Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCEL TIP Moore yasası, ya da doğrulayan kehanet Erdal Musoglu <emusoglu@gmail.com> Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com dr.m.cetiner@gmail.com Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz “Hematolojide Yeni Eğilimler” sempozyumunda tartışılan yeni kanser ilaçları medyada geniş yer aldı. I ntel şirketinin kurucularından Gordon Moore, 1965 yılında, bir tüm (entegre) devredeki (chip’deki) transistör (bileşen) sayısının, her 18 ayda iki katına çıkacağını öngördü. Daha sonra ise bu süreyi 24 aya çıkardı. Bu üstel (exponential) gelişimin, bilgisayarların işlem gücü ve hafıza kapasitelerinde büyük artışlar yaratacağını, üretim maliyetlerinin ise aynı kalacağını, hatta düşme eğilimi göstereceğini öngören ampirik gözlem, o günden beri Moore yasası adı ile anılıyor. İşin ilginç yanı, aradan neredeyse elli yıl geçmesine karşın Moore yasasının günümüzde de geçerliliğini sürdürmesi. Hem de, bu süre içerisinde, birçok kez, bilinen yarı iletken teknolojisinin artık sınırlarına ulaşıldığı ve daha fazla minyatürleştirmenin olanaksız olduğu iddia (ve neredeyse isbat..) edilmesine rağmen ! Böylelikle, boyutları aynı kalan bir tümdevreye 1965 yılında on ila yüz adet transistör sığdırılabilirken, günümüzde bu sayı birkaç milyara çıkmış durumda! Yani yaşadığımız bilişim ve iletişim devrimini önemli ölçüde Moore yasasının gerçekleşe CBT 1354/ 19 1 Mart 2013 bilmesine borçluyuz. Gerçekten de, pek çok elektronik aygıtın kapasitesi ve performansı Moore yasasına bağlıdır. İşlemcilerin (CPU) ve grafik işlemcilerin (GPU) hızları, hafıza devrelerinin kapasiteleri, görüntü aygıtlarının çözünürlükleri, algılayıcıların (sensors) sayıları gibi... Moore yasası ile belirlenen bu üstel teknolojik gelişme dünya ekonomisinin tüm alanlarını ve sosyal yaşamımızı derinden etkileyen sayısal devrimin de sürücüsüdür. Söz konusu devrimin ve etkilerinin, en azından orta vadede, artarak süreceği kuşku götürmez. Başlıkta, söz konusu yasayı, tipik bir ‘kendini doğrulayan kehanet’ (selffulfilling prophecy), yani, inançla davranış arasındaki pozitif geri besleme olarak nitelememizin nedeni ise şu : Moore yasası, aslında, yarı iletken teknolojisi firmaları ve araştırıcıları için bir hedef, bir rehber, bir yol haritası oldu. Bu dalın aktörleri, var güçleri ile, tasarladıkları ve ürettikleri yarı iletken entegre devrelerin içerdikleri bileşen sayısının, her 18 ila 24 ayda iki katına çıkması için çalıştılar ve bunu başardılar. Bir diğer de ğişle yasanın (öngörünün) doğru çıkması, ona ‘uyanlar’ tarafından sağlandı! Moore yasasının, günümüzde ve gelecekteki etkilerini somut biçimde görmek için ise akıllı cep telefonlarının gelişimini izlememiz yeterli. Herbiri milyonlarca bileşen içeren, buna karşın çok enerji tüketmeyen ve çok ucuza üretilebilen tümdevreler sayesinde, bu cihazların yapmadıkları yok! Ayrıca söz konusu cihazların olanaklarını, kendi başlarına değil, sürekli bağlı oldukları Internetin ve Bulutun (Cloud) bilişim ve iletişim olanakları ile birlikte düşünmeliyiz. Ama, yine de bir sorun var; o da yazılımla, uygulamalarla ilgili. Minyatürleştirilmiş elektronik devreler sayesinde, kullandığımız tüm aygıtların donanımları o kadar hızla gelişiyor ve güçleniyor ki, yazılım artık epey geride kalıyor. Evet, bugün, bilgisayarlar, tabletler ve akıllı cep telefonlarında pek çok yararlı (bir o kadar da yararsız!) uygulama gerçekleştirebiliyoruz. Hatta Apple’ın iOS ve Google’un Android işletim sistemleri için yüz binlerce uygulamayı (applications ya da ‘apps’), neredeyse bedava sayılabilecek ücretler ödereyek alabiliyoruz. Ama, bilişimin bize uzun süredir vaat ettiği gerçekten akıllı hiçbir uygulama yazılımı henüz ortada yok ! Yapay zeka, sürekli konuşma ve hareketli görüntü tanıma, gerçek zamanlı tercüme, genel amaçlı uzman sistemler, akıllı asistanlar, akıllı robotlar, arttırılmış gerçeklilik (augmented reality) bunlardan yalnız birkaçı. Bu ‘akıllı’ uygulamaların her biri, yaşamımızı değiştirebilecek potansiyelde. Hele böylesine hızla karmaşıklaşan, bilgi (daha doğrusu enformasyon) ve iletişim miktarının böylesine arttığı ve beyinlerimizi neredeyse doymaya soktuğu, sağlıklı düşünmeyi engellemeye başladığı bir dünyada .... Gelecek için de Moore yasası geçerliliğini koruyacağa, daha doğrusu yasanın geçerliliği korunacağa (!) benziyor. Son öngörü, önümüzdeki yıllarda kapasitenin, her iki yılda bir değil de üç yılda bir, iki katına çıkacağı yönünde. O da pek birşeyi değiştirmiyor doğrusu. Yüz milyarlarca bileşeni içeren chip’ler, binlerce terabaytlık hafıza kapasiteleri, saniyede milyarlarca bit’i bulan iletişim hızları, milyonlarca işlemciden oluşan süperbilgisayarlar ve bulut çevrimlerinin hepsi artık kapımızda. Ama, esas gereksinimiz akıllı yazılımlar! Bunların gerçekleştirilmesi de, insan zekâsının ve aklının işleyişinin çok daha iyi bilinmesi ve anlaşılmasını gerektiriyor. Ha gayret, bu alandaki gelişmeleri hızlandırmak için de bir Moore yasası gerekmiyor mu? Moleküler Tsunami... Yeni Kanser İlaçları Bu tür yeni gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmak doğru mu sorusunun yanıtını bilmiyorum. Bunu yapmamak, bu alanı bir çok donanımsız insana terk ediyor, toplum tamamen bilgisiz kalıyor ve daha kötüsü yanlış bilgilendiriliyor. Bunu bilim insanlarının yapması ise ne kadar doğru bilgilenmeyi sağlıyor, emin değilim. Toplantı sonrası bana ulaşan telefon ve elektronik postalardan çıkarttığım sonuç, ne yazık ki, pek az anlaşılabildiğimizi gösteriyor. Bu kadar büyük bir toz duman arasında konuyu biraz toparlamak gereği duydum. Yeni kanser ilaçları temelde dört farklı biçimde etki ediyor. İlk grupta yer alan kanser ilaçları, kanser hücrelerinin üzerinde taşıdığı bazı işaretleri tanıyor, bu hücrelere bağlanıyor ve onların bağışıklık sistemi tarafından yok edilmelerini sağlıyor. İkinci ana grup ilaç ise, kanser hücrelerinin mikroçevre ile ilişkisini kesiyor, kanser hücrelerinin gelişimi için gereken çevrel şartların oluşmasına engel oluyor. Yani hücrelerin lojistik desteğini sonlandırıp yaşamalarına izin vermiyor. Üçüncü grup ilaç ise hücrelerin sinyal iletim sistemlerini bozuyor. Her hücrenin fonksiyon ve yaşamlarını devam ettirebilmek için bu sinyal iletimine gereksinimi olduğu biliniyor. Kanser hücrelerinde; tıpkı bir domino taşı dizisi gibi ilk dominonun yıkılması ile başlayan bu hücre içi sinyal süreci son domino taşı da yıkıldığında normal hücreden farklı olarak kanser hücresine “büyü ve çoğal” komutu veriyor. Kanser hücreleri bu komut ile anormal biçimde çoğalmaya, çevreye yayılmaya başlıyor. Yeni kanser ilaçlarının bir kısmı, benzetmek gerekirse, bu dizinin içinden bir kaç dominoyu çıkartıyor ve sürecin tamamlanmasına yani “büyü ve çoğal” komutuna engel oluyor. Son grupta ise “apopitozisi” yani programlı hücre ölümünü uyaran ilaçlar var. Genel olarak normal hücreler, fonksiyonlarını tamamladıktan sonra çevre doku ve hücrelere zarar vermeden kendilerini yok ediyorlar. Bu sürece “apoptozis” veya “programlanmış hücre ölümü” ismi veriliyor. “Ölümsüz” olan kanser hücrelerinde bu sistem çalışmıyor ve hücre kendini yok etmiyor. “Programlanmış hücre ölümünü” aktive eden ilaçlar, kanser hücrelerini apoptozise itiyor yani kendilerini yok etmelerini sağlıyor. Her ay neredeyse yeni bir molekülün raflarda kendine yer bulduğu bu yeni kanser ilaçları dönemi, görmezden gelinemez büyük bir maliyet anlamına da geliyor. “Hematolojide Yeni Eğilimler” toplantısının konuşmacılarından ve Akut Lösemiler konusunda dünyanın en önemli bilim insanlarından sayılan Dr. Alan Burnett, bu süreci anlatırken “moleküler tsunami” tamlamasını kullandı. Moleküler Tsunami, onlarca molekül, yüzlerce faz I, II ve III klinik çalışma, binlerce gönüllü hasta ve milyonlarca dolar anlamına geliyor. Bu yeni moleküller, küçük sağ kalım avantajları ile çok yüksek fiyatlar karşılığı eczanelere girmeye ve hastalarla buluşmaya çalışıyor. Toronto Üniversitesi’nden Onkoloji uzmanı Prof. Dr. Ian Tannock’ın “moleküler tsunami” dönemi için söyledikleri oldukça düşündürücü: “Eğer Ford marka bir araba aldıysak kimse bizden bunun karşılığı Ferrari ücreti ödememizi bekleyemez. Kanser ilaçlarında durum tam da budur.” Yani bir kaç aylık sağ kalım farkları için binlerce dolar ödeyemeyiz demek istiyor. Size iki örnek... Ünlü New England Journal of Medicine dergisinde 2004 yılında yayımlanan bir makale, kalınbağırsak kanserlerinde sağ kalım süresinin iki katına çıkabilmesi için maliyetlerin 340 katı arttığını yazıyor. Bir başka çalışma, 2000 ile 2010 yılları arasında kanser tedavisi için onaylanan toplam 25 ilacın, bir yıllık sağ kalım artışı karşılığı yılda kişi başına 100.000 doların üstünde bir ek maliyet yarattığına dikkat çekiyor. Peki ne yapmalı? Bu ilaçları kullanmayalım demek kolay mı? Geçen yazımda da belirttim. Yönetenler için sağlık hep zor bir alandı... Öyle de kalacak.....