Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Köy Enstitülerinden alınacak dersler Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin G eçen 17 Nisan günü Köy Enstitüleri’nin 93. kuruluş yıldönümüydü. Yine ilginç toplantılar düzenlendi ve kimi öğücü, daha çok duygusal yazılar yayımlandı. Burada bu devrimsel projeden bugün bile alınabilecek, hatta günümüz eğitimcilerinin alması gereken derslere kısaca değinmek istiyoruz. Ondan örnek ve ders alabilirsek, yeni başarılı atılımları daha kolay ve daha isabetli bir biçimde gerçekleştirebiliriz. Köy Enstitüleri projesi, ülkemizde büyük çoğunluk köylerde, yoksulluk ve gelişmemişlik içinde yaşarken, okur yazarlar yok denecek kadar az ve cahillik yaygın iken, yepyeni eğitim kurumlarının yoktan var edilmesidir. Projeyi nesnel değerlendirebilmek için o zamanki koşullara şunlar eklenmeli: Uzun yıllar süren savaşlar sonunda ülke harap ve bitkin düşmüş, yetişmiş insan kaynakları büyük ölçüde yitirilmişti. Bu durum düzeltilemeden başlayan 2. Dünya Savaşı, erkek gücünü ve devlet bütçesini kalkınmada kullanmayı yeniden engellemişti. Projenin esas sorumlusu İ.H.Tonguç (18971960) şimdi Bulgaristan’da bulunan Silistre’nin bir köyünde doğmuş, oradaki rüştüyeyi, sonra İstanbul’da Muallim Mektebini bitirmiştir. Resimiş ve beden öğretmenidir. 191819’da sekiz ay Almanya’nın Ettlingen Öğretmen Okulu’nda üstöğrenim görmüştür. Bu idealist eğitimcinin önderliğinde Köy Enstitüleri projesi, bugün için de geçerli örnek bir bilimsel çalışma olmuştur. Bunun aşamalarını özetleyelim: 1. Önce konu hakkında bilinenler toplanmış, bu amaçla Almanya, Bulgaristan, Macaristan ve Rusya’ya uzmanlar gönderilerek, eğitim sistemleri incelenmiştir (1925). Bu bağlamda Tonguç Almanya’ya gitmiştir. 2. İnceleme sonuçları raporlar halinde yayımlanmıştır. Tonguç topladığı bilgileri, R.Ş. Sirer ile birlikte yazdığı Almanya Maarifi kitabında açıklamıştır (1934). 1938’de Tonguç Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’da eğitimi tekrar incelemiş ve bu kez Canlandırılacak Köy kitabını yazmıştır. 3. Diğer ülkelerdeki uygulamaların incelenmesi ile yetinilmemiş, o devirde Almanya’nın ünlü eğitimbilimcisi G.Kerschensteiner (Kerşınştaynır, 18541932) ile ABD’nin dünya çapında tanınan eğitimbilimcisi John Dewey (Con Devi, 18591952) uzman ve danışman olarak Türkiye’ye davet edilmiştir. Sağlığının elvermediği gerekçesiyle Türkiye’ye gelemeyen birincisi hakkında Tonguç bir kitap yayımlamıştır (1933). İkincisi 1924 yazında ülkemize gelmiş ve incelemeleri Türkçe ve İngilizce yayımlanmıştır (1939). Ayrıca “Demokrasi ve Terbiye” başlıklı kitabını Avni Başman Türkçeye çevirmiştir (1928). 4. İşte böylece toplanan bilgilere kendi yaratıcılıklarını da katarak Tonguç ve arkadaşları Köy Enstitüleri’ni tasarlamışlardır. Ülkemize kısa sürede olağandışı hizmetler yapan Köy Enstitüleri’nin ne yazık ki, trajik bir sonu olmuştur. Bir yandan Aydınlanmaya, laik ve demokratik eğitime karşı olan dinci çevreler, öte yandan kendi oy çıkarları için her türlü ödünü verebilen “kösem politikacılar” bu özgün ve çığır açıcı kurumlara karşı birleştiler. Ancak çok kez nedense açıklanmayan darbe, daha 19. yüzyılda Anadolu’nun Harput (ilki burada 1852’de), Tarsus, Merzifon, Talas…gibi birçok köşesinde, 1900’de sayıları 400’ü aşan misyoner okulları açan yabancı güçten geldi. Truman Doktrini (1947) kapsamında yapılacak yardımın önkoşulu olarak, Köy Enstitüleri’nin kapatılması istendi. Yaklaşık bir yüzyıl önce kurulmuş ve kısa ömürlü olmuş Köy Enstitüleri’ni günümüzde taklit etmek elbette akıllıca olmaz. Bilim hiçbir zaman yerinde saymaz, daima ilerler. Ama bu kurumlardan birçok ders alabiliriz. Birinci ders bir konuyu inceleme, araştırma ve sonra geliştirme yöntemidir. Yaklaşık bir yüzyıl önce izlenen bilimsel ve akılcı yol bugün de geçerlidir. Bu kurumları yaratan kuşağın Eğitim Cumhuriyetini gerçekleştirmek için nasıl özverili çalıştığını unutmayalım. Yokluklar içinde ve 2. Dünya Savaşı esnasında geliştirilen eğitim projesini, şimdi yetişmiş insan bolluğunda ve büyük parasal olanaklar içinde uygulanan 4+4+4 dinselleştirme projesi ile karşılaştırırsak, Cumhuriyet kuşağının büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz. Öte yandan Cumhuriyet kuşağının öğrenme ve öğretme hevesinin büyüklüğü dikkati çekiyor. Tonguç, başarılı eğitimciliğinin yanında en çok kitap yazmış Türk eğitimcilerinden biridir. Özel kitaplığında yüzlerce Almanca kitap vardı ve Alman Klasiklerini özgün dilinde okumuştu. Şimdi kim merak edip, o dönem yazılan kitapları okuyor? Biz bazılarını İstanbul’daki kütüphanelerde bile bulamadık! Ansiklopedilere girmiş G.Kerschensteiner’i kim tanıyor? Kim ünlü eğitimci ve filozof J.Dewey’i tanıyor, onun klasik sayılan yapıtlarını okuyor? Kim eğitimbilimin klasiklerini ve dünyada eğitim reformuna dayalı okulları inceliyor? Ders alınacak bir önemli uygulama da, o dönemin en değerli uzmanlarının en önemli mevkilere getirilmiş olmasıdır. İnsanları değerlendirmede yandaşlığı değil, liyakati esas alan bu nesnel değerlendirme ilkesini, Yüce Atatürk ve ona inananlar her zaman titizlikle uygulamıştır. Tonguç bu değerlendirmenin bir ürünüdür ve bir köy çocuğunun neleri başarabileceğinin kanıtıdır. Özetle, Tonguç eğitimde bize taklitçilik değil, özgün çalışma ve takım çalışmasının örneğini verdi. Eğitimde dünyayı tanımanın, incelemenin, kitap okumanın ve kitap yazmanın önemini gösterdi. Hepimize örnek olan bu büyük eğitimci için, adını birkaç okula ve sokağa verme dışında, acaba biz ne yaptık? O dönemin kitaplarını topluca yayımladık, öğretisini günümüz öğretmenlerine yeterince tanıttık mı? Okullarımızda Tonguç Eğitim Kitaplıkları, Hasan Âli Yücel Aydınlanma kitaplıkları kurduk mu? Sonuç Türkiye Cumhuriyeti yüce Atatürk döneminde bir Eğitim Cumhuriyeti olmuştu. Tüm eğitim kurumları daha iyiyi, çağdaşlığı yakalamak için atılımlar yapıyordu. Köy Enstitüleri bu çabaların ürünüdür ve hepimize bugün de geçerli önemli dersler verebilir. Şimdiki öğretim sistemimiz, ne yazık ki, Aydınlanma ışığını kısmaya, ülkemizi ileri değil geri götürmeye programlanmış. O halde “Atatürk pusulasını” tekrar beynimize yerleştirmeli ve öncelikle ülkemizin yararlarına ve geleceğine uygun bir öğretim uygulamalıyız. Köy Enstitüleri bunu yapabileceğimizin kanıtıdır. Bu aydınlanma kurumları herşeyden önce Cumhuriyetin Aydınlanma sürecini köylere de yaymayı ve köyleri her yönden kalkındırmayı amaçlıyordu. Günümüz öğretimi baştan sona yetersiz olduğu, ezberciliğe ve “hap bilgilere” dayandığı halde, onlar iş içinde ve yaparak öğrettiler. Böylece öğrencilerin kişiliğini ve zekâsını geliştirici bir yöntem uygulamışlar, gençlere yararlı ve kalıcı bilgilerle beraber kitap okuyarak öğrenme alışkanlığını kazandırmışlardır. Hepsi yurtsever, özgür düşünen, Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik Cumhuriyete sadık olacak nitelikte yetişmişlerdir. Böylece köy çocuklarının zekâsını da ilk kez ulusun hizmetine sunmuşlar ve onlar Cumhuriyet kubbesinde parlayan yıldızlar olmuştur. Ülkemize bu büyük hizmetleri yapanları yeterince takdir edelim ki, takdir edilecek insanlar yetişsin. Yeni ortaçağ Rennan Pekünlü Y eni Ortaçağ’da bilim konusunu işlerken, bilimsel etkinliklerin gerçekleştirildiği kurumlar olarak üniversitelerin, ARGE’lerin, enstitülerin birer üstyapı kurumları olduğunu unutmamalıyız. Bu üstyapı kurumları kendilerini devletin gözetimi, denetimi ve yasaklamalarına uğramaktan kurtaramaz. Ünlü astrofizikçi Jack Sulentic’in bu konudaki saptamasını aşağıya aktarıyorum: “Çağdaş bilim 20. yüzyıla damgasını vuran ABD tarafından çok güçlü bir biçimde şekillendi. Bu kültürde, ‘uzman olma’ kariyerin ve özellikle para kazanmanın yeşermesini sağladı. Bu kültür aynı zamanda aşırı rekabetçi bir kültür. Para güç demektir ve para kazanmak güç sağlamaya yarıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce bilimsel araştırmalar az sayıda elit okullarda yapılıyordu. Ancak Sputnik herşeyi değiştirdi ve bilim alanına binlerce kişi, Baconistlerden çok kariyeristler doluştu. Bunlar güçlü ve geniş bir bilim tapınağı yarattı. Kolay bir biçimde kenara itilen özgür düşünürlere bu örgütlenmede yer yok. Bu yeni çevrede özgür düşünürlerin varlığını sürdürmesi kolay değil. Bazıları, özgür düşünme yeteneklerinin körlenmemesi için bu modanın ortamına uyup iyi çalışmalar üretebiliyor. Ancak bu ortamda özgür araştırma çabası oldukça ısdıraplı ve hemen hemen ortadan kalktı. Eğer yeni bir bilimsel devrim gerçekleşecekse bu Avrupa’da (eğer ABD’yi öykünme dürtüsüne direnebilirlerse) veya dünyanın diğer ülkelerinde (Hindistan/Çin? Latin Amerika?) başlayacak. Daha önemli olanı da Marx’ın bilimin ne’liği konusun CBT 1381 18 /6 Eylül 2013 daki saptamasıdır: Marx bilimin gerçekçi ve diyalektik yapısına övgüler düzmenin yanı sıra, onun ancak toplumsal bağlamda tam olarak anlaşılabileceğini vurgulamıştır. Alman ideolojisi (German Ideology) adlı eserinde, “Endüstri ve ticaret olmasaydı bilimin yeri ne olurdu?” sorusunu yöneltiyor. “Saf” (pure) doğa bilimlerinin üzerinde çalıştığı özdeksel nesneler vardır; bu çalışmalar amacına ancak endüstri ve ticaret aracılığıyla ulaşır. Veya Kapital’de belirttiği gibi, “çağcıl endüstri, emeğin yanı sıra bilimi de üretim gücü yapar ve bilimi sermayenin hizmetine girmeye zorlar”. Kısacası, örneğin, 17. yüzyıldaki bilimsel devrim ve çağdaş fiziğin yükselişi ancak kapitalizmin gelişmesi bağlamında tam ve doğru olarak anlaşılabilir. Kabaca belirtirsek, yeni bilim kapitalizmin özdeksel çıkarlarını karşıladığı için yükselişe geçti. Bu saptamaya bilimsel bir destek ve yaklaşım da Leon Lederman’dan geldi. Lederman, The God Particle adlı kitabında şu saptamayı yapıyor: “Bitirmeden önce şu T şört işine değinmek istiyorum. Bu kitapta, bir kez anlaşılırsa, Tanrı Parçacığı evrenin nasıl işlediğini çözecek izlenimi bırakmış olabilirim. Bu alan gerçekten derin düşündükleri için kendilerine ödeme yapılan derin düşünen parçacık fizikçilerin alanıdır. Bazıları, indirgemeci düşüncenin sonuna gelineceğine inanıyor. Artık iç uzaya ilişkin her şeyi bileceğiz. Sonra bilim karmaşık konulara eğilecek: virüsler, sabahki trafik sıkışıklığı, nefret ve şiddetin sağaltımı...hepsi çok güzel. “Bir başka bakış açısına göre biz devasa bir okyanusun sahilinde oynayan çocuklara benziyoruz. Bu bakış açısı gerçek anlamda sınırsız bir cephe sunuyor. Tanrı Parçacığının ardında müthiş, gözleri kamaştıran güzellik var, ancak gözlerimiz bu güzelliğe alışacak. Kısa bir süre sonra tüm soru