik kriz gibi) bu üssel ilerlemeyi durduramadı. 2005 yılındaki ekonomik kriz de 2009 yılında başlayan ekonomik toparlanmaya bağlı olarak, son üç yıldır kişi başına düşen milli gelirin yükselişine engel olamadı. Grafik 2, bir ülkenin ARGE yatırımlarının yüzdesi ile toplumdaki bilim insanı ve mühendis yüzdesi arasında yüksek bir korelasyon olduğunu ortaya koyuyor. Ülkelerin içinde bulunduğu daireler, toplam ARGE yatırımlarının hacmini gösteriyor. En büyük daire ABD’ye ait, yaklaşık GSMH’sının % 3’ünü ARGE’ye harcıyor. Son 50 yılın sanayi liderleri olarak değerlendirilen ülkeler (ABD, Almanya, Japonya, Güney Kore vb.) grafiğin sağ üst kısmında, İskandinav ülkeleri ve Singapur ile birlikte toplanmış durumda. Bu ülkeler teknoloji liderleri olarak nitelendirilebilir. İkinci kümeyi ise İngiltere, Fransa, Kanada, Avustralya, Rusya gibi ARGE’ye daha az harcama yapan ve daha az sayıda bilim insanı ve mühendis yetiştiren gelişmiş ülkeler oluşturuyor. Bunlar da teknoloji takipçileri olarak nitelendirilebilir. ARGE’YE HARCANAN MİKTAR Grafiğin sol alt köşesinde yer alan üçüncü kümeyi ise başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler oluşturuyor. Korelasyon, bilindiği gibi nedensellik ile aynı şey değildir. İnsanlar ARGE’ye daha fazla harcadıkları için mi zengindir? Yoksa zengin oldukları için mi ARGE’ye daha fazla harcarlar? Yoksa bu neden sonuç ilişkisinde başka faktörler de mi söz konusu? Bu son sorunun yanıtını başta Robert Solow olmak üzere ekonomistler veriyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından 1970’ler 1980’lere kadar uzanan zaman diliminde ekonomistler, ABD ekonomisindeki bu üssel büyümenin nereden geldiğini ve hangi faktörlerden kaynaklanmış olabileceğini araştırdılar. Üssel büyüme genel olarak pozitif geri beslemeden kaynaklanır; üretilen bir şey, daha fazla üretimin yolunu açmalıdır. Başka bir deyişle, üssel büyümenin yaşandığı ülkelerde, üretilen bir şey başka bir şeyin üretim aracı olmalıdır. Ekonomistler 200 yıldan bu yana başta Adam Smith ve David Ricardo olmak üzere üretim araçlarını inceliyor. Klasik KLASİK ÜRETİM ARAÇLARI: Toprak, emek ve sermaye Solow ve kendinden sonra gelen ekonomistler hangi faktörün üretime daha fazla katkı sağladığına kafa yordular. Sonuçta tarihsel büyümenin yaklaşık yarısı bilinen faktörlerle açıklanabildi. Açıklanamayan kısım –bazı durumlarda % 85e kadar çıkabiliyordu Solow tortusu olarak isimlendiriliyor. Daha ileri çalışmalarda Solow tortusunun yeni bir üretim aracı olarak nitelendirilebileceği ortaya çıktı. Bu da teknolojik ilerlemeydi. Teknoloji aslında bir sermaye şekli değildir, çünkü çağdaş bir teknoloji tek kişiye mal edilemez; kimse o teknolojinin mülkiyetine sahip değildir. Ancak pozitif geri besleme yaratma özelliğine sahiptir. Bir üretim aracı olarak teknoloji, zenginlik yaratır ve daha fazla teknolojik gelişmenin yolunu açar. Bu da sonuç olarak, üssel büyüme için gerekli döngüyü başlatır. Bu yeni faktörün belirlenmesinden ve teknolojik ilerlemenin ihtiyaç duyduğu yakıtın temel araştırmalara yapılan yatırımlardan sağlandığının anlaşılmasından sonra, 1970’lerde temel araştırmalara yapılan yatırımın yıllık getiri oranları hesaplandı. Bu yöndeki öncü çalışmaların hemen hemen hepsi temel bilimler ARGE’sinin çok yüksek bir getiri oranına sahip olduğunu ortaya koydu. Pek çok yatırım şirketi ve emeklilik fonları % 5 yatırım getiri oranını kabul edilebilir bulurken, temel bilimlere yapılan yatırımların getiri oranının yılda % 20 ile % 60’lara ulaştığı ortaya çıktı. Eğer ARGE’nin getiri oranı bu kadar yüksek ise, herkesin birikimlerini tüm emeklilik fonlarını çekip, laboratuvarlara yatırması gerekir. Doğal olarak bu gerçekçi bir öneri değildir, çünkü neoklasik ekonomideki bir başka kuram bu noktada devreye giriyor. Bu da kendine mâl etme kuramıdır. Mâl edebilme kuramı şu anlama geliyor: Ödül, parasını riske atıp yatırım yapan yatırımcıya nasıl geri dönüş yapıyor? Yatırımcı ödülden ne kadar hoşnut kalıyor? Temel araştırmaya yapılan yatırımın getiri oranı yüksek olmakla birlikte, bu, insanlara tek tek maddi kazanç olarak geri dönmez. Temel araştırmanın doğası gereği elde edilen sonuçlar dünyanın geri kalanına akıyor. Temel araştırmalar uygulamalı araştırmalara dönüşse de, patentler, ürünler ve nihai olarak ekonomik büyüme, orijinal araştırmanın yapıldığı laboratuvarda veya ülke sınırları içinde meydana gelmeyebilir. Dolayısıyla temel bilimlerin mâl edinebilme özelliği düşüktür. Başka bir deyişle yatırımcı çoğunlukla yeterince ödüllendirilmez. Dolayısıyla bilimsel keşiflere yol açan temel araştırmalar, kamu yararı için yapılmıştır; herkese fayda sağlar. Fakat kişisel olarak temel araştırmalara para akıtmak çok da kârlı bir yatırım alanı olarak görünmediği için özel sektörün temel araştırmalara yatırım yapması beklenemez. Böylece halka fayda sağlayacak bu yatırımların devletin üstlenmesi beklenir. Grafik 3 Bilim topluma neler sağlıyor? Bir kere dünyanın entelektüel zenginliğine büyük katkı sağlıyor. İl DÜNYANIN ENTELEKTÜEL ZENGİNLİĞİNE KATKI üretim araçları toprak, emek ve sermayedir. Ekonomi tarihinin iki yüz yılını geride bırakıp bugünlere geldiğimizde, yatırım ve eğitim gibi insan sermayesinin çeşitli formları da bu araçlara eklenebilir. Fikri mülkiyet de sermayeye dâhil edilebilir. Kaldı ki fikri mülkiyet, bugün makine parkı veya fabrika kadar önemlidir. Toprak gibi sabit bir üretim aracı, doğal olarak üssel büyüme için pozitif geri besleme yaratamaz. Toprak (bugün toprağa diğer doğal kaynakları da ilave ediyoruz) daha fazla toprak üretmek için çoğaltılamaz. Diğer doğal kaynaklar ancak bir sefere mahsus keşiflerle zenginleştirilebilir. Emek, GSMH’nın nüfus artışına oransal olarak arttığı koşullarda, daha fazla emek üretmek için çoğalabilir. Ancak emeğin büyümesi, tek başına kişiye daha fazla gelir üretemez. Dolayısıyla geriye ekonomistlerin sermaye olarak nitelendirdikleri faktör kalıyor. yalnızca üçte birdi. Bugün oranlar neredeyse tersyüz edilmiş durumda. ABD’deki ARGE faaliyetlerinin yaklaşık üçte ikisini özel sektör yürütüyor. SOLOW TORTUSU = TEKNOLOJİ Grafik 1 Kamu ve özel sektörün paylarındaki bu dramatik değişiklik, geliştirme faaliyetlerinin araştırma faaliyetlerinin önüne geçmesiyle kendini gösteriyor. Çünkü geliştirme, piyasaya daha hızlı erişim kabiliyetine sahip ürünler ve hizmetler üretebiliyor. Böylece işi yürüten şirketin hissedarları daha yüksek getiri oranlarına kısa zamanda kavuşabiliyor. Kamu ve özel sektör payları arasındaki bu kaymayı başlatan nedir? II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, dünya GSMH’nın yaklaşık % 50’sine sahipti. Dolayısıyla devletin ARGE yatırımlarının yaklaşık % 50’si ABD ekonomisine akıyordu. Oysa bugün bilgi erişimi o kadar hızlanmış durumda ki, dünya üzerinde herhangi bir yerdeki, herhangi bir kişi, bilimsel keşiflerdeki ekonomik potansiyeli fark edip üretici konumuna geçebilir. Bugün ekonomideki bu köşe kapmaca internet hızıyla örtüşüyor. Grafik 4, 1965 ile 2011 arasında ABD’nin temel bilimlere yaptığı yatırımı ve bu yatırımların devlet, sanayi ve diğer finansal kaynaklar arasında nasıl paylaşıldığını gösteriyor. 19902007 arasında sanayinin temel araştırmalara yaptığı yatırımlar, sabit 10 milyar dolarla durağan bir evreye geçmekle birlikte, devlet ve diğer finansal kaynakların yatırımlara hız vermesiyle büyüme dengelendi. Ancak 2008 yılından başlayarak sanayi, temel araştırmaları yeniden hızlandırmış olsa da bu, 2011’e kadar sürdü. Grafik 4’te federal devletin temel bilimlere yaptığı yatırımlarının 2003 yılında 37 milyar dolara dayanıp, bir plato oluşturduğu görülüyor. Bu, çok tehlikeli bir gidişatın ilk sinyalleri olarak algılanabilir. Devletin temel yatırımlara destek vermesi kamu yararını gözetme ilkesinden kaynaklanıyor. Ancak artık ARGE’nin getirisinden tek tek şirketlerin değil, tüm ülkelerin yararlanabilme olanağının doğması yatırımların çekiciliğine gölge düşürüyor. Başka bir deyişle 1990’larda Amerikan şirketlerinin temel bilimlere yatırım yapmakta ayak sürümesi, şimdilerde Amerikan devletinde de yankı buluyor. Eğer diğer devletler de ABD’nin izinden giderse, 150 yıldır görülmeyen bir durağanlık yaşanabilir. Bu da araştırma dünyasında sıfır toplam olarak nitelendirilen durumu doğurur. Ülkelerin tümü, başka ülkelerin finanse ettiği temel araştırmalardan elde edilen sonuçları değerlendirmeyi tercih ederken, kendi topraklarında yatırım yapmaya yanaşmaz. Bunun sonucunda dünya eski yatırımların azalan getiri oranlarıyla yetinmek zorunda kalır. DAHA ÇOK GELİŞTİRME, DAHA AZ ARAŞTIRMA ların trajedisi olarak isimlendirilir. Kimse herkese yarar sağlayacak bir şeyi sürdürmek için yatırım yapmak istemez. Bu yaklaşımın tipik örneği herkesin koyununu otlattığı ortak otlaktır. Herkes hayvanını otlatma hakkına sahiptir ama kimse otlağın bakımını üstlenmek istemez. Bir süre sonra ortalıkta bir sürü aç hayvan dolaşırken, otlak çorak bir araziye dönüşür. Temel bilimlere yapılan yatırımlar ortak mallardır. Aşırı tüketim ve yenilenmeme sonucunda ortada ne yeni bir teknoloji, ne de yeni bir ürün kalır. Şu anda Küresel Bilim Vakfı gibi bir kuruluş söz konusu olmadığına göre her ülkenin taşın altına elini koyması gerekir. Bütçe krizleri ve kemer sıkma dönemlerinde temel bilimlere yatırımların azalması, ekonomik büyümeyi büyük ölçüde sekteye uğrayabilir. Bu trajedinin gerçekleşmesi engellenebilir mi? William H. Press’e göre engellenebilir. Bu bağlamda istatistikçilerin ağır kuyruklu dağılım olarak nitelendirdikleri dağılım ile halkın bilimsel araştırmalara duyduğu güven arasındaki ilişkinin net bir şekilde açıklanması gerekir. İstatistikçilerin gözüyle ağır kuyruklu dağılım, olağandışı özellikler taşıyan olayların orta önemde ki olaylara kıyasla d a h a seyrek olarak meydana gelmesi dir. Bilim tarihinin son birkaç yüzyılına göz attığımızda bilimsel keşiflerin yarattığı yararların ağır kuyruklu bir dağılım sergilediği görülür. Tipik bir tıbbi keşif, binlerce insanın yaşamını kurtarabilir. Penisilinin keşfiyle birlikte milyonlarca kişinin iyileşmesi buna en iyi örnektir. 20.yüzyılda kuantum mekaniği ve atomik yapı konusundaki keşifler ise modern elektroniğin, bilgisayarın ve internetin doğmasına yol açmıştır. Bütün bunlar temel bilim araştırmalarından elde edilmiştir. Dolayısıyla büyük yararlar sağlayan keşifler, görece olarak sıradan keşiflere oranla daha seyrek meydana gelir ama etkileri devasadır. Buna bağlı olarak temel bilimlere yapılan uzun vadeli istikrarlı yatırımlar, insanlığa tahmin bile edilemeyecek boyutta getiri sağlayabilir. Siyasilerin bu hedefe yönelik olarak ARGE harcamalarını GSMH’nın % 3’ünün altına düşürmemeleri ve geleceğin nesillerine daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için sabırlı ve istikrarlı bir şekilde ARGE yatırımlarını sürdürmeleri gerekir. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: www.sciencemag.org 15 Kasım 2013, vol 342 AĞIR KUYRUKLU DAĞILIM Grafik 2 ÇOK TEHLİKELİ BİR GİDİŞAT KENDİNE MÂL ETME KURAMI Grafik 3, son 50 yıldır ABD’nin toplam ARGE desteğini GSMH’nın yüzdesi olarak ve devlet (federal devlet) ve özel sektör arasında nasıl paylaşıldığını gösteriyor. Tüm ARGE faaliyetleri (yalnızca temel araştırmalar değil) % 2.2 ile % 2.8 aralığında değişiyor. Gerçekten de Solow’un kuramına uyumlu olarak ARGE yatırımlarının ABD ekonomisindeki büyümenin % 85’inden sorumlu olduğu söylenebilir. Bu grafikte dikkati çeken en önemli değişiklik, 50 yıl boyunca devlet desteğindeki ARGE payındaki dalgalanmadır. Sputnik sonrası dönemde (195458) ABD’de toplam ARGE faaliyetlerinin üçte ikisi devlet tarafından karşılanıyordu; özel sektörün payı BÜYÜMENİN NEDENİ % 85 ARGE Grafik 4 TEMEL BİLİM ARAŞTIRMALARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle