22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Müfit Akyos mufıta@ttmail.com 8 Ekonomi CBT 1444/21 Kasım 2014 Yeni Türkiye, Yeni Devletçilik AKP iktidarı uygulamaları ve tercihleri ile sanayiciyi dışlamakta, sermaye birikiminin ticari sektörlerde olmasına karar vermekte.. Bu koşullarda mevcudu korumaya çalışacak bir AKP iktidarının, ortaya çıkacak ekonomik sorunlarla başedebilmek için daha müdahaleci ve baskıcı olması neredeyse kaçınılmaz.. Üniversitelere Yüklenen Yeni Yükler Pazara açılacak üniversite mi, kamu yararına açılacak üniversite mi? Ağırlıkla 1980 sonrası olmak üzere ekonomi kurumlarının ekonomi ve kalkınma çalışmalarında sorgulanan “sosyal yarar” kavramı üzerindeki çalışmalar artan bir biçimde sürmektedir. Küreselleşmenin politik ve ekonomik siyasalarının kendi yarattığı çevre, enerji, işsizlik, sağlık, kentleşme sorunlarına yanıt verememesi bunun en önemli nedenidir. Son yıllarda üniversiteler üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak baskıya dönüşen “girişimci üniversite” kavramı da bu bağlamda sistemin çözümsüzlüğünün bir sonucudur. Rekabetin yeni ve en etkin aracı olarak görülen “yenilikçi fikirleri en kısa sürede pazara ürün, üretim yöntemi ve hizmet olarak çıkarma” aceleciliği, bilgi girdisinin bu sürecin olmazsa olmazı ile birleşince üniversiteler üzerindeki pazar baskısı daha da artmaktadır. Adeta üniversitenin “yavaş” yaşamına müdahale edilmektedir. Üniversite zaten dünya ayarında (world class) araştırma geliştirme yetkinliğine sahip olmakla, şu anda ve gelecekte iş dünyasının gereksinimlerini karşılayacak programları tasarımlama ve uygulama arasındaki dengeyi sağlamanın içerdiği tercih sorununu ve çelişkilerini yönetme güçlüğünü yaşayagelmektedir. Bu güçlüğe günümüzde eklenen ise üniversitenin eğitim ve araştırma görevlerinin yanı sıra üniversite sanayi işbirliği bağlamında gündeme gelen “teknoloji transferi” faaliyetleridir. Sermayenin yatırım için güvenli ve kârlı ortamları sevdiği bir gerçektir. Gireceği ortamın düzenlenmesini (‘regülasyon’), sorunların giderilmesini ve güvence ister. Ülkemizde fikri mülkiyet alanının yeniden düzenlenmesi çabalarını da yukarıda işaret edilenler bağlamında değerlendirmek gerekecektir. Üniversite sanayi ilişkilerinin en önemli ve somut ayağını oluşturan üniversitelerden teknoloji aktarımında 1980’lerden beri bilinen teknoloji transfer ofisleri, TÜBİTAK 1513 Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO) Destekleme Programı kapsamında 2013 ve 2014 yıllarında onar adet olmak üzere 20 üniversitemizde kuruldu (programdan yararlanmaksızın kurulanlar da olduğundan TTO sayısı daha da fazladır). Programın amacı, TTO’ların, proje esaslı olarak üniversitedeki bilginin ticarileştirilmesine katkı sağlayacak çeşitli faaliyetlerinin desteklenmesi olarak tanımlanmıştır. Bu faaliyetlere paralel olarak teknoloji transferinde fikri mülkiyet konusunda eleman yetiştirmek ve farkındalık yaratmak üzere eğitimler, kongreler, çalıştaylar ve proje pazarları da arttı. Sonuçta ülkemizde de teknolojinin ticarete konu olması faaliyetleri daha da artacak gibi görünüyor. Üniversitelerin geliştirdiği nasıl bilgisinin ve teknolojinin sanayi ve hizmet sektörüne aktarılmasında elbette yarar vardır ve desteklenmelidir. Ancak sürecin tamamının piyasa koşul ve işleyişine terk edilmemesi koşuluyla. Açacak olursak; kamu ve vakıf üniversitelerinin ürettiği her damla bilginin ve çıktının kamu kaynakları ile üretilmiş kamu değeri olduğunun bilinmesi ve bu değerin belirlenmesinde “kamu yararına” da bir değişken olarak formülde yer verilmesi gerekir. Yanıtlanması gereken soru; “Pazara açılacak üniversite mi, kamu yararına açılacak üniversite midir?” TTO’lar özelinde sürecin yalnızca pazar mekanizması esasıyla işletilmesi, akademiyanın bir bölümünün özendirici ortamın da etkisi ile yalnızca iş dünyasının isterlerini esas alan araştırma faaliyetleri yürütmesi olasılığı vardır. Bu nedenle, toplumsal refah yaratma, toplumsal sorunlara yanıt arama, toplumun gereksinimlerini esas alma gibi ölçütlere henüz işin başındayken daha fazla ağırlık veren modellerin ve işleyişin oluşturulmasına kafa yorulması gerekmektedir. Bu, teknolojiyle ilgisi çılgın projelerle çevreyi tahrip etmek, rant yaratmak, özgürlükleri kısıtlamak olan süregiden iktidardan beklenemeyecek bir konudur. Öyle ise konuyu sosyal ekonomi bağlamında toplumsal yarar ilkesi ile biçimlendirecek ve yönetecek olan, kamu kaynaklarını kullanmakta olduğunu unutmaması gereken üniversitelerin kendisi olacaktır. Prof. Dr. Öner Günçavdı İTÜ İşletme Fakültesi; guncavdi@itu.edu.tr T ürkiye’deki ekonomik kalkınma sürecinde devletin ekonomiye müdahale şekli, farklı kesimlerin değişen beklentilerinden daima etkilemiştir. Sanayileşmenin başlangıç yıllarında özel kesimin hem girişimicilik kabiliyetindeki eksiklik, hem de sermaye birikiminin yetersizliği devletin bir girişimci olarak ekonomide yer almasına neden olmuştur. Zaman içinde ticari faaliyetlerden ve devletle ilgili taahhüt işlerinden sermaye birikimi sağlayan özel kesim, 1950’lerin sonunda hız kazanan sanayileşmede devlet ile birlikte rol almıştır. Bu dönemde devlet ile özel kesim birbirini tamamlayan bir nitelik göstermekte, özel kesimin ihtiyaçları için temel girdiler devlet tarafından üretilmektedir. Böylece devlet girişimciliği ve devletin sanayi faaliyetlerinde varlığı, toplumsal dönüşümün sancılarını çeken 1960’ların ve 1970’lerin Türkiye’sinde bir sosyal politika aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Artık özel kesim ile devlet erkini kullanan siyasi makamlar arasındaki ittifaklar sanayileşmenin yanında olup, onun faaliyetlerin gerektirdiği alt yapıların oluşturulması için işbirliği içindedir. 1970’lerin sonuna doğru artan toplumsal baskıların etkisiyle, sanayinin aşırı derecede yurtiçi piyasalara yönelmesi, giderek dış kaynak ihtiyacını arttırdı ve iktisadi sistemde tıkanmalara yol açtı. Bu tıkanıklık, ancak 1980’li yıllarda sanayimizin dışa açılmasıyla giderildi. Fakat bununla birlikte, sanayimizin niteliği tartışılır hale geldi. nin satılmasına imkan verdi ve devletin üretici ve girişimci sıfatıyla ekonomide sahip olduğu rolü ortadan kaldırdı. Hatta günümüzde bu özelleştirme gayretleri, artık satacak bir sanayi işletmesi kalmayan devleti, sahip olduğu arazileri ve/veya gelirleri satışa sunarak, bitmez tükenmez bir kaynak ihtiyacı içinde bulunan hazineye gelir yaratma noktasına getirdi. Böylece ülkemizdeki devletçilik, girişimci ve sanayicilikten uzak, kamunun sahip olduğu taşınmazların ticaretinden gelir elde etmeye dayanan bir devletçilik anlayışına dönüştü. Bu anlayış, 2002 sonrası değişen nisbi fiyat yapısıyla birlikte, AKP’li yıllarda uygulanan yeniden dağıtım mekanizmasının en önemli unsuru oldu. Zira bu dönemde oluşan aşırı likidite bolluğu, yeterli düzeyde derinliği olmayan mali piyasalarda absorbe edilemeyince, ağırlıklı olarak tüketimin finansmanı ile inşaat ve bankacılık sektörleri üzerinden gayrimenkul edinimine yönlendirildi. Kamu sektörünün devam eden kaynak talebi ve AKP’li yöneticilerin büyük bölümünün sahip olduğu belediyecilik deneyimi düşünüldüğünde, siyasi kadroların bu yeni duruma uyum göstermekte çok zorlanmadığı görüldü. Dahası, hükümetin uzun zamandır dile getirdiği ve “yerli araba üretimi” ile temsil edilen sanayileşme arzusu, bu koşullarda siyasi bir söylemden öte anlam kazanmadı. Sanayi faaliyetleri içinde yer alan devletin, bazı alanlarda özel kesime rakip oluşu, bazı alanlarda da iktisadi misyonunu yitirmiş işletmelerin sosyal politika aracı olarak kullanımlarından doğan maliyetleri, özel kesime yüklemek suretiyle ekonomideki varlığını sürdürmesi eleştirilmektedir. Bu durum devlet işletmelerinin özelleştirme adı altında tasfiye edilmesini ve devletin ekonomide sanayici olarak yer alma kabiliyetinin de azalmasını beraberinde getirdi. Başlangıçta ağır aksak giden bu özelleştirme çalışmalarının 2001 sonrası reformlarla hız kazanması, birçok kamu işletmesi “RAKİP DEVLET”İ TASFİYE Özellikle AKP’li yıllarda, artık devletin ne sanayici olarak, ne de girişimci olarak herhangi bir sanayi faaliyeti yürütebilecek kapasitesi kaldı. Ancak çok daha önemlisi devletin ekonomideki rolündeki değişime paralel olarak, hükümetlerin ittifak içinde bulunacakları kesim tercihlerinde de önemli değişimler meydana geldi. Artık sanayicilerle ve sınayi faaliyetlerde yer alan kesimlerle ittifaka ne gerek, ne de imkân kaldı. Bunun yerine devletin ekonomideki şu an icra ettiği fonksiyon ile uyumlu yeni kesimlerle ittifaka girmek ve bu kesimlerin yer aldığı iktisadi faaliyetleri teşvik etmek tercih edildi. Özellikle, özelleştirme sürecinde tüm sanayi işletmelerinin satışında istekli olan iktidarların kamu bankalarını tasfiye etmek ve özelleştirmekte son derecede isteksiz davranmaları, bu yeni ittifak gruplarına yönelik mali kaynak akımlarını kontrol etmek ve bu yolla bu kesimlere h âkim olabilmek için işlerine gelmiştir. Bu yeni devletçilik, ne modern iktisadi kurumların oluşturulmasını, ne de ekonomideki belli bir arz açığını kapamak için girişilen sanayicilik faaliyetini içermektedir. Artık günümüzdeki devletçilik, gelirin oluşturulmasını değil, ticareti öne çıkartan ve bu yolla mevcut gelirin ve hatta servetin yeniden dağıtımınını amaçlayan bir niteliktedir. İktisadi ya İTTİFAKLARI DEĞİŞİYOR: TİCARET İYİ, SANAYİ KÖTÜ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle