02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

www.iku.edu.tr BİLİM KÜLTÜR VE EĞİTİM Güney Kore Mucizesi: Eğitimde bire on alan ülke2 Prof. Dr. Hasan Şimşek İstanbul Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Dünyanın her tarafında olduğu gibi, eğitim süreç ve sonuçları sadece bir kaç değişkenle açıklanamaz. Kuşkusuz Güney Kore’nin eğitim ve ekonomideki başarısı da birkaç etkenle açıklanamayacak kadar karmaşık. Güney Kore sistemini dünyadaki diğer eğitim sistemlerinden ayıran önemli özelliklerden birisi de öğretmenin eğitim süreçlerinde ve eğitim çıktılarında üstlendiği rol. Güney Kore’li öğretmenler rekabetçi sınav sistemi içinde ölçme testlerine dayalı olarak en yüksek puana sahip ilk %5’lik dilimden geliyor. Bu öğrencileri öğretmen yetiştirme kurumlarına çeken cazibe ne olabilir? Güney Kore’li öğretmenler dünyanın en iyi kazanan öğretmen grupları arasında. Bütün okul düzeylerinde orta kariyer basamağında (diyelim 15 yıl) bir öğretmen yılda 52,699 dolar gelir elde edebiliyor. Aynı konuda OECD ortalaması 41,700 dolar (kaynak: http:// www.ncee.org/programsaffiliates/centeroninternationaleducationbenchmarking/topperformingcountries/southkoreaoverview/southkoreateacherandprincipalquality/). Bu rakam Türkiye için 2009 yılında yıllık 25,000 Dolar civarında idi (rakam Türkiye koşullarını bilen bizler için bir miktar yüksek. Bu durum 20082009 yıllarındaki dolar kurundan kaynaklanıyor. 2009’da yayınlanan veriler 2008’de toplandığına göre, 2008 yılı içinde dolarTL kuruna bakmak gerekli. 2008 yılında 1 Dolar 1.22 TL. Dolayısıyla, Türkiye’de ortalama öğretmen maaşı bugünkü kura göre 14,000 dolar düzeyinde olabilir). Güney Kore’li öğretmenler iyi kazanıyor, ancak çok da çalışıyor. Bir Finlandiya’lı öğretmen yılda yaklaşık 650 saat, bir ABD’li öğretmen yılda yaklaşık 850 saat çalışırken bir Güney Kore’li öğretmen yılda yaklaşık 1,100 saat çalışıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde okullar yaklaşık 180 gün öğretim yaparken Güney Kore’de okullar yılın 220 günü öğretim yapıyor. Öğretmenler düşük sosyoekonomik bölgelerdeki okullarda çalıştıklarında veya düşük başarılı veya özel eğitime muhtaç çocuklarla çalıştıklarında daha fazla ücret alıyorlar. 1990’lara kadar oldukça merkezi bir sistem olan ve Eğitim Bakanlığı tarafından doğrudan ve il müdürlükleri yoluyla yönetilen sisteme daha ademi merkeziyetçi uygulamalar getirilmiş durumda. Okul müdürleri öğretmenlerin performanslarını değerlendirmede bugün daha fazla yetkiye sahip ve bizdeki SBS/TEOG tarzı merkezi sınavlarda elde edilen başarı doğrultusunda okul, okul yöneticileri ve öğretmenlere çeşitli katkılar sağlanıyor. PISA sınavında ülke başarısını etkileyen en önemli etkenlerin başında eğitim sistemi içindeki “değişkenlik” (variation) oranı yer almakta. Bir ülkenin eğitim sistemindeki değişkenlik bir kaç türde olabilir: Öğrenci başarısına ilişkin değişkenlik, sosyoekonomik düzeye ilişkin değişkenlik, dezavantajlılık anlamında coğrafi bölge değişkenliği, annebabanın eğitim durumuna ilişkin değişkenlik. Türkiye bütün bu başlıklar altında değişkenlik oranı en yüksek sistemler den birisine sahip. Bu nedenle aslında PISA ortalamasının üstünde de olan bazı öğrenci grupları (Anadolu Liseleri, Fen Liseleri; Marmara bölgesi; yüksek sosyoekonomik kökenden gelen öğrenciler, vb.) diğer gruplar tarafından aşağı çekiliyor. Bu nedenle, pek çok ülkede PISA sonuçları eğitim otoritelerinin daha çok dezavantajlı gruplara yönelmesini ve sistemde dezavantajlı grupların başarısını artıracak önlemler almalarını getirdi. Örneğin, Türkiye’den sınava dahil olan öğrencilerin %42’si “ikinci düzeyin” altında performans gösterirken, Güney Kore’de öğrencilerin sadece %9’u ikinci düzeyin altında performans gösteriyor. Benzer biçimde, 15 yaş grubu öğrencilerin sadece %5’i “beş ve üstü düzeyde” başarı gösterirken Güney Kore’de bu sayı %35. Demek ki, eğitim sisteminde başarılı grupların başarısını aşağı çeken başarısız öğrenci kitlenin başarısını yükseltmeye çalışmak dikkate alınması gereken ve PISA’nın bize öğrettiği en temel eğitim politikasıdır. İşte Güney Kore, bu tür “eşitleyici” politikaları etkili biçimde devreye sokan bir eğitim politikası izlemekte. “YÖNLENDİRİLMİŞ KAPİTALİZM” VE EĞİTİM İLİŞKİSİ Güney Kore ilginç bir ülke. Ana hatlarıyla, Soğuk Savaş dönemi de dahil olmak üzere Kapitalist blokta yer almasına rağmen bazı uygulamalar açısından Sosyalist ve Sosyal Devlet özellikleri gösteriyor. İstihdam politikaları açısından katı kurallar var ve şirketler çalışanlarıyla ilişkilerinde Vahşi Kapitalist uygulamalara girişemiyorlar. Genellikle devlet şirketleri ve küresel büyüklüğü olan Samsung, Hyundai, LG gibi aile işletmelerinde çalışanlar uzun yıllar çalışabiliyorlar. Ülkede etkili bir genel sağlık sigortası var. Bu kapsam altında diğer önemli bir konu devletin ekonomideki ağır eli. Yıllar içinde azalmasına rağmen Güney Kore’de devlet neredeyse bir Sosyalist ülkedeki kadar güçlü. 1970’lerde ihracata dayalı kalkınma politikasını başlatan Park hükümeti dört stratejik alan saptamış ve devlet ve seçilmiş bazı aile işletmelerini bu alanlara yönlendirmiş. Bu şirketler devletten özel destek almışlar ve bu destekler belirli ölçülerde bugün de devam ediyor. 1970’lerde belirlenen dört stratejik alan şunlar: Petrokimya, gemi inşaatı, otomobil sanayi, elektronik. 2000’lerde Güney Kore bu dört alanda da küresel düzeyde işlev üstlenebilen markalar üretmeyi başardı. Güney Kore iç pazarını uzun yıllar rekabete kapattı ve doğrudan dış yatırıma sıcak bakmadı. Bazı kaynaklar, Amerikan sermayesi de dahil dış sermayenin ülkeye girmesine izin vermeyen “yönlendirilmiş kapitalizmin” ABD’nin onayından nasıl geçtiğini gündeme getiriyor. Bu kaynaklara göre, Güney Kore hükümetleri ABD’nin Soğuk Savaş yıllarında Komünizm karşıtı duruşunu son derece etkili kullanarak ülkeleri için bir kulvar açmayı başardılar. Bu yorumu yapan kaynağa göre, örneğin Hindistan ve Filipinler de 1970’lerde ABD ile ilişki bağlamında Güney Kore’den farksızdı, ancak bu iki ülke ilerleyen yıllarda ekonomik kalkınmada Güney Kore’nin gösterdiği başarıyı gösteremediler (http:// www.shanghaidaily.com/opinion/ shanghaidailycolumnists/SKoreaneconomicmiraclelooksaheadtonext40years/shdaily.shtml). Bu anlamda, hem merkezi ve planlı ulusal kalkınma politikası, buna koşut olarak eğitime verilen önem ve eğitime yapılan yatırımlar Güney Kore’nin bugüne gelmesinde stratejik öneme sahip etkenler olarak görülebilir. Dolayısıyla, insan kaynağının iyi eğitilmesi tek başına yeterli bir koşul değil. Bu insan kaynağının sahip olduğu bilgi ve beceriyi kullanacak ve istihdam edebilecek bir ekonominin de hazırlanması gerekiyor. Dolayısıyla, 1960’lardan sonra eğitime artarak yatırım yapan Güney Kore, 1970’lerde başlayan ihracat odaklı “yönlendirilmiş Kapitalist” bir stratejiyle yetiştirdiği bu insan kaynağını ekonomik gelişmesinde etkili bir şekilde kullanabildi. Sonuç olarak, eğitim ve ekonomik kalkınma birbirini destekleyen sinerjik alanlar olarak birlikte kullanıldı. Güney Kore örneğinin de kanıtladığı gibi, eğitim ülkeler açısından “stratejik bir alandır.” Yirminci yüzyılın emperyal gücü ABD ile 1950’lerden sonra göbek bağını hiç koparmayan, zaman zaman ABD yardımları ile ayakta kalan Güney Kore’de stratejik düşünen bir kaç kişi sanırım 1950’lerde ABD üniversitelerinde yer tutmaya başlayan “insan sermayesi” kuramını ciddiye aldılar. Bir ülkenin insan sermayesini, dolayısıyla bu sermayenin geliştirilmesinin yolu olan “eğitimin” önemini gün yüzüne çıkaran insan sermayesi yaklaşımı, stratejik sektörleri devletleştirerek küresel rekabet edecek tekeller haline getirmek gibi ekonomik kararların yanı sıra, Güney Kore’nin bugüne gelmesinin temel dinamiklerinden birini de eğitim ve eğitime yapılan yatırım oluşturmaktadır. Zaten bu yatırım olmaksızın küresel rekabet edecek tekellerin yaratılması da mümkün olmaz. 1950’lerde ulusal geliri ve dolayısıyla kişi başına geliri Türkiye’den daha kötü olan Güney Kore nasıl oldu da dünya devi dört küresel şirket ve 30.000 dolar kişi başına gelirle dünyanın 11. büyük ekonomisi oldu? Çünkü, Türkiye’yi 1950’lerden sonra “insan sermayesinden” haberi olmayan, kalkınmayı yol ve baraj inşaatı olarak anlayan zihniyet yönetti de ondan. ABD’nin Komünizm zafiyetini akıllıca kendi yararına kullanmasını becerebilen Güney Kore’li siyasetçi ve teknotratların yerine Türkiye’yi 70 cent’e muhtaç eden zihniyet yönetti. GAP’ı yapacak insanı yetiştirmek yerine GAP’a (2012 rakamlarıyla) 42 milyar TL yatırdı. Tren de zaten o yıllarda kaçtı. Güngör, G. ve A. Göksu (2013). Türkiye’de Eğitimi’nin Finansmanı ve Ülkelerarası Bir Karşılaştırma, Yönetim ve Ekonomi, 20(1): 5972.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle