Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“AYA ASLINDA KİMSE İNMEDİ!” İnsanlar komplo teorilerine inanmaya neden hazırlar? R İnsanların aya ayak basmaları NASA’nın bir uydurması mıydı? Marslıların varlığı bizlerden gizleniyor mu? Küresel ısınma büyük bir aldatmaca mı? Boston Maratonu sırasında yaşanan bombalama olayları “içeriden bağlantılı bir eylem” olabilir mi? ni hastası olabilir mi? Son araştırmalar bu konuya ışık tutan güçlü birtakım bulguları gözler önüne seriyor. Sözgelimi, herhangi bir komplo teorisine inanan insanların başka komplo teorilerine inanmaya da daha yatkın olacakları bir süredir bilinmekle birlikte, karşıt komplo teorilerinin birbirleriyle ters ilintili olmaları beklenir. Oysa, Kent Üniversitesi ruhbilimcilerinden Michael Wood, Karen Douglas ve Robbie Suton kısa bir süre önce yaptıkları araştırma sonucunda bunun hiç de öyle olmadığını, insanların birbirlerine ters düşen komplo teorilerine inandıklarını ortaya koydu. Örneğin, Usame bin Ladin’in hâlâ yaşadığına inananlarla, onun askeri baskından çok önce öldüğüne inananlar arasında doğrudan bir bağlantı olduğu saptandı. Bu duruma mantıklı bir açıklama getirmek çok güç: Bin Ladin’in aynı zamanda hem ölü, hem de yaşıyor olması düşünülemez. Araştırmacıların çözümleme sonucunda ulaştıkları önemli sonuçlardan biri de, insanların komplo teorilerine ayrıntılarından çok, genelde komplo benzeri düşünceyi besleyen daha üst düzeydeki inançları yüzünden inandıkları. Bu tür üst düzey inançların en yaygın bir örneği de “yetkeye duyulan yoğun güvensizlik”. Araştırmacılar bu görüşten yola çıkarak komplo teorilerine inanmanın salt belli bir kurama inanmakla ilintili olmaktan çok, dünyaya bakışımızı belirleyen ideolojik mercekle bağlantılı bir durum olduğuna dikkat çekiyorlar. uhbilim dalındaki son araştırmalar, kimi insanların birtakım olayların ardında devletin çapraşık kumpaslarının yattığına inanmaya neden hazır olduklarına ışık tutuyor. Timothy Melley “The Empire of Conspiracy” (Komplo İmparatorluğu) adlı kitabında toplumbilim uzmanlarının büyük bir çoğunluğunun, Richard Hofstadter’in “Amerikan siyasasının paranoyak hali” betimlemesinden etkilenerek komplo teorilerini genelde “uç görüşlere sahip kesimin akıl almaz görüşleri” olarak değerlendirdiklerine dikkat çekiyor. Hofstadter’in görüşünden etkilenen çok sayıda bilim insanı komplo teorilerinin paranoyak ve sanrısal bir yönü olduğuna inandı; komplocu sanrılarının çoğu zaman (şizotip) paranoya ile ilintilendirilmesinden yola çıkan ruhbilim uzmanları da, uzun bir süre komplo teorilerinin psikopatolojik yapısını onaylamak dışında bir katkıda bulunmadılar. KOMPLO VAR KOMPLO VAR mesinin ardında yatan tek olası nedenin bilimsel ilkelerin reddedilmesi olduğunu söylemek de doğru olmaz. Yine kısa süre önce yapılan bir başka araştırma da komplo teorilerini olumlayan bilgiler almanın ya da salt bu tür teorilerle karşı karşıya gelmenin bile insanların önemli siyasal ve toplumsal konulardan kopmalarına yol açabileceğini ortaya koyuyor. Daniel Jolley ile Karen Douglas’ın ortaklaşa yaptıkları araştırma kendilerine küresel ısınmanın büyük bir aldatmaca olduğu görüşüne destek veren türde bilgiler sunulan katılımcıların siyasal eylemlere katılma ya da karbon ayak izini azaltmak için kişisel davranışlarda değişime gitme gibi birtakım konularda çok daha isteksiz bir tavır sergilediklerini açıkça gözler önüne serdi. SONUÇLAR DEHŞET VERİCİ Ne var ki, komplo teorileri salt paranoyak bir azınlığın ipe sapa gelmez görüşlerinden ibaret bir durum olmadığı, bu tür patolojik açıklamaların son derece yetersiz kaldığı anlaşıldı. Örneğin, kısa bir süre önce A.B.D’de yapılan bir kamuoyu yoklaması, nüfusun %37’sinin küresel ısınmanın büyük bir aldatmaca olduğuna inandığını ortaya koydu. Ayrıca, nüfusun %21’inin hükümetin uzaylıların varlığıyla ilgili kanıtları gizlediğine, %28’inin küreselci bir gündeme sahip gizli bir seçkinler topluluğunun dünyayı yönetmek için birtakım dolaplar çevirdiğine inandığı da görüldü. Boston maratonu bombalamalarından topu topu birkaç saat sonra YouTube videoları aracılığıyla yaşananların “içeriden bağlantılı” düzmece bir olay olduğu yönünde bir yığın komplo teorisi ortalıkta dolanmaya başladı. İyi de onca insan komplo teorilerine inanmaya neden bu denli hevesli? Bu insanların tümü de paranoyid şizofre %37: KÜRESEL ISINMA ALDATMACA KOMPLOYA İNANÇ VE BİLİMİ REDDETMEK İlginç bir biçimde, uzmanlar son günlerde komplo teorilerine duyulan inançla bilimin reddi arasında da bir bağlantı olduğunun altını çiziyorlar. Psychological Science dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Stephen Lewandowsky ve arkadaşları bilimi kabul etmeyle komplo teorilerine inanmak arasındaki bağlantıyı araştırdı. Bu çalışma nüfusun genelini temsil etmemekle birlikte, elde edilen sonuçlar çoklu komplo teorilerine duyulan inançla önemli bilimsel bulguların reddi arasında belirgin bir bağlantı olduğuna işaret etmekteydi. Gelgelelim, komplo teorilerinin yaygın bir kabul gör CBT 1368 13 / 7 Haziran 2013 Endeksin Türkiye bölümünde, ülkede son 20 yıldır vatandaşlarının yaşam kalitesini yükseltmek için ciddi bir çaba gösterildiği belirtiliyor. Buna karşın Türkiye’nin 11 kategorinin çoğunda endekste yer alan ülkelerin gerisinde kaldığı izleniyor. Türkiye, barınma, istihdam, sosyal destek ağları ve işözel yaşam dengesi kategorilerinde 36 ülkenin en sonuncusu konumunda. Burada en ilginç nokta dayanışma ve yardımlaşma konularında Batı’yı eleştiren Türkiye’nin, bu konuda da en sonuncu gelmesi. Bu gerçekten beklenmedik bir sonuç, zira Türkler her zaman zor durumda olanlara yardım etme konusunda Batılılardan daha iyi olduklarını iddia ederler. ( Bu konuda halkın görüşlerinin yanlış değerlendirilmiş olabilece ğini düşünüyorum ÇN) Ülkemizin en sıralamada en iyi konumda olduğu kategori demokratik katılım. Oy kullanan seçmen oranı bakımından 36 ülkede içinde 6. sırada. (Bu konuda da kullanılan oyların sayısından çok, oyların ne kadar bilinçli kullanıldığının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum ÇN). Türkiye’nin görece olarak “iyice” olduğu bir diğer kategori de sağlık ve güvenlik. Sağlıkta 36 ülkenin 30.su, güvenlik konusunda da 29.su. Çalışanlarının % 46’sının çok uzun saatlerini işte geçirdiği Türkiye’de, çalışma temposunun insanların fiziksel ve ruhsal açıdan çökerttiği görülüyor. Bu da mutsuzluğun başlıca nedenlerinden biri. Elde edilen bu bulgular komplo teorilerinin toplumsal güvensizliğe neden olduğunu ve insanların ilgisini önemli bilimsel, siyasal ve toplumsal konuların dışına çekerek demokratik tartışmaların temelden sarsılmasına yol açtığını gösterdiğinden son derece dehşet verici. Halkın yetkili makamlardan doğru ve aynı zamanda açık ve anlaşılabilir bilgiler edinmek istemesi, kamuya sunulan bilgilerin sağlıklı bir kuşkuyla karşılanması son derece doğal bir gerçek. Ne var ki, komplo teorilerinin sunduğu bu değildir. Komplo teorisi genelde, önemli bir toplumsal olayı güçlü birey ve örgütlerin gizli bağlantıları sonucunda kotarılan kötücül bir oyunun parçası olarak sunma girişimi biçiminde tanımlanır. Ünlü düşün adamı Karl Popper komplo teorilerinin yanıltıcı yönünün onların her olayı “kasıtlı” ve “tasarlanmış” olaylar olarak sunması ve bu yüzden de çoğu siyasal ve toplumsal olayın gelişigüzel doğasını ve istenmeyen sonuçlarını ciddi biçimde hafife almasından kaynaklandığına dikkat çekiyordu. Gerçekte Popper şimdilerde ruhbilim uzmanlarının yaygın biçimde “temel yükleme hatası” olarak adlandırdıkları bilişsel bir eğilime dikkat çekiyordu: başkalarının eylemlerini duruma göre (gelişigüzel) değişen koşulların bir sonucu olarak değerlendirmek yerine, onları kasıtlı olaylar olarak görüp gereğinden çok abartma eğilimi. Kimi araştırmalar komplo teorilerine inanmanın güçsüzlük, belirsizlik, karar verme ve eyleme geçme konusunda yetersizlik gibi duygularla bağlantılı olduğunu ortaya koyduğundan, bu eğilimin olası bir amacı da karmaşık toplumsal olaylara basit açıklamalar getirmek suretiyle insanların “dünyada olup bitenlere bir anlam kazandırmalarına” katkıda bulunmak olabilir. Bunun çarpıcı bir örneği de, iklim değişimi: uluslararası çapta son bilimsel değerlendirmeler insan kökenli küresel ısınmanın yaşandığını %90 kesinlikle ortaya koymakla birlikte, iklim değişiminin yarattığı etkiler ve sonuçlargerek bilişsel, gerek duygusal açıdan insanların baş edemeyecekleri denli ezici ve üzücü. Bu durumda insanların küresel ısınmanın büyük bir aldatmaca olduğu gibi çok daha basit bir açıklamanın ardına sığınmaları, doğal olarak, çok daha elverişli ve ruhsal açıdan çok daha rahatlatıcı bir yaklaşım. Gelgelelim Al Gore’un da bir zamanlar dikkat çektiği gibi, ne yazık ki, gerçekler her zaman elverişli olmuyor. Rita Urgan, kaynak: Scientific American online/ 30 Nisan 2013 BİLİM DÜNYASINDAN