02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilimsel Başarım CBT 1440 /24 Ekim 2014 15 H ve Atıf sayılarındaki artış, Türkiye’de bilimi, demokrasiyi ve hukuku ne kadar yükseltti? Prof.Dr. Tayfun Uzbay, Üsküdar Üniversitesi, Nörobilim AD Başkanı, Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Türk Eczacıları Birliği, Eczacılık Akademisi Yönetim Kurulu Üyesi; [email protected], [email protected] şitli cihaz ve aletlerimize bakıp övgüler düzüyorlar. Eminim dışarıdan baksak Nobel Ödülü üreten laboratuvarları ve binaları pek bir şeye benzetemeyiz. Sayın Bursalı, CBT’yi ve buradaki yazılarınızı yıllardan beri ilgi ile izleyen bir bilim insanıyım. CBT’nin 10 Ekim 2014 tarihli son sayısında sayfa 1012 arasında iki değerli bilim insanımız Prof. Doğan ve Prof. Saylak tarafından yayımlanan “Hangi Bilim İnsanlarımızın Başarımları Hızla Artıyor” başlıklı makaleyi de okudum. Bu makale üzerine kişisel itirazım, listede olması gereken pek çok akademisyen gibi benim de bulunmamam. Bu düzeltilir. Ama burada daha çok genel bilimsel çerçevede eleştirilerim var. a) Hirsch faktörü (H) tek başına bilimsel başarıyı çarpıcı bir şekilde ortaya koymak için yeterli değil. Dahası Nobel ödülü gibi üst düzey ödüller H faktörü sıralamasına göre verilmiyor. H faktörüne göre Nobel ödülü verilseydi en azından bu yılki Nobel ödülünü alanlardan daha çok atıfa sahip birçok bilimci herhalde sonuca itiraz ederdi. Nobel ödülü verilen herhangi bir alanda (Tıp, Fizik vb.) daha yüksek atıf sayısına sahip ama ödül alamayan birçok bilimci de var. Nobel ödülü bilime yön veren buluş ve çalışma sonuçlarına veriliyor; atıf sayısı ve H faktörüne değil. Bu durumda H faktörü ve atıf sayısı çok yüksek olan Türk Bilimcileri Nobel’e aday göstermek yanıltıcı oluyor. Yaptıkları işleri ve bilime nasıl yön verdiklerini ifade etmek daha doğru olurdu. b) Ben olsam ABD ve diğer gelişmiş ülkelerdeki tanınmış bilimcilerle yapılan çalışmaları tamamı Türkiye’de gerçekleştirilmiş çalışmalardan da ayırırdım. Diğer ülke bilimcileri ile yayın yapmak ve atıf almak çok daha kolay. c) Yine makale sayısı yerine bu makalelerdeki konum ve katkıya dikkat ederdim. İlk isim ve sorumlu yazar veya senior yazar olmak oldukça önemlidir. Sizin listenizde yabancı bilimcilerle yaptığı çalışmalar veya çok isimli makalelerde sorumlu yazar olma veya senior yazar olma gibi özelliklere sahip olan makaleleri çok az sayıda olduğu halde değerlendirmede kendine oldukça iyi bir yer bulmuş bazı bilimcilerimiz de yer alıyor. Ayrıca makale sayısı çok fazla ancak bu makalelerden belli bir alana özgül yeterli çalışması olmayan veya özgül bir problem üzerine kafa yormayanlar da var. Asla yaptıkları işi ve verdikleri emeği küçümsemiyorum ama hedef Nobel Ödülü ise o zaman daha seçici davranmak ve daha ne yaptığı belli olanları saptamak gerekiyor. Ayrıca Türk bilimcilerin prestijli yabancılarla yurtdışında yaptıkları çalışmaları da örneklem evreniniz, amaç ve hedefiniz Türkiye’deki Bilim ise ça lışmaya katmak doğru değil. Maalesef bu tarz dengesizlikler TÜBA’ya bilim insanı seçiminde ve Türkiye’deki prestijli bilim ödüllerinin verilmesinde de yaşanıyor. Ülkemizde, bazı prestijli üniversitelere H faktörünüz, atıf sayınız, yayın sayınız ne olursa olsun kabul edilebilmeniz için yurtdışında doktora derecesi alma ölçütü söz konusu. Bu durumda siz ne kadar iyi bir bilimsel geçmişe ve bilgi birikimine sahip olursanız olun bu ölçütü sağlayan sizden daha az üretimi olan bir kişi kolayca size tercih ediliyor. Tersine göç çerçevesinde Türkiye’ye dönen birçok Türk asıllı bilimci de tekrar geri dönmek istiyor. Kısacası Türkiye’de reel bilim yapma daha önce CBT’nin bir sayısındaki bir yazıda da ifade ettiğim gibi “çölde nilüfer yetiştirmeye çalışmak gibi bir şey”. Eğer konu Türkiye’deki bilimin gelişimi ise belki Türkiye’deki iklimin bilim toplumu olmaya ne kadar müsait olduğunu da tartışmamız gerekir. Bir türlü bilim toplumu olamadığımız için ne demokrasimiz ne de hukukumuz gelişiyor. Gerçek bir demokrasiden ve sağlıklı bir adalet sisteminden söz edebilmek için önce etik eksenine sahip bilimi ve bilimsel düşünceyi geliştirmemiz gerek. Atıf sayısı veya H faktörü gibi bazı aritmetik değerler üzerinden kişisel değerlendirmelerle bir yere varabileceğimizi sanmak bir yanılgı olur. Ayrıca Türkiye’de bilim gelişecekse bunu politikacıların veya sokaktaki vatandaşın geliştirmesini bekleyemeyiz. Bilime önce profesyonel bilimciler, yani biz sahip çıkmak ve elimizi taşın altına sokmak durumundayız. İlerlemek istiyorsak önce diğer ülkeler ile aramızdaki bilimsel gelişmişlik farkının nedenlerini çok iyi analiz etmek zorundayız. CBT’de yaklaşık 8 yıl önce de böyle bir liste yayınlandı. O zaman H faktörü 7’ye kadar inilmişti. Yeni listede alt sınırı 20’ye koyuyoruz. Yayın sayısında ve alınan atıflarda da büyük artışlar var. Ama Türkiye bu süre içinde buradaki artışla orantılı bir gelişme kaydetti mi? Adalet ve demokrasi de bu süreçte üç misli ileri gitti mi? BİLİM YOK, DEMOKRASİ VE HUKUK DA YOK Üniversitelerimizin sayısı bu sürede oldukça arttı. 1929 krizi sonrası ABD’de müteşebbis iş adamlarının kurduğu “araştırma üniversitesi” kavramı biz de gelişti mi? 180’den fazla Üniversite’nin ne kadarı sadece eğitim ve öğretimle ne kadarı sadece araştırma ile ilgili? Kanaatimce biz daha etik sorunları bile analitik bir yaklaşımla ve öz eleştiri yaparak ele alamıyoruz. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin bilimsel performansı nasıl değerlendirdiği net ve ölçütler belli. Amerika’yı defalarca keşfetmeye ve kendimizi kandırmaya gerek yok. Yanda grafik veriyorum. Bu 2012 yılı sonu itibarı ile dünyanın bilimde en gelişmiş 25 ülkesini sıralıyor ve güvenilir bir kaynaktan alınma [Scientific American, 307(4): 2843, October, 2012]. Burada görüldüğü gibi ABD 100 puanla 1. ülke, 2. sıradaki Almanya ABD’nin 1/4’ü kadar puana sahip. Finlandiya 1 puanla ancak 25. sıradan listenin sonuna eklenebilmiş. Bunun altındakiler değerlendirmeye bile değer görülmüyor. Listede Tayvan, Singapur, Hindistan ve Hong Kong (Çin’den ayrı olarak) da var. Türkiye nerede? Yazının tamamında bazı yerlerde Türkiye’yi görüyoruz ancak total değerlendirmede 1 puanın altında kalıyor. Forbes isimli bir dergi Aralık 2013 sayısında Bilimin Ceo’ları başlıklı bir yazı yayımladı. Yazıda dünyanın en prestijli üniversitelerinde devasa bütçelerle araştırmaları yöneten 7 Türk Bilim İnsanı anlatılıyor. Bunların çoğu üniversiteye kadar olan eğitimini, bazıları da lisans üstü eğitimini Türkiye’de yapmışlar. Neden bu projeleri Türkiye’de değil de başka ülkelerde yürütüyorlar? Sakın kimse Türkiye’de devlet ne veriyor ki gibi klişelere sığınmasın. Dışarıda da devlet çok fazla verip önüne gelen projeyi desteklemiyor; ama dışarıda “risk yatırımcıları” ve bilim dışında yaşam sürdüren sermaye sahipleri bilimsel projelere yatırım yaparken ülkemizde en cazip yatırım alanı arsa ve gayrimenkul. Dışarıda insana, bizde binaya ve alete yatırım yapılıyor. Yurtdışından gelen bilim insanları bizim devasa laboratuvarlarımıza, güzel dizayn edilmiş binalarımıza, aynı şehirde neredeyse her üniversitede ve bazen bir üniversitede birçok bölümde bulunan  çe Biz yurt dışında çalışan ünlü bilimcilerimizle gurur duyarken araştırmalarından çıkacak olan ve olasılıkla teknolojiye dönüşecek bilimsel bilginin yaşadıkları ülkenin ekonomik gücüne katkı sağlayacağını hiç düşünüyor muyuz? Günümüz ülkelerinin en büyük prestijinin bilimsel saygınlıklarından geldiğinin ve nitelikli bilimsel bilgi üretiminin ülkelerin en önemli güç kaynağı olduğunun farkında mıyız? Yayınlarımızın, atıflarımızın ve H faktörümüzün ne kadarı nitelikli bilimsel bilgiye dayanıyor? Ne kadarı gerçekten teknolojiye dönüşüyor ve ülke ekonomisine doğrudan katkı sağlıyor? Ne kadarı bilimin basit ve önemsiz bir probleminin çözüme yönelik olarak bilime yön veriyor? Matbaayı 273 yıl ret eden toplumumuz şimdi yayın yapabilmek için nitelikli dergilerin kapısını aşındırıyor. Bunları kabul etme noktasındaki kilit isimler matbaayı kabul edip yayıncılığa sizden 273 yıl önce başlayanlar. Bizim bilimsel yayıncılığımız ise daha bebek. Bilimde saygın ve önemli ülkelerin önemli dergileri var. Biz ise çok çok önemli bulgularımızı bile kabul ettirmekte zorlanıyoruz. Bunları değerlendirecek tüm dünyada bilinen, dünya bilimcilerinin yayın için kuyruğa girdiği önemli bir dergimiz de yok. Sanırım 273 yıl geriden geliyoruz. Türkiye’den gelen makale fazlalığını gören uyanık batılılar bunu paralı dergilerde kolay yayınlarla ranta dönüştürüyorlar. Birçok yüksek etkinlik faktörlü saygın derginin Türkiye gibi 3. dünya ülkelerinden gelen makaleler için para karşılığında kolay kabul ve hızlı yayın yapan arka bahçe (düşük kaliteli başka bir dergi) yayıncılığı var. Almanya’da bulunan Humboldt Vakfı George Forster Araştırma ve İşbirliği Fonu ve Ödülü için başvurularda Türkiye’yi Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Suriye, Nepal, Güney Sudan, Mali, Mozambik, Ürdün, Kuzey Kore, Namibya ve Irak gibi ülkelerin yer aldığı kategoride değerlendiriyor (kaynak: http://www.humboldtfoundation.de/pls/ web/docs/F15417/listofcountries.pdf). H faktörüne, yayın sayısına ve atıflara asla karşı değilim. Bunlar kuşkusuz bir bilim insanın ne kadar üretici ve çalışkan olduğunu gösteriyor, ama ülkemizdeki sorun çok derin. Bunları artırmak maalesef tek başına bilim toplumu olmanıza yetmiyor. Zaman zaman yayınlanan eksiklikleri de olabilecek listeler bazılarını gururlandırırken kazaen unutulmuş olan bazılarını da kızdırmaktan öte bize bir şey vermiyor. Bu tip değerlendirmelerde de mükemmele ulaşabilmek için sorunu doğru saptamamız ve iyi bir özeleştiri yapmamız çok önemli diye düşünüyorum. SORULAR YANIT BEKLEYEN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle