Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Araştırma görevliliği ömür boyu iş değildir, ama… Taner Derbentli, İTÜ Öğretim Üyesi Y CBT 1352/ 19 15 Şubat 2013 Konuya akademik açıdan bakılırsa, doktora çalışmasının bitiminde araştırma görevliliğinin sona ermesi doğrudur. Doktorasını tamamlayan bir araştırma görevlisi, bir başka üniversite ya da araştırma kurumunda doktora sonrası çalışmalar yaparak, bakış açısını geliştirebilir, yayın yapar ve daha sonra akademik kariyerini bir üniversitede öğretim üyesi olarak sürdürebilir. Yurtdışındaki uygulama genelde bu biçimdedir. Ancak, doktorasını tamamlamış bir araştırma görevlisinin Türkiye’de bir başka üniversitede doktora sonrası çalışmalar yapabilmesi, gerek yasal altyapının olmaması, gerek yaşam koşullarındaki zorluklar, gerekse uyum sağlayabilmek açılarından hemen hemen olanaksızdır. Bu durumda araştırma görevlisinin üç seçeneği kalıyor: Yurtdışına gitmek, öğretim üyemayı seviyor. Politika diyorum, zira ülkemizdeki sosyal bilim kitaplarının çoğunun posi olarak bir başka üniversiteye başvurmak veya litikayla ilgili olduğunu kitapçı listelerinden ve vitrinlerinden tahmin ediyorum. Edeüniversite dışında iş bulmak. Her üç seçenebiyat kitaplarıyla toplum bilimlerini toplayın 29.376 kitap ediyor. Buna karşı doğa biğin de, kısa sürede sonuç alınabilecek çözümler limleri ve matematik sadece 461 kitap (…) Türk okuyucusu (ve sözüm ona aydını; zira olmadığını kabul etmemiz gerekir. “Ne yapalım ülkemizde her şair vs.de aydından sayılıyor) gerçek dünya ile ilgilenmiyor. Onu habu onların sorunudur” diyebiliriz veya soruna yal dünyası ile politikacıların söylemi ve bu söylemler hakkındaki söylemler ilgilensiyasiler, akademisyenler ve kurumlar olarak diriyor” birlikte çözüm arayabiliriz. Şimdi, bu akıl tutulmasının neresini düzeltelim.. Sayın Şengör, “doğa bilimleri”, “matematik”, “tarih” ve “coğrafya” alanlarında Konuya bugüne kadar ülkemizde süregeçok az kitap yayımlanmasını, Türk okurunun da bu alanlardaki kitaplara ilgi gösterlen uygulamalar açısından bakılırsa, Amerimemesini eleştirebilirsiniz. Ancak, bu durum, “edebiyat” ve “sosyal bilimler” alankan sistemini kuruluşundan beri uygulayan larında yayımlanmış kitapları küçümseme hakkını vermez size. Ayrıca, “edebiyat”ı, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi dışında, edebiyat ürünlerini yazar ve okur açısından “hoşça vakit geçirme” uğraşı, “hayal dünaraştırma görevliliği, görev yapılan üniversiyası”na hitap eden boş işler olarak görmenizi niteleyecek bir adlandırma yapmak istede öğretim üyeliğinin birinci basamağı olatemiyorum. rak kabul edilmiştir. Kürsü sisteminin uygu>“Şair”ler hakkındaki “ülkemizde her şair vs.de aydından sayılıyor” sözleriniz eleşlandığı YÖK öncesinden yaklaşık son on tirinin çok ötesinde doğrudan bir aşağılama niteliği taşıyor. Sayın Şengör, galiba siyıla kadar, araştırma görevlileri öğrenim görzin için “aydın”, “doğa bilimleri”, “matematik” , “tarih” ve “coğrafya” kitapları yadükleri üniversitelerin başarılı öğrencileriydi. zana/okuyana deniyor. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra, bir usta Şunu bilmenizi isterim: aydın, asla meslek adamlığı değildir; buna doğrudan belirli bir bilim alanıyla ilgilenen kişiler de dahildir. Mesleki bilgi donanımı ne derece üst çırak ilişkisi içinde öğretim üyeliğine hazırdüzeyde olursa olsun, bu niteliklere sahip kişileri zorunlu olarak “aydın” sayamayız. lanmışlardı. Peki kimdir “aydın?” Zihni, Kant’ın tanımladığı biçimde “aydınlanmış” ve zorunlu olaBu araştırma görevlilerinin bir bölümü iki rak şu üç alanla, sanat, edebiyat ve felsefeyle beslenmiş kişi.. Türkiye’deki “entelektüel” yıla varan sürelerle, bir bölümü de doktoraya da “aydın” diye nitelendirilen çok sayıda insanın zihinsel sığlığını bu üç alandan larının tümünü yapmak üzere yurt dışına uzak olmayla açıklamak hiç de abartılı kaçmaz diye düşünüyorum.. gönderildi. Bu kişiler bir bakıma içinde ye ÖK’ ün geçen yıl içinde yayımladığı bir genelge ile araştırma görevliliğine süre sınırı getirmesi, üniversiteleri ve araştırma görevlilerini olumsuz bir biçimde etkiledi. Bugüne kadar bazı araştırma görevlilerinin görevlerine son verildi. Birçok araştırma görevlisi de yüksek lisans ya da doktora çalışmalarının kritik bir aşamasında işten atılma kaygısı içinde bulunuyor. Sorun farklı yönleriyle Cumhuriyet Bilim Teknoloji’nin sayfalarına da yansıdı. Ancak konunun çok yönlü olması nedeniyle, nesnel bir görüş oluşturabilmek için farklı açılardan bakmanın gerektiği düşüncesindeyim. Bugünkü uygulamaya göre, araştırma görevlileri Yüksek Öğretim Yasası’nın 33 veya 50d maddelerine göre atanıyor. 33. maddeye göre atanan araştırma görevlilerinin görev süreleri, her yıl ilgili bölüm başkanının olumlu görüşü üzerine fakülte yönetim kurulu tarafından bir yıl uzatılır. Görev süresinin uzatılmaması olağanüstü bir durum olup, yasal gerekçelere dayandırılmak zorundadır. 50d maddesine göre atananların görev süreleri ise, yüksek lisans ya da doktora çalışmalarının bitiminde son bulur. 50d maddesi, görev süresinin tez çalışması ile sınırlandırılmasını, tez yapacak yeni araştırma görevlilerinin alınarak dolaşımın sağlanmasını ve öğretim kadrosu yetiştiren kurumların çeşitlendirilmesini amaçlıyor. Yasanın uygulaması, değişik üniversitelerde, hatta bir üniversite içindeki değişik fakültelerde bile farklılık gösterdi. Bazı Fakültelerde 50d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerinin tez çalışmaları tamamlandığında, bölüm kararı ile atamaları 33. maddeye çevirilerek, görev süreleri uzatıldı, bazılarında ise yasanın ruhuna uygun olarak görevleri sonlandırıldı. Uygulamadaki farklılık, bazen belirli bir alanda araştırma görevlisi bulmaktaki zorluktan, bazen iyi yetişmiş ve laboratuar işlerini yürüten başarılı araştırma görevlilerini tutmak istemekten, bazen de salt insancıl duygulardan kaynaklandı. Yasanın ruhuna aykırı bir başka uygulama da, 50d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerinin atamalarının 33. maddeye çevirilerek yurtdışına yüksek lisans ve doktora yapmak için gönderilmeleridir. Son yıllarda üniversitelerde araştırma görev lisi atamaları 50d maddesine göre yapılmaktadır. YÖK’ün geçen yılki genelgesi ile 50d maddesine göre yapılmış atamalarda, yüksek lisans çalışmasının 3, doktora çalışmasının 6 yılı aşması durumunda, araştırma görevliliğinin son bulması öngörüldü. Bugün yaşanan sorun bu süreleri tamamlamış olan araştırma görevlilerinin işlerine son verilmesi ve bu süreleri aşan hizmetleri sırasında aldıkları maaşların geri istenmesidir. Konuya hukuk ya da adalet açısından bakılırsa işten atılmaların (ilişik kesmelerin) kanımca haklı bir gerekçesi yoktur. Şu anda çalışan araştırma görevlilerine, göreve başladıklarında var olmayan bir kural uygulanmaktadır. Bu kişilere, göreve başladıklarında yüksek lisans eğitimlerini üç yılda, doktoralarını altı yılda bitirmek gibi bir zorunluluk getirilmemişti. Bu kural, genelgenin yayımlandığı tarihten sonra göreve başlayan araştırma görevlilerine uygulanabilir. Ayrıca genelgenin yayımlandığı tarihten sonra bazı araştırma görevlilerinin atamaları tartışılır ölçütlerle 50d’den 33’e çevrilmiştir. Bu ölçütler arasında, SCI’de taranan dergilerde yayın yapmış olmak, bölümün eğitim yüküne ‘ders vererek’ katkıda bulunmak, bölüm dışında oluşturulan bir kurul tarafından sözlü olarak değerlendirilmek gibi kıstaslar vardır. Kanımca burada tek ölçüt görev yapılan laboratuvarın işleyişine önemli katkılarda bulunmak olabilir. Son olarak, görevlerine son verilen araştırma görevlilerine kıdem tazminatı verilmediği gibi, sosyal güvenceleri, yeni bir iş bulana kadar askıya alınmaktadır. Geriye dönük olarak zimmet çıkarılması ise kanımca tam bir adaletsizliktir. AKADEMİK AÇIDAN tiştikleri üniversitenin kurumsal geleneğini sürdürdü. Bu sistem başta İTÜ olmak üzere birçok üniversitemizde yıllarca başarıyla uygulandı. Bölüm sisteminin yaygınlaşmasından sonra bu yapı yavaş yavaş değişmeye başladı. Bugün “imbreeding” diye adlandırılan ve üniversitenin öğretim üyesini kendi içinden yetiştirmesi anlamına gelen uygulama genelde kabul görmüyor. Doğrudur, üniversiteler toplumun değişime öncülük eden ve değişime en açık olması gereken kurumlarıdır. Bu kurumlarda yeni düşüncelerin, yeni bakış açılarının yeşermesi gerekir. Bu bakımdan kendi içinden yetiştirme, bir bakıma tutuculuktur. Ancak, değişime ve gelişime karşı olmadan kurumsal geleneklerin korunması da önemlidir. Üniversitelerin bu dengeyi kendi içlerinde kurmalarına izin vermek gerekir. Özerklik bir anlamda budur. Bir anlamda da üniversitelerin bu dengeyi kurabilecek olgunluğa erişmeleri demektir. Konuya araştırma görevlilerinin içinde bulundukları koşullar açısından bakarsak, bugün araştırma görevlileri sadece tezleri ile uğraşmıyor, bölümün araştırma dışında eğitim ve idari işlerine de zaman ayırıyorlar. Öğrencilere laboratuvarlarda deney yaptırmak, derslerin uygulamalarına girmek, sınavlarda gözetmenlik yapmak, bölümün kalite güvence çalışmalarına katkıda bulunmak, birimde ortaya çıkan bilgi işlem sorunlarını çözmek ve fazlası bu kapsamda sayılabilir. Bu durum “aldıkları maaşın bir bölümünün karşılığı olarak bu işleri yapmalılar” diye açıklanabilir. Ancak bu durumda 50d maddesine göre görevlendirmeyi, tez süresince verilen bir burs diye yorumlamak hatalı olur. Ayrıca araştırma görevlilerinin, memurlara uygulanan kural ve kısıtlamalara ek olarak, hafta sonlarında gözetmenlik yapmak gibi ek yükümlülükleri de olabilmekte. Bugün, araştırma görevlisi olmak isteyen lisans mezunu başarılı öğrencileri üniversitelere çekebilmek zordur. Bunun başlıca nedeni ekonomik sorunlardır. Başarılı öğrencilerin araştırma görevliliğine yönlendirilmeleri, üniversitelerimizin bilimsel başarımını artıracaktır. *Üniversiteler, doktoraya başlayan araştırma görevlileri için kariyer planlamaya yönelik bir izleme ve değerlendirme sistemi oluşturmalı. *Yüksek öğretim yasasında araştırma görevliliğine atama, tek bir maddede tanımlanmalı. *Üniversitelere yeterli sayıda öğretim görevlisi ve uzman kadrosu verilerek araştırma görevlisi kadrosundan bu kadrolara geçişe olanak tanınmalı. Bu kadroların sayıları, bölümlerin eğitim, araştırma ve laboratuar durumları gözetilerek kararlaştırılabilir. Asıl önemli olan, bölümlerin bu konularda kendi kendilerine karar verebilme bilincine, olgunluğuna ve olanaklarına sahip olmalarıdır. *Doktorasını tamamlayan bir araştırma görevlisi, isterse zorunlu hizmet yüklenerek belirli bir süre yurtdışında doktora sonrası araştırmalar yapıp bir üniversiteye yardımcı doçent olarak dönebilmeli. *Yüksek öğretim kurumlarında, öğretim üyeliği kadrolarına atamalarda ölçütlerin belirli olması ve sık sık değişmemesi, bir kadroya çoklu başvuru ve seçme ilkesinin konması, araştırma görevlilerine kariyerlerinin başında bir bilinç ve güven verecektir. Bugün karşı karşıya bulunulan acil sorunu çözmek için ise üksek lisans ve doktora çalışmalarının süresine getirilen kısıtlama, YÖK genelgesinin yayımlandığı tarihten başlayarak atanan araştırma görevlilerine uygulanmalı; doktora çalışmalarında üniversitelere bu süreyi iki yıla kadar uzatma esnekliği sağlanmalıdır. Böylece araştırma görevlileri bu süreyi danışmanlarıyla birlikte yayın yapmak için de kullanabileceklerdir. Önerilen uygulama, hem araştırma görevlilerinin bugün içinde bulundukları zor duruma çözüm getirecek, hem de üniversitelere yeni duruma uyum sağlama olanağı sunacaktır.