24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör lıktaki bir adamın on litre biradan sonra düştüğü duruma benziyordu. Nano parçacıklar kimi farelere alkolle birlikte verilirken, diğer bir gruba daha sonra aşılanmış. Araştırmacılar iki grupta da pozitif etkiler izlemişler. Nano parçacık aşılanan fareler, diğerlerine göre bir ila iki saat daha önce ayıldıkları gibi kanlarındaki alkol seviyesi de daha hızlı düşerek üç saat içinde yüzde otuz beş azalmış. Oysa aşılanmamış farelerde alkol seviyesi yüzde on bile azalmamış. Ancak sistemin klinik deneylerde test edilebilmesi için iyileştirilmesi gerekiyor. Mesela alkolün indirgenmesi sırasında ortaya çıkan bir yan ürün olan asetaldehiti etkisiz hale getirmesi isteniyor. Bu madde alkol tüketiminden sonra ortaya çıkan rahatsızlık verici semptomlardan sorumlu tutulduğu gibi yoğun oranda bulunduğu zaman da karaciğer ve böbreklere zarar veriyor. Bilim insanları yeni ilacın daha çok akut alkol zehirlenmelerinde kullanılabileceğini düşünüyorlar. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Nihat Ergün Bey, Darwinizmi bir inanç haline getirmemeliyiz demiş. Bu sözleri doğrudur. Arkasından, bilimsel olan her şey şüpheye açıktır demiş. Bu da doğrudur. İnanç, demiş, şüpheye açık değildir, zira Tanrının varlığını doğrulayamazsın da yanlışlayamazsın da. Temelde bu da doğrudur. bazı bitkiler, mantar ve virüs bulaştıktan sonra aşırı sıcağa da çok soğuğa karşı dayanıklı hale geliyor. Yoksa bu bitkiler aşırı iklim koşullarında ölürdü diyen Pennsylvania Eyalet Üniversitesi biyologu, volkanik toprağın çok fazla ısındığı Yellowstone Ulusal parkındaki bitkilerden örnekler almış. İncelemeler sonucunda belli başlı bir ot türüne, bir virüs taşıyan bir mantarın bulaştığı görülmüş. Araştırmacı mantarı bitkiden ayırdıktan sonra mantardaki virüsü de temizlemiş. İlginç bir şekilde hem mantar hem de ot elli santigrat derecedeki ortamda bir süre sonra ölmüş. Bilim insanları bitki, mantar ve virüsü yeniden bir araya getirdiklerinde hepsi bu sıcaklığa dayanmış. Anlaşıldığı üzere bitkinin aşırı sıcağa dayanabilmesi için virüs mutlaka gerekli diyor Roosinck. Bununla birlikte virüsün, bitkiyi ne şekilde uç hava koşullarına karşı dayanıklı kıldığını bilim insanları henüz çözemediler. Yeni araştırmalarla bu sorunun yanıtlanması halinde, gelecekte bitkileri kimyasal olmadan daha dayanıklı hale getirmek mümkün olabilecek. Nihat Bey’in Önemli Sözleri Yani, Sayın Bakanın tüm dediklerinin altına imzamı atarım. Dolayısıyla sözleri, partisinin hükümetlerinin on küsur yıldır uyguladıkları milli eğitim politikasının da yanlış olduğunu kaçınılmaz olarak içeriyor. Tabiî bir AKP’li bakanın bu gerçeği görmüş olması ve partisinin kurduğu hükümetlerin millî eğitim politikalarının temelinin mantıksız olduğunu alenen dile getirmesi çok önemli bir şeydir. Şimdi konuyu okuyucularım için daha anlaşılır bir hale getirmek amacıyla biraz daha açayım: Darwin’in evrimin türlerarası rekabetten doğan doğal eleme yoluyla olduğu varsayımı tabiî tartışmaya açıktır ve bilhassa jeolog Prens Pyotr Alekseyeviç Kropotkin (18421921) tarafından 1903 yılında eleştirilerek, Darwin’in büyük ölçüde tropik alanlardaki yaşam mücadelesini göz önüne aldığını, halbuki Sibirya gibi içinde yaşanılması çok zor olan soğuk iklim bölgelerinde yaşam mücadelesinin türler arası rekabetten ziyade türler arası dayanışma ile gerçekleştiğini göstermiştir. Gerçi bu fikir de yeni değildi ve daha 1869 yılında patolojik anatominin kurucusu addedilen Baron Carl von Rokitansky tarafından Viyana’daki Bilimler Akademisi’nde yaptığı bir konuşmada dile getirilmişti (bkz.: Rokitansky, C., 1869, Die Solidarität alles Thierlebens: Almanach der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften, 19. Jahrgang, ss. 185220). Darwinizm, daha ondokuzuncu yüzyılda da görüldüğü gibi, yeni türlerin nasıl ortaya çıktığını da çözememişti. Bunu halleden, Hugo deVries’in mütasyon kuramıdır ki bu kuramın doğru olduğunu bugün çok hızlı evrim geçiren canlılar üzerinde yapılan deneylerde rahatlıkla gözleyebiliyoruz. Üstelik bazı konularda Lamarck’ın mekanizmasının bile işlediği, yani bireyin edindiği bazı karakterlerin, yavrusuna geçebildiği tespit edilmeye başlandı. Görüldüğü gibi ve Sayın Bakan Nihat Bey’in de ima ettiği gibi bilimde fikirler çarpışır. Bu çarpışmada en önemli silah gözlemdir. Gözlemle çelişen varsayım elenir. Aynı canlılar âleminde olduğu gibi. Hatta bugün bilim felsefecileri artık bir evrimsel epistemolojiden, yani bilgi bilimden bahsetmektedirler. Bilim sürekli ilerler ve yanlışları eleyerek giderek daha çok süreç ve nesneyi açıklayabilir hale gelir. Nihat Bey’in dediği gibi, dinde bunu yapmak mümkün değildir. Din iddialarını kontrol edemez. Mesela kâinatın ve canlıların oluşumu, dinin dediği gibi olmamıştır. Bunu, yani kutsal kitaplarda söylenenlerin doğru olmadığını, jeoloji ispat etmiştir. Ama din ilk iddiasından vazgeçme, yani kendini yenileme mekanizmasına sahip olmadığı için bu yanlışa saplanıp kalmak mecburiyetindedir, zira aksi takdirde, tanrı kelâmı kabul ettiği metinleri değiştirmeye zorlanacaktır ki, bu da tanrının güvenilirliğini (veracitas dei) sorgulamak olur. Din bunu kabul edemez. İşte bu dogmatik karakterinden ötürü din, yaşama ve dolayısıyla yaşama bir hazırlık demek olan eğitime temel alınamaz. Nihat Bey diyor ki, tanrının varlığının doğruluğunu ya da yanlışlığını kontrol edemeyiz. Doğruluğu ya da yanlışlığı kontrol edilemeyen bir şeyi o zaman neye güvenerek eğitimin içine alacağız? Nihat Bey diyebilir ki, dinin kaynakları kutsal kitaplardır. İyi de onlara kendisi güvenebilir; güvenmeyenleri nasıl tatmin edecektir? Her okuduğunu kontrol etmek isteyen, gözlem ve mantık süzgecinden geçirmek isteyen modern bir insan, kendisine bir inancın empoze edilmesini kabul etmez. Bunda ısrarcı olunması halinde, akılcı tartışma dışına taşılacağı için hır çıkar, toplum zedelenir. İşte bu nedenle her şüpheye hep açık olan bilim akılcı bir temele sahiptir; bunu reddeden din değildir. Biri toplumun malı olabilir, diğeri ise tamamen bireysel olmak zorundadır, zira tartışılamaz. Tartışmaya açık olmayan her şey bireysel kalmaya mahkumdur. Nihat Bey’in dinin kontrol edilemeyen bir öğreti olduğunu söylemesi, yani onun büyüden, hurafeden, mitolojiden, masaldan farklı bir şey olmadığını beyan etmesi son derece yararlı olmuştur. Umarım bunun gereklerini yerine getirir. CBT 1354/ 7 1 Mart 2013 Amerikalı ve Çinli araştırma ekibi, antialkol hapına doğru ilk önemli adımı attı. Minik partiküllere hapsedilen enzimler, farelerin kanındaki alkolün indirgenişini hızlandırmışlar. Enzimli parçacıklar alkolle birlikte alındığında koruyucu etki yaparken, alkol alımından sonra aşılandığında iyileştirici etki yapıyor. Ne var ki araştırmalar henüz yolun başında. Tedavinin olası riskleri ve yan etkileri ve insanda kullanılabilirliği hakkında şimdilik bir şey söyleyemiyorlar. Yeni nano parçacıklar, bilim insanlarının, birbirine bağladıktan sonra plastiğimsi bir kılıfa yerleştirdikleri iki enzimden oluşuyor. Araştırmacılar bunun için bedenin enzimleri çok ender olarak tek başlarına çalıştırmasını örnek almış. Bu biyokatalizörlerin çoğu bir gruba ya da birbirleriyle iletişim halinde olan çeşitli enzimlerden oluşan bir zincire dahil. İlk enzimin ürün genelde bir sonrakine iletilir ve böylece kayıp en düşük düzeyde kalır. Ya da çiftlerden biri ana görevi üstlenirken, diğeri de bu süreç sırasında ortaya çıkan zehirleri zararsız hale getiriyor olabilir. İşte bilim insanları bu prensipten, alkolü indirgeyen parçacıklar üretiminde yararlanmış. İlk deney tamamen sarhoş farelerde başarılı olmuş. Farelerin sarhoşluk düzeyi, orta ağır Alkolün panzehiri bulundu mu? Geniş kapsamlı bir araştırma, alarm verici sonuçlar ortaya koydu. Dünya genelindeki sürüngen türlerinin %19’u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tatlı su sürüngenlerinin durumu ise daha vahim, üç sürüngenden biri tehdit altında. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) ve Londra Zooloji Birliği’nin, Biological Conver Beş sürüngenden birinin soyu tehlikede sation dergisindeki yazısında, dünya genelindeki beş sürüngenden birinin soyu tehlikede deniyor. İki yüzü aşkın uzman, yılan, kertenkele, timsah, kaplumbağa ve diğer sürüngen türleri de dahil olmak üzere 1500 türü incelemiş. Rastgele seçilen hayvan türleri bilinen tüm sürüngen türlerinin yaklaşık %16’sını temsil ediyor. Genel olarak hayvanların %19’u tehdit altında, %41’i “tehlikeyle karşı karşıya” ve %47’si ise “yaralanabilir” olarak sınıflandırılmış. IUCN sonuçların alarm verici olduğunu söylüyor. Özellikle de tatlı su sürüngenlerinin durumu çok kritik. Bunların %30’u tehlikeyle karşı karşıya. Hatta bazı ülkelerde yiyecek olarak tüketilen tatlı su kaplumbağaların yüzde ellisinin soyu tükenmek üzere. Sürüngenlere ait yaşam alanlarının git gide daha fazla tarıma açılması yüzünden tropikal bölgelerde tehdit altında olarak sınıflandırılan üç türün de tamamen yok olduğu tahmin ediliyor. Mesela sadece Bolivya’nın bir bölgesinde görülen Ameiva vittata (bkz fotoğraf) kertenkelesi de tamamen tükenmiş olabilir. Nilgün Özbaşaran Dede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle