24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com ‘Bilimin sonsuz ufukları’ toplumlar için sonsuz imkânlar demek... Bilimde söyleyecek sözü olmayan toplumların vay haline... CBT 1347/ 8 11 Ocak 2013 Bu yazıyı yeni yılın üçüncü gününde yazıyorum. Dün Scientific AmeBilimin Geleceği”... rican dergisinin Ocak sayısı geldi. Kapak konusu “B Derginin yazarları arasında yer alan bilim insanlarına bu konuda 50, 100, 150 yıl sonrası için beyin cimnastiği yaptırmışlar. Onlardan bunu isterken dayandıkları gerekçe beni kıskandırmadı desem, yalan söylemiş olurum. Derginin editörleri diyorlar ki: “50, 100 ve 150 yıl önce insanlar ne yazıyorlardı; her ay geriye dönüp buna bakabilmek gibi bir lüksümüz var. Bunu yapabiliyoruz çünkü Scientific American 167 yılı aşkın bir zamandır okuyucularını bilim ve teknolojinin hep en ön saflarına taşıdı... Güçlü bir geçmiş, geleceğe bakmak için iyi bir temeldir. Bu ruhla, yazarlarımızdan, dünyanın bundan 50, 100 ve 150 yıl sonra neye benzeyebileceği konusunda hayal güçlerini çalıştırmalarını istedik.” Derginin yazarlarının ilginç yanıtlarından söz edecek değilim; nasıl olsa Reyhan Oksay CBT’de bunları okuyucularımıza aktarır eğer bu yazı yayımlanmadan önce aktarmamışsa... Kıskanmayı bir yana bırakıp düşündüm de, bu denli ileriye dönük olarak kafa yormak bizim kültürümüze ne kadar yabancı! Bunu yapabilmek için önce bilimde ve teknolojide sağlam bir geçmiş gerekli... Bir de galiba toplumun yarınların inşasında söz ve karar sahibi olmak gibi bir iddiası olmalı... ‘Bilimin geleceği’ derken gerçekte düşünülen insanlığın geleceği... Çünkü bilimdeki gelişmelerin eninde sonunda yaşamımızı etkileyeceği biliniyor. İnsan yaşamı bir yana, bütün bir gezegen üzerindeki her türlü yaşamı; gezegenin kendisini etkileyeceği biliniyor. Hangi yönde etkileyeceği ise, bilimdeki gelişmeleri teknolojiye dönüştürerek kullanıma sunan insanoğlunun niyetine, o teknolojiyi iyiye mi, kötüye mi kullanacağına bağlı... Bireyler elbette kullanım yönünü belirlemekte özgür değil. İçinde yer aldıkları topluma bağlılar; kurulu düzene bağlılar... İyiye kullanma yanlılarıyla kötüye kullanma yanlıları arasındaki mücadelelerde hangi tarafın ağır bastığına bağlılar... Dünya bilimine bugüne dek pek az katkıda bulunabilmiş, gidişe bakılırsa bundan böyle de pek az katkıda bulunabilecek olan bizim toplumumuzun durumu ne kötü... Bilimin hem bugününe egemen değiliz hem de yarınına egemen olmak gibi bir niyetimiz yok. Bilimin teknolojiye dönüştürülmesine de egemen değiliz; gelecekte de böyle bir yetenek kazanabilecekmişiz gibi gözükmüyor. Teknoloji geliştiremeyenin teknolojinin kullanımı konusunda söz ve karar sahibi olması mümkün değil. Görmüyor musunuz, adamlar Patriot bataryalarını gönderiyorlar; kullanacak tabur tabur askeriyle birlikte... Kullanmamıza izin verdikleri teknolojiler, eğer kötüye kullanılacaklarsa zararı yalnızca kendimize (biber gazı teknolojisi gibi) ya da onların da düşman gördüklerine dokunacak olan teknolojilerdir (Suriyeli muhaliflere aktarılan silahlar gibi)... Ya da sattıkları, iyiye kullanılacak teknolojilerse bunlar da bir biçimde ama mutlaka kendilerinin de ayrıca nemalanacakları, ek yararlar sağlayacakları teknolojilerdir (sanayimize lisans altında verdikleri teknolojiler gibi). Bu yüzden, başka toplumların bilim insanlarının gelecekle ilgili düşüncelerini, yaratıcısı olmadığımız, torunlarımızın ancak figüran olarak rol alabilecekleri bir oyunun senaryosu gibi okuyoruz. “Yaratıcısı olmadığımız” dedim ama bu tespit pek doğru olmadı. Torunlarımızın ancak figüran olarak yer alabilecekleri bir dünya eğer bizim dışımızda kurgulanabiliyorsa, bunun sorumluluğu bütünüyle bize aittir. Bugün çocuklarının, torunlarının gözüne gaz sıkılırken sessiz kalan, hatta oh çeken; dahası, bunu yaptıranlara destek çıkabilecek “bilim insanları” yetiştirebilen bir toplumun gelecekteki kuşaklarını niçin başkaları düşünsün ki... Yarınları Bilimin Sonsuz Ufuklarında Aramak... Üniversitelerimizin Ortaçağa Girişi Olay 1. “Kampus, dışarıdan getirilmiş olan çeşitli resmi ve sivil emniyet güçleri tarafından adeta “teslim” alındı. Üniversitenin sokak ve meydanları öğrencilere ve öğretim üyelerine yasaklandı. Hükümete yönelik eleştirilerini pankart ve sloganlarla dile getirmek isteyen öğrenciler tartaklandı, ablukaya alındı, üzerlerine biber gazı sıkıldı. Çevik kuvvet bazı binaların içine, odalara kadar girdi, öğrencileri kovaladı… Bu orantısız ve abartılı polis gücü ve şiddet karşısında öğrencilerimizin hiçbir şiddete başvurmadan sivil protesto geleneklerini koruyabilmelerini bizim şansımız ve öğrencilerin kutlanması gereken bir erdem olarak görüyoruz. Daha büyük olayların çıkmamış olması öğrencilerimizin olağan tavırları sayesindedir. Çevik kuvvet, Başbakanlık korumaları ve sivil polis bu sınır/hukuk tanımaz tavrıyla üniversite özerkliğini ayaklar altına almış, ifade özgürlüğü ve temel demokratik hakları hiçe saymıştır. O gün üniversitenin köklü gelenekleri, ilkeleri ve akademik onuru çiğnenmiştir. Olanlardan büyük üzüntü duyuyor, bunun sorumluluğunu taşıyor, ilgili emniyet ve hükümet yet BOĞAZİÇİ (2010), PARİS (1210) VE ODTÜ (2012) Veya Türkiye’de üniversiteleşmenin tarihine not... “Bu yazı ODTÜ’ye ithaf olunur” Mehmet Taki Yılmaz, Marangoz, taki.6844@gmail.com Olay 2’nin tarihi ise biraz eski, 1210’un sonbaharı. Yer, Paris. Paris’e okumaya gelen Alman öğrencilerle Parisli bir kabareci arasında çıkan kavga üzerine olaylar patlak verir. Krala bağlı güvenlik güçleri, öğrenci ve hocaların yoğun olarak ikamet ettikleri “Latin Mahallesi”ni basar, orantısız bir güç kullanarak mahallede öğrenci avına çıkarlar. Bundan çok rahatsız olan hocalar öğrencileri mahalle meydanında toplayarak güvenlik güçlerine karşı bir direniş başlatırlar. Beş öğrencinin öldüğü bu direnişin sonunda inzibatlar mahallenin dışına atılırlar. Öğrenciler ve hocalar “Latin Mahallesi”nin etrafına barikatlar kurarak girişçıkışları engellerler. O gece hocalar önderliğinde bir toplantı yapılır. Bu toplantıda hocalar ve öğrenciler Latince Universitas adıyla, bir “birlik” içinde kendilerini organize etmeye karar verirler. Hem güvenliklerini sağlamak hem de özlük haklarını elde etmek yani Başpiskopos’tan bağımsızlaşmak amacıyla kurulan bu “birlik” bugünkü üniversitenin doğmasına neden olmuştur (2). Bu “birlik” temsilcileri Kral ile görüşerek daha önce Başpiskopos’a ait olan öğretmen ataması, yükselmeler, başarı standardı oluşturma, tartışma, müfredat belirleme ve okutulacak ders tercihleri, denetim vb. yetkilerini kendi üzerlerine almışlardır. Bu hakların elde edilmesinde Kral Philip’in “bu yetkileri vermezsem ne yapacaksınız?” sorusuna Universitas temsilcilerinin “Universitas’ı kapatıp Paris’ten çekip gideriz” yanıtı etkili olmuştur (2). PARİS 1210: BÜYÜK DİRENİŞ VE ÜNİVERSİTENİN DOĞUŞU! kililerini kınıyor ve onları da sorumluluklarının gereğini yapmaya çağırıyoruz (1).” Olay 2. Latin Quartier’i basan yüzlerce güvenlik güçleri önlerine çıkan herkesi tartaklamaya başladılar. Orantısız güç kullanan güvenlik güçleri için hoca ya da öğrenci fark etmedi. Latin Quartier’de güvenlik güçlerinin öğrenci avı geç saatlere kadar sürdü (2). Yukarıda olay 1’de kaleme alınan bildiriyi ODTÜ için düşündüyseniz yanıldınız. Tarih, 05 Kasım 2010. Olay yeri, Boğaziçi Üniversitesi. Bu bildiri, Boğaziçi Üniversitesi’ne bir açılış için gelen Başbakan’ın ziyareti sırasında yaşananları kamuoyu ile paylaşmak amacıyla 200’e yakın Boğaziçi Üniversitesi hocalarınca kaleme alınmıştır. Anlaşılan o ki, güvenlik güçlerinin üniversiteye müdahalesi istisna değil bir kaidedir. 12. yüzyılda bir olay üniversiteyi doğururken, ODTÜ olgusu 21. yüzyıl Türkiyesi’nde “Üniversitelerin Ortaçağı”nı su yüzüne çıkartmıştır. ODTÜ karşıtlığı kervanına katılan okul ve idarecilerinin, her ne kadar da “…fırlatılan uydunun gururu…” ve “…şiddete başvurmadan…” şeklinde açıklamalar yapsalar da asıl rahatsız oldukları şey …Sayın Başbakanımıza bu nevi muamelenin reva görülmesi…” olmuştur. Çünkü ekmeğimizi veren “o”, nasıl eleştiriye maruz kalır, minvalinde kendilerini ona siper etmişlerdir. Aslında ortaçağ boyunca Başpiskoposun eleştirilemezliği, onun sözünün üstüne aykırı söz söylenilemezliği “bugün” üniversitelerde nüksetmiştir. Oysa canlı bir organizma olan üniversitenin varlığı “eleştirel akla” bağlıdır. Bu, doğası gereği eleştirilemezliğin temsilcilerinin ve değişmezliğin simgelerinin üniversiteye giremeyeceği anlamına gelmektedir. Buradan hareketle ODTÜ karşıtı açıklama ve bil BAŞPİSKOPOSUN DOKUNULMAZLIĞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle