Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİPOLİTİK Evrim Akıllı Tasarımın İşareti mi? Ethem Alpaydın, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Son zamanlarda bazı kişiler evrimin akıllı tasarımla, ya da daha özünde bakarsak, tanrı kavramıyla çelişmediğini savunuyor. Her türü birer birer tanımlayan akıllı bir tasarımcı yerine daha akıllı bir tasarımcı, bu türleri oluşturacak düzeni tanımlamış ve canlılar buna göre ortaya çıkmış olabilir. Sanki tanrı bir bilgisayar programcısı, evrim onun yazdığı bir bilgisayar programıymış ve “çalışması” sonunda dünya üstünde canlılar türemiş gibi. Uzlaşmacı görünen bu düşünceyle bazıları dindar kişilere evrimi kabul edilebilir göstermeye çalışıyor ama bu, “ne şiş yansın, ne kebap,” yaklaşımının pratikte ne evrim yandaşları, ne de dindarlar için çekici olduğunu zannetmiyorum. Evrimin arkasında onu planlamış bir tanrı olması evrimi daha iyi açıklamaz, Evrimi yaratan tanrının en az evrim kadar karmaşık olması gerekir ve evrim yerine evrim+tanrı daha basit, daha inandırıcı bir açıklama olmaz. Dolayısıyla arkasında onu programlamış bir tanrı olup olmaması bilimsel bakış açısından evrimi daha kabul edilebilir yapmaz. Evrim olgusunun kendisi de onu programlayan bir tanrı olduğu düşüncesiyle çelişiyor. Evrime göre bir nesilden ötekine geçerken canlıları tanımlayan gen dizilerinde küçük değişiklikler olur ve bu değişikliklerden çevreye daha iyi uyumu sağla yanlar korunur, sağlamayanlar elenir. Bu rastsal değişiklikler her şeyi bilen bir tanrı kavramıyla çelişiyor çünkü her şeyi bilen bir tanrı elbette ki geleceği de, o geleceğe en iyi uyum sağlamak için hangi değişikliklerin yapılması gerektiğini de bilecektir, farklı olasılıkların denenmesine ve bazılarının seçilip bazılarının elenmesine gerek görmeyecektir. Böyle bir durumda çocukların bir sonraki nesilde birbirinden farklı olmasına gerek yoktur, gelecekteki koşullar için ideal ne olması gerekiyorsa hepsi öyle olacaktır. Hatta böyle bir ortamda toplumdaki bireylerin birbirinden farklı olmasına da gerek yoktur, çünkü tanrı hepsini, en olmaları gereken biçimde yaratabilir. Farklı olasılıkların denenmesi ve uygun olanların seçilip ötekilerin elenmesi yarattıklarını seven iyi yürekli bir tanrı düşüncesiyle de çelişiyor. Çünkü değişklikler sonunda ortaya çıkan canlıların bazıları ortama uyum sağlayamayacaklar ve ya erken ölecekler, ya da türlü acılar çekerek hayatlarını sürdürecekler. Nesli tükenen her tür böyle acı çekmiş canlılarla sonlanmıştır. Kuşkusuz ki yarattıklarını seven bir tanrı, yarattığı hiçbir canlının gereksiz yere acı çekmesini istemezdi ve hepsini ortama en iyi uyum sağlayacak, en mükemmel biçimde yaratırdı. Ve işte burada, eğer yanıt olarak, “Tanrının işine bizim aklımız ermez,” diyorsak o zaman dinin temeline, inanca dönmüş oluyoruz. Yani evrimin “en akıllı tasarım” olarak sunulmasının dindar kişiler için de hiçbir çekiciliğinin olmaması gerekir. Üretiminden iletim ve dağıtımına, bir avuç şirketin kontrol ettiği enerji sektörü, dünya ekonomisinde mülkiyetin en yoğunlaşmış olduğu sektörlerin başında geliyor. Enerji sektörünün bu yapısı, tarihsel gelişiminin bir sonucu ve temiz enerji teknolojilerinin yaygınlaşmasının önündeki başlıca engellerden biri. DÜNYA GÖSTERGELERİ Dünyanın en büyük ekonomilerinin en kirli kentleri Pekin genellikle sarı renkli bir sis perdesi ile örtülüdür. Bu sis perdesi o kadar kalındır ki yolun diğer ucu görülmez. Son haftalarda bu ölümcül sis perdesi o kadar kötüleşti ki, Amerikan büyükelçilik binasının tepesinde, hava kalitesini gösteren ekranda yalnızca şu yazıyordu: “Endeks Dışı”. Bu endeks PM 2.5 yoğunluğunda (metreküp başına düşen 2.5 mikron çapındaki veya daha küçük partiküler maddenin toplam kütlesi) ölçüm yapar. Bu partiküller soluk alırken vücuda girebilecek kadar küçüktür ve akciğerlere zarar verir. AQI’nın sınırları 500’de sona erer; oysa bir ara ekranlarda 886 yazdığı iddia ediliyor. 100’ün üzerindeki bir ölçüm “hassas gruplar için sağlıksız” olarak değerlendirilir. 400’ün üzeri ise herkes için tehlikeli anlamına gelir. Bu bağımsız ölçümler, yetkililerin daha ayrıntılı verilerle halkı aydınlatması gerekliliğini ortaya koyuyor. Bir yıl önce Pekin belediyesinin yetkilileri kamuoyunun baskısına boyun eğerek ilk kez PM 2.5 bazında rapor hazırladı. Dünya Sağlık Örgütü’nün PM 10 yoğunluğunda (metreküp başına düşen 10 mikron çapındaki veya daha küçük partiküler maddenin toplam kütlesi) daha büyük partiküler maddeleri kapsayan daha yaygın bir ölçüm sistemi kullanıldığı zaman Çin’in en kirli kentinin Lanzhou olduğu anlaşıldı. Kaldı ki Hindistan’ın Ludhiana kenti buradan da kirli. CBT 1352/ 15 15 Şubat 2013 Yenilenebilir enerji teknolojileri, oligopolistik yani az sayıda şirketin hakim olduğu enerji sektöründe, enerji güvenliği ve iklim değişikliği endişelerinin yanı sıra, dünya ekonomisi için yeni büyüme eksenleri ve istihdam yaratan lokomotif sektör arayışları sayesinde, kendilerine küçük bir yer açmış durumdalar. AraştırmaGeliştirme bütçelerinin ve patent sayılarının ekonominin tüm sektörleri içinde en diplerde seyrettiği enerji sektörünün mevcut sanayi yapısının, ‘yenilikçi’ gelişmelere ve değişime çok açık olmadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Dünya Uluslararası Kooperatifler Yılı” olarak kutluyoruz. Bilindiği gibi, 2012’yi “D Enerji kooperatiflerine, enerji sektöründe tabana yayılmış, kolektif mülkiyetin gelişmine bir göz atmak için güzel bir fırsat. Geçen yazılarda Almanya’daki enerji dönüşümü programı “Energiewende”den sözederken, bu programın daha az bilinen toplumsal boyutları üzerinde durmuştuk: ‘dağıtılmış’, ‘merkeziolmayan’ bir altyapıya geçiş ve enerji üretiminin küçük ölçekli ve, enerji sektöründe rastlanmayan, sıradışı mülkiyet biçimlerine yaslanması. 2050’de %80 %100 yenilenebilir enerji tedariği hedefi ilan eden Almanya ve Danimarka gibi iki ülkede de, ‘dağıtılmış’ tedarik sistemlerinin önemli oranlarda yerel, kolektif, yurttaş mülkiyetine dayalı enerji kapasitesi planlarının yapıldığına vurgu yapmıştık. Bu ülkelerdeki toplumsal örgütlenme düzeyleri ve siyasi birikimin yarattığı iklim, önceki yazıda belirtildiği gibi, yüzlerce belediyeyi ve yerel yönetimi katılımcı, kolektif mülkiyete dayalı modeller oluşturmaya yönlendirmiş durumda. Almanya’nın neredeyse dörtte birinde gerçekleşen ve yayılmaya devam eden bu hareketin, yerel yönetimlerin bütçelerine katkılarını inceleyen Ekolojik Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nün (IÖW) Raporundaki bulgulardan söz etmiştik. Evet, enerji sektörü dönüşüyor. Yenilenebilir enerji kaynakları ve teknolojileri bu dönüşümde kilit rol oynuyor ve yerinde üretim ve tüketime yatkın nitelikleri, toplumda enerji kullanımını düzenleyen mevcut çerçevelere alternatif, farklı örgütlenme ve mülkiyet biçimlerinin önünü açıyor. Burada, teknolojilerin kendi başlarına yalnızca bazı ‘fırsatlar’ sunabileceğine, nihai olarak bu dönüşüme global ve yerel çok çeşitli toplumsaliktisadi dinamiklerin damgasını vuracağını işaret etmek isterim. Zaten ‘Başka bir dünya mümkün !’ sloganı da bir olasılıklar dünyasına dikkati çekmiyor mu? Avrupa’nın pek çok ülkesinde ve ABD’de, enerji kooperatifleri ve üretimin kolektif mülkiyeti hareketi, gelişip yaygınlaşmakta olan bir akım. İngiltere’de enerjide kolektif mülkiyet için biraraya gelen ‘Yerel Enerji Koalisyonu’ (Community Energy Coalition İngilizce ‘community’ sözcüğünü yerel olarak çevirdim) amaçlarını ‘Manifesto’sunda şöyle sıralamış; Koalisyon, enerjinin üretimi, dağıtımı ve kolektif mülkiyeti konusunda biraraya gelen yerleşimlerden oluşur. Hedeflerimiz, temiz, sürdürülebilir, maliyeti düşük, güvenli bir ısı ve elektrik tedariği sistemine ve dolayısıyla İngiltere’nin dekarbonizasyon hedeflerine katkıda bulunmaktır. Aynı ilkeleri paylaşan, çok daha fazla sayıda yerleşimi güçbirliğine katmak, gücümüzü ve sesimizi yükseltmek, önemli bir hedefimizdir. Merkezi ve yerel idareleri bu gelişmeyi finansal ve diğer araçlarla desteklemeye davet ediyoruz. Ana ilkelerimizden biri, enerji tedariğini demokratikleştirmek, yerel kontrolü sağlamak ve kendi kararlarını verebilir duruma gelmektir. Bireylerin ve yerleşimlerin, enerji tedarikleri üzerinde söz sahibi olarak, enerjiyi en etkin şekilde kullanacaklarını düşünüyoruz. Kendine ve çevresine saygılı, doğal ve ekolojik kaynaklarına sahip çıkan, gelecek nesilleri hesaba katarak yaşamını sürdürecek bir topluluğun ancak bu şekilde, paydaşların söz sahibi olduğu bir modelde yaşama geçebileceğini düşünüyoruz. Belediyelerden sivil toplum kuruluşlarına, kiliselerden kooperatiflere, çok farklı türden örgütlenmelerin yer aldığı koalisyon ile ilgili yapılan çalışmalarda öne çıkan en önemli unsur, ‘mekân’ ya da ‘yer’ aidiyeti. Bu gruplara üye olan 10 kişiden 9’u ‘çıkar amaçlı‘ değil ‘yerel amaçlı’ biraraya geldiklerini belirtiyorlar. Aşağıdan Yukarıya Demokrasi; Enerji Kooperatifleri