Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim Tarihi CBT 1440 /24 Ekim 2014 12 Bilim olmadan teknoloji olabilir mi? Bazı yazarlar teknolojinin bilimden önce başladığını ileri sürüyor. Eğer öyleyse teknolojiyi yaratan başka (bilimin dışında) ilkeler mi var? OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu tanolturkoglu@gmail.com Bizden Bir Şey Olmaz ! Kalitesiz bir hayat yaşamamızın bir nedeni de objektif enformasyonla gündelik hayatımızın arasında çoğu zaman dağlar olması ! Tarihi konuları ele alan roman, film ya da dizilerin öteki herşeyin yanı sıra bir de tarihsel gerçeklerle paralellik arz etmesi gerekmekte. Son dönemde bu türden dizilerden ikisini izleme, inceleme imkânım oldu. Birisi Muhteşem Yüzyıl, diğeri Da Vinci’s Demons (Da Vinci’nin Şeytanları?). Muhteşem Yüzyıl her ne kadar tarihi detaylarda gerçeği yansıtmıyor diye eleştiri alsa da gerek Türkiye’de gerekse de pek çok çevre ülkede çok yüksek reyting almış dizilerden bir tanesi. Da Vinci’s Demons ise on sekiz bölüm ile ikinci sezonunu tamamlamış, üçüncü sezonuna hazırlanıyor. İkisi arasında kıyaslama yapmak istediğim olgu tarihsel gerçekleri ne kadar yansıtıp yansıtmadığı ile ilgili değil. Daha ziyade kurgu seviyesindeki senaryonun mahiyeti ile ilgili. Muhteşem Yüzyıl’da olay örgüsü en kritik anlarda çok basit şeylere bel bağlayarak ilerler; örneğin birisi diğerini gizlice takip edip ne konuştuğunu dinler ve duyduklarını bir başkasına taşır. Osmanlı Sarayı’nda neredeyse tüm bilgi akışı bu yolla gerçekleşir. Oysa Da Vinci Demaons dizisindeki Floransa Sarayı’nda da kimin eli kimin cebinde belli değildir; saray çalışanları da tamamen olmasa da kısmen bundan haberdardır. Ancak bilgi akışı ne hikmetse hiç de bu yolla yapılmamaktadır. Ya da çok önemli bir mesaj saraya gelir ama sultana ulaşamadan rakiplerin eline geçer; sultana iletilmez. Gerçekte böyle olmasa da kurguda olay bu denli basite indirgenir. Bunun sonucunda örneğin bir şehzadenin kellesi gidebilir. Gerçeklik olgusu Türk dizilerinde sembolik boyuttadır. Detaylarının gerçekçi olmasına bakılmaz. Şahzade sultana mesaj göndersin, ama onun karşıtı sadrazamın adamları mesaja el koysun. Peki şu hiç araştırılmış mı? Osmanlı Sarayı sultan ile namzet sultan arasındaki iletişimi sağlayamayacak kadar güçsüz müydü? Eğer öyle ise küçük bir beyliğin koskoca imparatorluk haline gelmesini nasıl açıklayabiliriz? Kurgunun gerçekle birebir örtüşmesine gerek yok, ama bu da detaylarda gerçekçilikten ödün verilecek anlamına gelmemeli. Burada alan memnun satan memnun bir tablo var. Senaristin bu detayları araştıracak ne vakti ne de parası var; izleyicinin de bunu sorgulayacak hali! Gerçekten de böyle mi? Bu açıklama tatminkâr olsaydı içimizde hâlâ bir eksiklik duymazdık. Gerçek şu olabilir mi; senaristin üstünde bu detaylara değer verecek bir meydan okuma yok; izleyicinin ise itiraz etme hakkına değer veren bir ortam yok. Objektif enformasyona değer vermediğimiz zaman ortaya çıkan bir tablo da bu. Gerçeklikle sınırlı alakası olan kurgusal düzlemde bile (roman, film, dizi vb) objektif enformasyonun yokluğu kalitesiz bir hayat yaşamamıza neden olmaktadır. Tespit etmek gerekir ki Muhteşem Yüzyıl bu konularda nispeten emek harcamış, önemli dizilerden bir tanesidir; yani ortalama bir Türk dizisinin çok üstünde bir kamera önü ve arkası emeğe sahiptir. Ancak yine de senaryonun düzeyi, örneğin giysilerin ya da mekânların görkemi ile yarışamamıştır. Keşke izleyiciler seslerini daha gür çıkarabilse de senaryolardaki kurgu ile gerçeklik arasındaki makas objektif enformasyonun lehine kapanabilse. İşin bir başka boyutu da şu : Olay örgülerinin bu seviyede kalması, “bugün o ülke ya da kültür neden o seviyelere gelmiş de biz neden burada kalmışız” derdimizin bilinçaltımızdaki açıklamasını da desteklemektedir; “bizden zaten bir şey olmaz” ! Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com B ilim ile teknoloji arasındaki ilişkiler, çok eski bir tartışma konusu ve henüz tükenecek gibi de görünmüyor. Bazı bilim yazarları, teknolojinin bilimin doğuşundan önce gelişmeye başladığını ileri sürüyor. Onlara göre, ok ve yayın varlığı, tekerleğin icadı, bazı tarım aletleri, bakır, bronz ve demirin eritilmesi, madeni silahlar vb. bilim öncesi teknolojinin örnekleridir. Bilim ve bilim tarihi yazarı John Gribbin de teknolojinin bilimden önce geldiğini düşünenlerden. Yeni yayınlanan Bilim Tarihi kitabında (Alfa Yayınları) şunları söylüyor: “Önce teknoloji geldi, çünkü hangi ilkeler üzerinde çalıştıklarını tam olarak anlamadan deneme yanılma yoluyla makineler yapmak mümkündür”. (s.12). Gribbin yanılıyor. “Hangi ilkeler üzerinde çalıştıklarını tam olarak anlamadan deneme yanılma yoluyla yapılmış” tek bir makine örneği yoktur. Denemeyanılma, hem bilimde, hem de teknolojide önemli bir etkinliktir. Fakat bir düşüncenin, hipotezin veya teorinin kılavuzluğunda olduğu takdirde. Hipotezsiz, esinsiz, bilimsel düşüncesiz denemeyanılma, kör bir işlemdir. “Bilim olmadan teknoloji olmaz” dediğimiz zaman, bilim kavramını sadece “bilimsel teori” ile sınırlandırmıyoruz. Bilim kavramının içine, hem bilimsel düşünceyi, hem bilimsel yöntemi, hem de bilimsel teoriyi sokuyoruz. Elbette yerine göre bunlardan biri veya diğeri sözkonusu olabilir. Örneğin ok ve yay, elastisite teorisinden önce icat edildi. Teori, burada icadın çok arkasından geldi. Fakat ok ve yay, bilimsel bir yöntem olan analoji yöntemiyle icat edildi. Analoji de, gözlem ve deney gibi bilimsel bir yöntemdir. Özellikle ilk çağlarda analoji, gözlem ve deney kadar etkin bir yöntemdi. İnsanlar yaydaki esnekliğin ve onda yaratılacak gerilimin oku gönderecek kuvvet oluşturacağını düşünerek bu aleti icat ettiler. Belki ilk defa ormanda kıvrılmış bir dalın bir etkiyle boşa çıkmasını gördüklerinde bu fikri geliştirdiler. Bu, bilimsel bir düşünüş tarzıdır ve bilimdir. Termodinamik teorisi de, buhar makinesinin icadından önce değil, sonra geliştirildi. Fakat buhar makinesinin icadında da bilimsel düşünüşün birçok örneği vardır ve sıvıların ve gazların özellikleri hakkında bilimsel bilgiler ve düşünüş olmasaydı, bir sistem fikri geliştirilmeseydi, buhar makinesi icat edilemezdi. Elbette teori ile icat edilmiş birçok icat da vardır. Elektromagnetizma teorisi geliştirilmiş olmasaydı, ne telgraf, telefon, radyo, televizyon, ne de internet ve cep telefonu olurdu. Denemeyanılma yöntemiyle (“hangi ilkelerle çalıştıkları tam olarak anlaşılmadan”) elektronik bir aygıt yapılmadı ve yapılamaz. Her teknolojik gelişme, doğanın temel yasalarının bilinmesine veya onlara uygun davranılmasına dayanır. Elde edilen her teknolojik ürün de, yansıttığı doğa yasalarının daha iyi anlaşılmasına ve birçok durumda da yeni yasaların bulunmasına hizmet eder. Gazları, basınç uygulayarak depolamak, borular aracılığıyla dağıtmak, sıvılaştırmak gibi sanayi işlemlerinin hepsi, Mariotte ve Gay Lussac kanunlarına dayanır. Bütün optik aletleri sanayisi, mikroskop yapımı, gökdürbünleri, fotoğraf makinesinin yapımı, sinüs yasasına bağlıdır. Elektrik sanayisi de temelde Ohm, Amper formüllerine ve indükleme yasalarına dayanmaktadır. Büyük kimya sanayisinin bütün gelişimi, kesin nitelikteki kimyasal analiz yöntemlerinin bulunmasıyla başlamıştır. Birçok icadın sıradan insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu doğrudur. Fakat bu gerçeğin iki yönü vardır. Birincisi, bu durum artık geride kalmıştır. Bilimsel eğitim görmeyen bir kişinin artık önemli bir icatta bulunması imkansızdır. İkincisi, sıradan mucitler bile, icatları sırasında o güne kadar edinilmiş olan bilimsel bilgilere ve birikimlere dayanmışlardır. Örneğin kendi adıyla anılan dinamoyu (doğru akım dinamosu) icat eden Gramme, sıradan bir işçidir. Fakat Gramme’dan önce, elektrodinamik kanunları keşfedilmişti. Daha sonra bu kanunlar geliştirildi ve elektromıknatıs ilkesi formüle edildi. Birçok kimse de bu ilkeden yararlanarak deneyler yaptılar ve işte bu deneyler sırasında Gramme dinamoyu icat etti. Daha önceki keşifler yapılmış olmasaydı, kimse dinamoyu icat edemezdi. Bilim olmadan teknoloji olmaz. Teknolojiye bilimden bağımsız gelişebilme özelliği atfedenler, gerçekte teknolojinin doğa yasaları dışında başka bir temele dayalı olabileceğini ileri sürmüş olmaktadırlar.