Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ Sosyal medya toplumun başına değil, toplumu ile barışık olmayan yönetimlerin başına bela olmaktadır. Sekülerleşmenin kaynakları Varolma kaygısı ve bilim, sekülerleşmenin temel kaynaklarıdır. Sosyal Medya Toplumun Baştacıdır Eğer işimiz ana akım medyaya kalsaydı, penguenlerle ilgili belgesellere bakarak Taksim’de, Beşiktaş’ta, İzmir’de, Kızılay’da, Bağdat Caddesi’nde, Adana’da, Bolu’da, Konya’da, Eshişehir’de, Manisa’da, Bodrum’da, Tunceli’de neler olduğunu anlamaya çalışacaktık. Facebook, Twitter gibi sosyal medya siteleri sayesinde yurdun dört bir yanında neler olup bittiğini anlık olarak öğrenme imkânımız oldu. Bir hususa dikkat çekmek gerek. Sosyal medyadaki tüm içerik doğru mudur, yoksa yönlendirme, ajitasyon, dezenformasyon var mıdır? İçeriğin tamamının doğru olduğunu kimse garanti edemez. O fotoğrafta yerde ölmüş gibi yatan kişi gerçekten o an olayların olduğu yerde miydi, gerçekten ölmüş müydü birşey diyemeyiz. Ancak biber gazını insanların yüzüne sıkan polislerin o an orada o eylemi yapıyor olduklarını da inkar edemeyiz. Ayrıca konu dezenformasyon ise bunun için sosyal medyaya özel bir gerekliliğin olmadığının da altını çizmek gerek. Gözlerimizin içine bakıla bakıla yalan yanlış istatistikler şahit gösterilerek, çıkarılan yasalar savunulmuyor mu? O halde sorun içeriğin yanlış ya da yönlendirici olup olmaması değil. Bir şeyi netleştirmek gerek ki sosyal medya daha hâlâ “alternatif” bir medya aracıdır. Pek çok insan televizyon, radyo, gazete gibi ana akım medya içinde sözüne güvendiği, müdavimi olduğu kanalı takip ederek haberdar olmak ister. Ancak o kanallarda bir şey bulamadığı zaman “sosyal medya”ya bakar. Türkiye’de Twitter kullanımının Mayıs ayının son günlerinde başlayan olaylar nedeniyle dramatik olarak artmasının bir sebebi de bu olsa gerek. New York Üniversitesi’nin sıcağı sıcağına yaptığı bir araştırmaya göre konuyla ilgili hashtagli iki milyon twitter mesajı gönderilmiş. Ortalama olarak her dakika üç bin mesaj iletişimi sağlanmış. Eğer birkaç sene önce Hüsnü Mübarek çıkıp da Twitter için “toplumun baş belası” ifadesini kullansaydı hak vermek mümkün olabilirdi. Neden mi? Yine araştırmaya göre Mısır’da Tahrir Meydanı olayları yaşanırken Twitter üzerinden gönderilen mesajların %70’ini Mısır dışındaki coğrafyalardan gönderilmiş mesajlar oluştururken Türkiye’de yukarıda istatistiği verilen mesajların %90’ı Türkiye sınırları içinden gönderilmiştir. Buradan iki sonuç çıkarmak mümkün: Birincisi Mısır’da internete daha yoğun bir sansür uygulanmış ve böylece Mısır halkı imkânı ve gereksinimi olmasına rağmen yeterli şekilde kullanamamış olabilir. İkincisi de Türkiye’de yaşanan olaylar, herkesin altını çize çize ifade ettiği gibi başka bir yerden ithal edilmemiş, bütünüyle halk tarafından plansız bir şekilde başlatılmıştır. Twitter ve Facebook olmasaydı örneğin ellerine sopa almış sivillerin İzmir’de eylemcilere yönelik adeta “insan avı”na çıktıklarını göremeyecektik. Eskişehir’de sokak aralarında ellerinde gaz tabancıları ile geçerken giriş katındaki evlerinin içinden sözlü protestoda bulunan vatandaşların camlarının polis tarafından kırıldığını, olay yerinden koşarak ayrılırken de en arkadaki polislerin küfür niteliğinde el kol hareketleri yaptığını bilemeyecektik. Ellerinde kitapları parklarını bekleyen sıradan vatandaşların kadın erkek demeden gaza maruz kaldıklarından haberdar olamayacaktık. Eğer bu bilgileri kitlelere sansürsüz bir şekilde ulaştırdığı için baş belası oluyorsa sosyal medya varsın olsun. Ancak bir şeyi tespit etmek gerekir ki sosyal medya toplumun başına değil, toplumu ile barışık olmayan yönetimlerin başına bela olmaktadır. B Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com ranışının beklenmedik başka sonuçları da oluyordu. Kırım Savaşı’nda Osmanlı askerlerinin İngilizFransız askerleriyle birlikte savaşması, bazı kültürel etkilenmeleri de beraberinde getirdi. Örneğin Osmanlılarda kuşluk vaktinde yenilen yemeğin yerine kahvaltı adedinin geçmeye başlaması, bu savaştan kalmadır. Modern mühendis mekteplerinin, Tıbbiye’nin, Harbiye’nin vb. keza kaçınılmaz ihtiyaçlar sonunda kurulmalarının yaşamın bazı alanlarının sekülerleşmesiyle sonuçlanan çok kapsamlı kültürel etkileri oldu.) Osmanlılarda ebeler dışında kadınların 19. yüzyıla kadar hiçbir kamusal görevi olmadı. Kadınların ev hayatının dışında iş hayatları yoktu. Hemşirelik de ülkemizde Kırım Savaşı sırasında başladı. II. Meşrutiyet’ten sonra kadınlar bazı işkollarında fabrika işçisi olabildiler ve telgraftelefon memurluğu yapabildiler. 1914’te de kadınlar için üniversite açıldı. Kadınların toplumsal yaşama girişleri, sekülerleşme sürecinin en önemli aşamalarından biridir. Osmanlılarla ilgili verdiğimiz birkaç örnek bile, daha önce dinsel olan bir alanın veya davranışın dinsel olmaktan çıkışının (sekülerleşmenin), varolabilme veya iktidarda kalabilme kaygılarından (güdülerinden) kaynaklandığını göstermektedir. En büyük dönüştürücü etken, hayatta kalabilme güdüsüdür. Farklı dinler ve mezheplerin doğuşu ve varlığı da, bu farklı toplulukların bir arada yaşayabilmesi için kısmen de olsa zorunlu hale gelen sekülerleşmenin gelişmesinde bir etken olarak rol oynamıştır. Bilimin, bilimsel düşüncenin, felsefenin, siyasetin, hukukun ve modern eğitimin gelişmesi ise sekülerleşmenin doğrudan etkenleri arasındadır. Bilim ve modern eğitim, her zaman dinsel olanın dışında yeni alanlar açarak toplumların sekülerleşmesine kalıcı katkılarda bulunur. Sekülerleşme kavramını, yaşamın gereklerinin kendiliğinden yarattığı olgular için kullanıyoruz. Bilinçli politikaların eseri olarak kamusal alanda ve devlet işlerinde dinsel öğelerin geriletilmesi ise sekülerizm kavramı ile nitelendirilebilir. Osmanlılarda sekülerleşme sürecinin 17. yüzyılda başlamasına karşın, dönüştürücü düzeyde bir sekülerist (laik) davranış görülmedi. Cumhuriyet döneminde de sekülerleşme süreci devam etti. Fakat özellikle erken Cumhuriyet döneminde Osmanlılardakinden farklı olarak sekülerleşme, güçlü ve sistematik sekülerist politikalar aracılığıyla gerçekleşti. ilim ve din birlikte doğdular. Her ikisinin de doğuşunda ve gelişiminde, insanların varlıklarını koruma güvencesi aramalarının rolü oldu. Fakat dinlerin etkisi, başlangıçta bilimlerin etkisinden daha güçlü oldu. Sonuncu büyük din (İslamiyet) doğduğunda ve yayıldığında, bilim henüz eski Yunan bilimi düzeyindeydi. Ancak son 400 yılda ise bilim büyük bir gelişme gösterdi ve dünyanın çehresini değiştiren en büyük etken oldu. Dinlerin başlangıçta kolay gelişmelerini sağlayan sorgulamasız inanç, daha sonra onların duraklamalarının ve katılaşmalarının nedeni olmuştu. Din savaşları, 18. yüzyıla kadar Avrupa’nın temel gerçeklerinden biriydi. Osmanlı Devleti de bu döneme kadar bir cihat ve gaza devleti oldu. Osmanlılarda sekülerleşme ilk olarak diplomasi alanında başlamıştır. 1606 yılında Avusturya ile imzalanan Zitvatorok Antlaşması ile Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez olarak bir Hıristiyan devletini kendisiyle eş statüde bir devlet olarak kabul ediyordu. Bu elbette sadece bir başlangıçtı. Osmanlı Devleti’nde cihat ve gaza anlayışı giderek zayıflamakla birlikte daha sonra da devam etti. (Bugün bile bu anlayışın devletin en üst düzey yöneticilerindeki varlığını görmüyor muyuz?). Osmanlılar örneğin 185455 yıllarında Kırım Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızlarla ittifak yaparak Ruslara karşı birlikte savaştıklarında, artık devletin kuruluş felsefesinden oldukça uzaklaşmış bulunuyorlardı. Fakat onlar kuruluş felsefelerinden daha büyük bir uzaklaşmayı, o tarihten 11 yıl kadar önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa kuvvetleriyle savaşırken yaşamışlardı. Bu durum, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa 1833 Şubat’ında Kütahya’yı ele geçirdiğinde, II. Mahmut’un varlığını ve iktidarını korumak için Ruslarla işbirliğine girmesiyle olmuştu. Rus askerleri, II. Mahmut’u İbrahim Paşa’nın Müslüman kuvvetlerinden korumak için Boğaz’a çıkartma yaparak Levent’te toplanmışlardı. Çok geride değil, daha 18. yüzyılda, geleceği kararmış bir Osmanlı paşasının veya bürokratının eşyalarına el koyulduğu sırada evinde bir Batı dilinde yazılmış kitaba rastlandığında, bu kitap kayıtlara “ kafir hattıyla yazılmış esere rastlandı” diye geçiriliyordu. Fakat daha aradan yüz yıl geçmeden II. Mahmut Tıbbiye’nin açılışında yaptığı konuşmada, hoca ve Türkçe eğitim kaynağının olmaması yüzünden derslerin bir süre Fransızca olarak yapılacağını söylüyordu. (Devletin seküler bir dav 36 ülke içinde en kalitesiz Türkiye Baştarafı 89’dan devam ki bir süreyi ücret almadan yaptıkları işlere ayırırlar. Aile içindeki iş bölümünü genellikle cinsiyet belirler; erkekler zamanlarının çoğunu maaşlı işe ayırırken, kadınlar daha çok ev işlerinde çalışırlar. Türk erkekleri günde 116 dakikalarını yemek pişirme, temizlik veya çocuk bakımı gibi ev işlerine ayırıyor. Oysa bu süre OECD ülkelerinde 131 dakika. Türk kadınları ise günde ortalama 377 dakikalarını ev işlerine ayırıyor. İşözel yaşam dengesinin bir diğer önemli yanı da kişinin işte geçirdiği zamanın süresi. Türkiye’de insanlar yılda 1.877 saatlerini işte geçiriyorlar. Bu da OECD ortalaması olan 1.776 saatin epey üzerinde. Bunun yanı sıra OECD ülkelerinde çok az sayıda çalışan ( % 9) haftada 50 saatin üzerinde çalışır. CBT 1368 12 / 7 Haziran 2013 GENEL DEĞERLENDİRME Türkiye raporu: http://www.oecdbetterlifeindex.org/countries/turkey/#/21111111111