02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CBT 1444/21 Kasım 2014 9 TEKNOPOLİTİK Baha Kuban [email protected] pıya müdahale ederek ülkenin sosyal yapısını da etkileyerek yeni kesimler yaratmayı amaçlayan iktidar bu şekilde, elinde kalan sınırlı imkanlarla amacını yerine getirmenin bir yolunu bulmuş oluyor ve bu da yeni devletçiliğin temel niteliğini oluşturuyordu. Biyolojik kalp pilleri elektroniklerin yerini alabilir Elektronik kalp pilleri kalp atışları düzensiz kişiler için can kurtarıcı olabilir. Gelgelelim, bir kalp piline gereksinimi olan herkes kalbine böyle bir elektronik aygıtın yerleştirilmesi olanağına sahip değildir. Domuzlarla yaptıkları deneyler sonucunda araştırmacılar günün birinde elektroniklerin yerini tutabilecek “biyolojik bir kalp pili” oluşturulmaya yarayan yeni bir yöntem buldular. Bu tür bir kalp pilinin oluşturulması için kalp kası hücrelerine, bu normal hücreleri kalp atışını başlatan özel hücrelere dönüştürebilen bir gen enjekte ediliyor. Araştırmayı yürüten CedarsSinai Kalp Enstitüsü KardiyogenetikAilesel Aritmi Kliniği başkanı Dr. Eugenio Cingolani, “Henüz ana rahmindeki bebeklere kalp pili takılması söz konusu değil. Ancak günün birinde gen aktarımı elektronik donanımın yerini tutabilir ve birçok kişinin yaşamını kurtarabilir” diyor. Karbon Devleri Anlaşıyor mu? ABDÇin Anlaşmasının Olası Etkileri Uluslararası İklim Değişikliği Paneli IPCC, 4. Değerlendirme Raporunun sonuçlarını 2 Kasım 2014 pazar günü Kopenhag’da, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Kimoon’un da katılarak desteklediği bir basın toplantısında açıkladı. Onbinlerce bilimsel çalışmanın 1000’e yakın uluslarararası uzman tarafından değerlendirilmesiyle ve %95 kesinlikle ortaya konulan sonuçlar bilineni tekrarladı. Aslında son 13 ayda yayımlanan 3 ara raporunun birleşimi olması itibarıyla Sentez Raporu’nda bir sürpriz yoktu. Ancak IPCC’nin kuralları gereği, bilim insanlarının yanısıra hükümetlerin de onaylamaları gereken Sentez Raporu, son bir hafta boyunca satır satır tartışılarak; Raporda yer alacak ifadeler üzerinde sert tartışmalar yapılarak ortaya çıktı. Uzun oturumlar sonunda uykusuz delegelerin Cumartesi akşamüstü teslim ettikleri Rapor, gelecek yıl 30 Kasım’da Paris’te başlayacak 21. Taraflar Konferansı (21. COP) öncesi durum tespiti yaparak, deyim yerindeyse tüm Müzakelerlerin temelini oluşturuyor. Bilindiği gibi, Paris‘te yeni bir uluslararası iklim rejiminin ortaya çıkması bekleniyor. Sentez Raporu, iklim değişikliğinin nedenleri, etkileri ve önlenmesi ile ilgili her zamanki yorumlarını ortaya koyarken, kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil kaynaklardan enerji üretiminin 2100’de tamemen sona ermesi gerektiğinin, 2050’de elektrik üretiminin %80’inin güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklarından elde edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Daha önce yayınlananlara göre daha sert ve uzlaşmasız bir dille kaleme alınan raporda, IPCC ilk kez, iklim değişikliği ile mücadelenin iktisadi gelişmeye çok küçük bir etkisi olacağını, bu değerin yıllık %0.06 civarında hesaplandığını belirtti. Yine rapora göre harekete geçmekte gecikmenin maliyeti de yüksek. Önceki uluslararası müzakerelerden büyük hayal kırıklığı ile ayrılan dünya kamuoyunun Paris’ten bir beklentisi var mı? Bu konu 12 Kasım Çarşamba günü Beijing’den gelen haberlerle yeniden iklim kamuoyunun gündemine oturdu. ABD Başkanı Obama ile Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping, yorumcular tarafından “dönüm noktası” ve “tarihi” olarak adlandırılan bir anlaşma yaptıklarını açıkladılar. Dünyanın en fazla salım yapan iki ülkesi ABD ve Çin’in, iklim değişikliği ile mücadele için anlaşması, özellikle Paris öncesi çok önemli sayılabilecek bir gelişme. ABD’deki son seçimlerde “iklim inkarcılarının” ve fosil endüstrisinin, büyük fonlarla bonkörce desteklediği politikacıların Obama’yı köşeye sıkıştırdıkları bir esnada gelen bu anlaşmanın ne kadar etkili olacağını 2015 içindeki gelişmelerden izleyeceğiz. Ama, fosil lobilerinin en fazla beslediği bu ‘milli irade’ sahiplerinin ABDÇin Anlaşmasını hemen hedef tahtasına oturtmaları tesadüf değil elbette. Her iki taraftan yapılan açıklamalara göre, ABD sera gazı salımlarını, 2005 referans yılına göre, 2025’de %2628 arası düşürecek. Dünyanın sera gazı salımlarını en hızlı arttıran ülkesi Çin ise, en geç 2030 yılı itibarıyla salımlarını azaltmaya başlayacak. Ayrıca Çin, enerji portföyünde yenilenebilir enerji kaynakları payını 2030 itibarıyla %20’ye çıkaracak. Her iki lider, ülkelerinin bu salım azaltım değerlerine daha erken ulaşma ya da daha fazlasını gerçekleştirmeye gayret etme sözü de vermiş bulunuyor. Bu anlaşmanın “tarihi” olmasının nedenlerinden biri, Çin’in ilk kez mutlak salım değerlerinde bir azaltımdan söz etmesi. Dolayısıyla Çin, Türkiye de dahil tüm gelişmekte olan ülkelerin papağan gibi tekrarladığı, gelişme ya da salım azaltımı düğümünü, tek bir kılıç darbesi ile değilse bile birkaç darbede parçalayacağını ilan etmiş oldu. Bu son gelişme, Türkiye’nin güneşi rüzgârı dururken, yerli kaynak diye sarıldığı kömür esaslı enerji stratejisinin, uluslararası iklim müzakerelerinde topa tutulacağını da garanti ediyor. Gerçi, uluslararası müzakerelerdeki “şanlı geçmişimiz”e bakıldığında bundan fazla etkilenmeyeceğimiz de garanti! “İklim Adaleti” beklentisi, salımlarını hızla arttıran “gelişmekte olan ülkelerin” lideri konumundaki Çin tarafından yeni bir yoruma tabi tutulurken, bu tutum değişikliğinde, Çin’in hemen tüm yenilenebilir enerji alanlarında son 5 yılda katettiği muazzam yolun etkili olduğu görülüyor. Bir sonraki yazıda olası gelişmelere daha yakından bakalım... Oniki yıllık AKP iktidarı döneminde devlet, sadece klasik teşvik mekanizmaları yoluyla değil, aynı zamanda siyasi birtakım gerekçelerle girişimcilerin iktisadi faaliyetlerine hiç de adil olmayan ve hiçbir demokratik ülkede örneğine rastlanmayacak bir şekilde müdahale etmeye başladı. Böylece devlet sermaye birikiminin hangi yollarla sağlanacağı ve kimlerin elinde biriktirileceğine de karar vermiş oluyordu. Özellikle 2002 sonrası demokratikleşme yolunda alınan yola ve AB’ye uyum yönünde yapılan reformlara rağmen, ülkenin sosyal dokusunun hâlâ tam oturmamış olması ve mevcut iktisadi kesimlerin devlete olan bağımlılıkları, devletin bu tarz doğrudan müdahalelerine hâlâ imkân verebilmesi dikkat çekicidir. 1980 sonrası yapılan piyasa yönlü reformlara rağmen, yeteri kadar gelişip güçlenemeyen sanayiciler, kendi iktisadi çıkarlarını savunabilecek sağlam bir kesimsel ittifakı kuramamışlardır. Aksine bu, geleneksel sanayimizin ve sanayicimizin faaliyetlerinin yurtdışından ziyade giderek daha çok yurtiçi piyasalara yönelmesi, devlete bağımlılıklarını artırmış ve bu şekilde devlet erkine ve onun uygulamalarına daha çok boyun eğer olmuşlardır. Son zamanlarda değişen dünya konjonktürüne uyum konusunda güçlük çeken iktidarın, ekonomide uygulamaya devam ettiği kaynak kullanım tercihlerini değiştirmeden, bugüne kadar işbirliği içinde olmadığı kesimlerle bir ittifak içine girmesi kolay görülmemektedir. Zira, ekonomiden sorumlu bakanın dönem dönem açıklamak zorunda kaldığı Orta Vadeli Ekonomik Programlar (OVP)’in ikna kabiliyetinin düşüklüğünün nedeni, bu yönde ortaya konulan bir açılımın programlarda yer almamasıdır. Belli ekonomik hedeflerin dışında, ekonominin kaynak kullanım tercihlerini sanayi faaliyetlere yöneltecek ikna edici reformları içermemesi ve siyasi alanda yapılan uygulamaların OVP’lerdekilerle uyumlu olmaması, bu işbirliği eksikliğini göstergesidir. Bu koşullarda mevcudu korumaya çalışacak bir AKP iktidarının, ortaya çıkacak ekonomik sorunlarla baş edebilmek için daha müdahaleci ve baskıcı olması neredeyse kaçınılmazdır. Kaldı ki,Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin artan siyasi riskleri, iktidarın yapacağı bu müdahalelerin daha otoriter bir yapıya bürünmesini mümkün kılmaktadır. DEVLET, SERMAYE BİRİKİMİNE MÜDAHALE EDİYOR Araştırmacılar daha önce bu yöntemin kemirgenlerde işe yaradığını ortaya koydular. Ancak domuz kalbi hem boyut hem de işlevi açısından insan kalbini andırdığından, elde edilen bu yeni bulguların insanlar için de geçerli olabileceğini düşünmek son derece mantıklı olur. Yine de, insanlar üzerinde denemeden önce, yöntemin güvenilir olup olmadığı ve ne denli etkili olacağı gibi konuların çok daha kapsamlı bir biçimde araştırılması gerekiyor. Bu yöntemin temelinde bir virüs geninin kalp hücrelerine aktarılması yatıyor. Science Translational Medicine dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, domuzlarla yapılan deneyler, virüsün çoğalamamasına ve genomla bütünleşememesine karşın, küçük bir miktarının hayvanların kalp dışındaki başka organlarına karıştığını ortaya koyuyordu. Araştırmada uzmanlar tam kalp bloğu adı verilen ve kalp atışının çok yavaş olmasıyla tanımlanan bir durumu olan domuzlardan yararlandılar. Domuzların kalp kasının küçük bir bölümüne TBX18 adıyla bilinen bir gen enjekte edildi. Bu gen kalp kasının o bölgesindeki hücreleri sinoatriyal düğüm hücrelerine dönüştürdü. TBX18 geni aktarılan domuzların kalp atışları birkaç gün içinde gen aktarılmayan domuzlardan daha hızlı duruma geldi. Ayrıca, biyolojik kalp pilleri domuzların kalplerinin beden alıştırmaları sırasında hızlandığına, dinlenme sırasında da biyolojik kalp pili olmayanlardan çok daha iyi yavaşladığına tanık olundu. Araştırmanın sonlarına doğru yöntemin etkisinde hafif bir azalma gözlendi. Bunun bir olasılıkla domuzların bedenlerinin zamanla virüsün enjekte edildiği hücreleri reddetmeye başlamalarından kaynaklandığını düşünen araştırmacılar şimdilerde bu yöntemin ne denli süreyle etkili olduğunu bulmaya çalışıyorlar. RU Scientific American Online/ 17 Temmuz 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle