24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Tarih CBT 1440/24 Ekim 2014 NEDEN İŞİD’E KATILIYORLAR? Gelişmişlik ve eğitim ile farklılıklara hoşgörü ve saygı arasındaki ilişki Prof. Dr. Rana Yavuzer Anadolu profdrranaanadolu@gmail.com İlkellik ve farklı olandan korkmak: Kendinden farklı olandan korkmak insanlar için ilkel bir içgüdüsel, evrimsel kalıntıdır. İzole ilkel topluluklar, bugün bile çağdaş insanla ilk kez karşılaştıklarında, korku ve saldırgan davranışlar sergilerler. İlkel benlikteki hayvansal bir kalıntıdır kendinden olamayan, kendinden farklı olandan korkmak ve hatta saldırmak. Gelişmiş insanın farklılıklara hoşgörüsü İnsanın evrimsel gelişimi, hem bedensel, hem ussal hem de sosyal olarak değişimi beraberinde getirmiştir. Bu değişimi aslında evrilmeyle beraber gelen eğitilmeye ve farklı insanlar ile yoğunlaşan iletişime borçluyuz. Gerçekten de evrildikçe, eğitildikçe ve iletiştikçe daha geniş bakış açısına sahip hale gelen, hele de toplumsal olarak gelişmiş ülkelerde yaşayan insan, farklılıklara daha hoşgörülü olmaktadır. Bugünün gelişmiş toplumlarında en önemli sosyal ve toplumsal övünç kaynaklarından biri farklılıklara gösterilen hoşgörü=toleransdır. Gerçekten de çağdaş uygarlık kurallarını özümsemiş toplumlarla, daha kapalı ve sosyal, toplumsal olarak geri kalmış ülkelerde farklılıklara hoşgörü açısından büyük ara vardır. Eğitimin hoşgörüye katkısı: Eğitim, bireyde bilgi birikiminin yanında bilişsel bir sofistikasyon da oluşturmaktadır. İşte bu nedenle bizdeki gibi az etkin eğitim sistemlerinde bile uzun eğitilmişlik süresi ile bilişsel gelişmişlik düzeyi arasında belirgin bir paralellik vardır. Eğitilmiş birey, aynı zamanda kendine güveni daha fazla, ve farklılıklara hoşgörüsü daha geniş, dolayısı ile de daha çağdaş birey olmaktadır. Eğitim faklılıklara hoşgörü için yeterli mi? Toplumu oluşturan bireylerin ileri eğitim düzeyleri, o toplumun geneline dağılımda etkin bir seviyede ise ancak genel sosyal davranış biçimlerine yansımaktadır. Aksi halde, küçük bir elit grubun gariplikleri olarak, kendileri de hoşgörüye gereksinim duyan bir kesit olarak kalmaktadır. Bir başka deyişle, eğitilmiş ve evrilmiş bireyler toplumu etkileyecek ve yönlendirecek konum ve sayıda oldukları takdirde, o toplumda eğitim düzeyi ile farklılıklara hoşgörü arasında, genel sosyal davranış örgülerini iyileştiren bir paralellik yaşanmaktadır. Olağanüstü ve stresör faktörlerin devreye girdiği koşullarda ise ne yazıkki farklılıklara toplumsal hoşgörü için eğitim yeterli olmamaktadır. Buna en iyi örnek; işsizlik ve ekonomik kriz ortamlarında batı Avrupa ülkelerinde hortlayan yabancı düşmanlığıdır. Hoşgörü yeterli mi? Hoşgörünün karşılığı eski deyişle tahammüldür. Aslında hoşgörü çok da övünülecek, matah bir duygu/ düşünüş olmasa gerektir. Hoşgörü gösteren birey ve toplum, aslında bir yerde kendini, farklı olandan çok ve üstün görmektedir. Böylece lütuf bahşetmekte ve nisbeten gelişmiş olduğundan ötürü farklı olanı hoşgörmeye çalışmaktadır. İnsanın sosyal evrilmesinde sizce bu yeterli bir basamak mıdır? İlkel bireyden değişik olarak, farklı olanın kafasına odun indirip , kazanda kaynatmıyor , ama ona tahammül ediyor/ruz! Kapak konusu derleme yazıya göre, ”..bazı bilim insanlarının Amerikan istihbarat örgütlerine çağrı yaparak, örgüt içi telefon kayıtlarının ve cihatçılarla yapılan görüşme bantlarının akademisyenlerle paylaşılmasını” istemiş. Ancak bu istemlerine yanıt verilmeyecek ya da kısıtlı oranda veri aktarılacaktır. Çünkü Amerikan istihbarat örgütleri bu bilgileri (işbirliği yaptıkları bilimcilerle birlikte) kendileri değerlendirecek ve bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışır. Ayrıca olayların ve örgütlerin birçoğunun arkasında zaten bu istihbarat örgütleri vardır. Sayın Titiz, İslam adına işlenen cinayetleri, herkesin İslamı kendisine göre yorumlamasına bağlamakta ve “Müslümanlığın temel ilkelerinin belirlenip uygulamaya konulmasıyla, bu kaosun durdurulabileceğini” savunmakta. Dİ Başkanı, “en büyük İslam âlimlerini yetiştiren El Ezher, Medine, İslamabat ve Malezya İslam Üniversiteleri ile bunların Şii versiyonu olan İran’daki Camiatul Musta Oysa gerçekte ve gerçek anlamda gelişmiş, evrilmiş birey , kendinden farklı olana hoşgörü yerine saygı gösterir, doğal olan budur. Ezmiyor, küçük görmüyor, varlığına ve devamına olanak tanıyor ise sözde gelişmiş Batı toplumları da farklılıklara hoşgörü yerine saygı göstermek durumunda değil midir? Hoşgörü=Tahammül ile Saygı arasındaki fark! Saygı ,eşdeğerler arasında hoşgörü=tahammülden daha makbul bir duygu/düşünüştür. İşte tam da bu nedenle hoşgörüldüğü halde saygı duyulmayan tüm farklılıklar, farklı olanda derin bir yaralanmayı, zedelenmeyi de beraberinde getirmektedir. Hayret ve dehşet uyandıran gazete başlıklarına bir yorum: Sözde gelişmiş batılı ülkelerden akın akın IŞİD’e katılanları okuduğumuzda hayretler içinde kalıyoruz. Kalmayalım; farklılıkları nedeni ile kendilerinin ve kendileri gibi olanların, yaşadıkları ülkelerde sürekli aşağılandığını, baskılandığını, hor görüldüğünü düşünen, bu his ve düşünce içinde çocukluktan erişkinliğe kadar gelen insanları ve onların ekstrem davranışlarını anlamaya çalışalım. Kendine övgüler dizen, sömürge kültürlü, göreceli ileri Batı toplumlarının kendi içlerindeki ve dünyadaki farklılıklara gösterdikleri tahammülün yeterli olmadığını ve hatta hoşgörüleni yaralayıp, hırslandırdığını görüyoruz. Demek ki çağdaş değerler, üst kattakilerle, alt kattakiler arasında eşit dağalmıyor. Hoşgörü bir lütuftur. Hiçbir birey, hele de bugünün dünyasında lütuf istemez. Saygı ise birbirimize olan insanlık borcumuzdur. Farklı olana; bu farklılık her ne şekilde olursa olsun saygı duyabildiğimiz sürece gerçekten insanız. fa Üniversitesi’nin, bugün Müslümanların yaşadığı sorunların üstesinden gelecek bilgi üretemediklerini, buralardan çıkan âlimlerin sorunları çözmek yerine pek çok yerde sorun olduklarını” öne sürdü ve “Türkiye Diyanet Vakfı’na (TDV) bağlı 29 Mayıs Üniversitesi’ni ‘Uluslararası İslam Üniversitesi’ne dönüştürerek bu sorunu çözmek istediklerini” bildirdi. Sayın Titiz’in deyimiyle “İslam dünyasındaki kaosun” nedeni, Dİ Başkanı’nın sözlerinde yatıyor. İslam âlimi olarak ortaya çıkan herkes, İslamı en iyi kendisinin bildiğini öne sürüyor. Sayın Başkan da “bu işi en iyi biz biliriz ve sorunu da biz çözeceğiz” demekte. Dolayısıyla bir araya gelinerek Müslümanlığın temel ilkelerini belirlemek olanaksızdır. Daha İslam âlimleri(!) ortak bir takvimde anlaşamıyor, Müslümanlar aynı günde bayram yapamıyorlar. Öte yandan bir de işin rantiyesi var. Aldatılmaya hazır, saf, inanmış büyük bir kitle var. Öyle ki, kucağındaki torunu yellendiğinde, adam “abdestim bozuldu mu?” diyerek danışacak âlim(!) arıyor! Bunlara masal anlatarak küpünü dolduran profesörler türedi. Pers kralı Cyrus’un topluluklar arası hoşgörü bildirgesi silindiri. Farklılık nedir? Bu yazıda farklılık olarak bir kelimeyle özetlemeye çalışılan şey; biçimsel, düşünsel, inanışsal, yaşamsal, etnik, cinsel, dinsel, sosyal, davranışsal, sözün özü her türlü çeşitlilik ve o topluluğu oluşturan insanların çoğunluğundan bir nedenle ayrılan özellikte olmak demektir. DİYANET UZAK DURSUN İslam ya da Din ve Şiddet Prof. Dr. Süleyman Çelik, scelik44@gmail.com I ŞİD’in ortaya çıkması üzerine İslam ve şiddet, ulusal ve uluslararası gündemde yeniden öne çıktı. Batı medyasının yaşanan vahşet, barbarlık ve vandallıkları Müslümanlığa bağlaması üzerine İslam dünyası savunmaya geçmiş ve hem İslam adına işlenen cinayetleri önlemek, hem de uluslararası toplumda Müslümanların imajını düzeltmek için konuyu tartışmaya başladı. “Sıradan bir insan acımasız bir cihatçıya nasıl dönüşür?”, geçen haftaki Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’nin kapak konusuydu. Sayın Bursalı dergideki yazısını da bu konuya ayırmıştı. Sayın Tınaz Titiz de “Gerçek İslam diye diye!” başlıklı bir yazı yazdı. İlginç bir rastlantı, aynı hafta içinde Sayın Diyanet İşleri (Dİ) Başkanı, Mekke’de düzenlediği bir basın toplantısında, aynı konudan rahatsızlığını dile getirdi. *** Bursalı, bu tür olayların nedenlerini anlamaya çalışmak gerektiği bildirmekte ve duruma tarihsel perspektiften bakarak emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin rollerinden söz etmekte. Olaylara bilimsel yaklaşılmasını savunmakta, fakat “yönetici politikacıların, bilimin ortaya koyduğu bilgi ve değerlendirmelerle ilgilenmediğini” öne sürmekte. Burada söz konusu edilen bizim yönetici politikacılarımız olsa gerek. Batı’daki politikacılar her alanda olduğu gibi bu konuda da bilim çevreleriyle işbirliği içinde çalışır. Hatta bazı ülkelerin istihbarat örgütlerinin bazı üniversitelerle organik bağlarının olduğu bilinir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle