26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Eğitim, Bilinç ve Gelecek Evrensel sorun, insantürünün, bencil ve kısa vadeli zamanmekân yöneliminden kaynaklanıyor. Geçmişte kopan gelecekte kopacak kıyametlerle ilgilenmiyor. Doğayı fethedip yarattığı imparatorluğun tahtına kurulan İnsan’ın geleceği? Belirsiz! Bozkurt Güvenç Mustafa Çetiner [email protected] www.mustafacetiner.com G öktürk 2’nin uzaya fırlatılışı ve yörüngeye girmesi, CBT’de, 2012’nin yeni yıla bağlanmasına rastladı. “Eğitim, Bilinç ve Gelecek” ilişkileri, karamsar ve iyimser durum ve yorumlara yol açtı. Geleceği bilemeyiz, öngöremeyiz ama karşı görüşlerin ivme kazanarak yılboyu sürmesini bekleyebiliriz.. Son Cumhuriyet Bayramı ve Atatürk’ün ölüm yıldönümünden sonra, dibe vuran kaygıların geleceğe yönelişinde kıpırdanmalar var. Karamsarlıktan iyimserliğe dönen duygu ve görüşlerine yükselişi dile getiriliyor. Birşeyler değişiyor. “Üniversiteler, siyaset ve YÖK kıskacında” ki iyimserliğinizi paylaşıyorum. Üst yönetimin giderek sertleşen umarsız söylemi önlenemeyen gelişmelere bir tepki olarak yorumlanabilir. Tarih, tarih yapmıyor; geleceğimizi belirlemiyor; yarın ne yapacağımızı değil; sadece bu günlere nerelerden, nasıl geldiğimizi söylüyor. Tarihi insanlar yaptı ve yapmayı sürdürüyor. Sınıf arkadaşım, kadim dostum Kuban’ın haftalık “Kültür” yazılarını aynı iyimserlikle okurum. CBT’deki son yazısında duraksadım ve sordum: Gelecek, kuşkusuz bilinçlenen halkın kararı ile biçimlenecek; ama bilinçlenme nasıl olacak? Kuban, sorumu hemen yanıtladı: “Çözüm, “kolayca dilimize gelen eğitim ve öğretim de değil.” Umut, sadece daha bilinçli insanların yetişmesinde. Locke’un ünlü çizgisinde “İnsan eğitimle insan olduğuna göre,” ikinci sorum gecikmedi “daha bilinçli insanlar nasıl yetişecek”.. Genom 2005 Araştırması, yanılmıyorsam, Darwin’in biyoevrim kuramını doğruladı; bilgi, birikim ve davranışlarımızın Genetik (DNA) programı etkilemediği ilkesini değiştirmedi. Beynimiz ve DNA, karmaşık üreme sürecinde oluşan hatalar (mutasyonlar)’la değişiyor. D’Dolbach, Fransız Devrimi öncesinde, Helvetius’un ünlü “kısır döngü” sorusunu gündeme getirmişti: ‘İnsan kültürü, kültür de insanı yarattığıne göre (Hartmann ontolojisi), kısır döngü nerede, nasıl kırılıyor?’ Evrim nasıl gerçekleşiyor? O yüzyıldan günümüze, filozoflar, yazarlar ve bilgeler: Okul öncesinde, okulda ve okul sonrasında, hayatboyu eğitim’den başka bir açıklama önerdiler mi? Sanımca, sorun ve çözüm hardware değil; beynimizi çalıştıran, bilincimizi yönlendiren, software yani eğitim süreci. Nitekim, Kuban da, doğrularımızı ve ön yargılarımızı sorgulayan denemesinde, yaygın eğitimin işlevini üstlenen medyanın çoklukla çeşitliliği karıştıran “hali pürmelâl”ine değiniyor. Evrensel sorun, insantürünün, bencil ve kısa vadeli zamanmekan yöneliminden kaynaklanıyor. Geçmişte kopan gelecekte kopacak kıyametlerle ilgilenmiyor. Doğayı fethedip yarattığı imparatorluğun tahtına kurulan İnsan’ın geleceği? Belirsiz! Dewey’in Okul ve Toplum’da savunduğu gibi, etkilişimlerin sayısı arttıkça bilincimiz de gelişiyor. UNESCO’nun kurucusu, evrimci Julian Huxley’in Dünya Savaşı ertesindeki sorusu geçerliydi: “Eğitim bize değişim bilinci vermiyorsa başka ne verebilir ki?” CBT okurlarının gelecek haftalarda ülke sorunları gündemde tutarak varlık bilincimizin sağlıklı gelişmesine katılmasını umuyor ve diliyorum. İNÖDER İnönü Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği CBT 1347/19 11 Ocak 2013 niklerinin üniversitelere/bilimsel uğraşı alanına taşınmasıdır. Bunun en trajik adımlarından biri akademisyenlerin bilimsel faaliyetlerinin performansa göre değerlendirilmek istenmesidir. Bilimsel uğraşıyı uzaktan yakından tanıyan herkes bilimsel faaliyetlerin akademik olmayan, niceliksel ölçütlerle değerlendirilemeyeceğini, bunun bilimin aleyhine sonuçlar doğuracağını bilmektedir. Öğretim elemanlarının başarısının ölçütü, yaptığı bilimsel çalışmaların niteliği mi yoksa sayısı ve üniversiteye sağladığı girdi mi olacaktır? Diğer yandan bilimsel faaliyetlerin yetkinliğinin denetimi ancak yine akademisyenlerin seçtiği akademik kurullarca yapılabilir. Türkiye’de akademisyenlerin çok büyük bir bölümü alt orta sınıfa mensup ailelerin çocuklarıdır ve geçimlerini yalnızca ücret gelirleri ile sağlayabilmektedirler. Dolayısıyla akademisyenlerin gelirlerinin performans ölçütlerine bağlanması, daha çok yayın, daha çok proje yaparak yaşam standardını koruma baskısı altında düşük nitelikli çalışmalar yapmalarına neden olacaktır. Ayrıca bu taslağın düzenlediği en önemli konulardan biri olan güvencesiz/esnek çalışma koşulları da bu baskıyı artıracaktır. Türkiye’de üniversite öğrenimine talebin yoğunluğunun en önemli nedeni işsizlik oranlarının yüksekliğidir. Üniversite iş kapısı gibi algılan maktadır. Hal bu olunca dar gelirli aileler bile bütün birikimlerini çocuklarının eğitmek adına “üniversite sektörü”ne yatırmaktadır. Nitekim Türkiye üniversitelerinde okuyan gençlerin çok büyük bir bölümü umut arayan yoksul kitlelerin çocuklarıdır. Dolayısıyla “fırsat eşitliği” söylemi altında eşitsizliği büyüten bu sistem, bu kitleler üzerindeki sömürü oranını büyütecektir. Bütünüyle değerlendirildiğinde, yasa taslağının amacının; üniversiteleri piyasanın rekabet edecek birimlerine dönüştürerek onları kapitalist piyasa koşullarıyla daha uyumlu hale getirmek ve öğretim elemanını da ürettiği yarar, ürettiği kaynak gibi faydacı değerler üzerinden değerlendiren bireylere dönüştürmek olduğu görülmektedir. Oysa Yüksek Öğretim Kanunu Taslağı’nda öngörülen amacın, Türkiye’de bilimsel çalışma koşullarını iyileştirmek, bilimsel araştırmaların niteliğini yükseltmek, gençlere ve topluma eleştirel akla dayalı bir yükseköğretim olanağı sağlamanın yanı sıra her bireyin yükseköğretim olanağından yararlanmasını sağlamak ve öğretim elemanıyla öğrencisiyle daha özgür bir üniversiteyi yaratmak ve yaşatmak olması gerekirdi. 2003 yılının Ocak ayı idi… Sevgili eşim Handan’a Orhan Bursalı’dan gelen iletiyi gösterdim. “Orhan Bey, yazdıklarım için genel bir başlık bulmamı istiyor, sanırım artık düzenli yazacağım, ne olsun ismi ?” Bu köşenin ismini bulan Handan’dır… Yazdığım ilkyazı, “Şeker hastalığında yeni gelişmeler” ismini taşıyordu. Yazıyı gazetede gören öğretmenim Prof. Dr. Sema Akalın ertesi gün sormuştu. “Hayrola, hematolojiyi bırakıp endokrinolog mu olmaya karar verdin?” Aradan tam 10 yıl geçti. Bu sürede yazdığım yazı sayısı 200’ü geçti. Bu yazılardan “Sağlığınıza”, ve “Biz Kuş muyuz yoksa Tavuk mu?” isimli iki kitap çıktı. Orhan Bursalı ile başlangıçtaki tanışıklığımız birbirimize yolladığımız kısa elektronik postalar ile sınırlıydı. Onunla, yazı yazmaya başladıktan yaklaşık 2 yıl sonra CBT’nin 1000. sayısı nedeniyle düzenlenen sempozyumda tanışabildim. Bana ilk söylediğini hiç unutmuyorum. “Kendinizi tanıtmasanız sizi tanıyamazdım…” Orhan Bursalı, benimle hiç konuşmadan, belki de kim olduğumu hiç bilmeden sadece yazdıklarıma bakarak o köşeyi bana teslim etti. İkinci kitabımın önsözünde şöyle yazmıştı. “Mustafa Çetiner, o köşeyi kendi yaratmıştı”. Aslında bu saptama tam olarak doğru sayılmaz. “Güncel Tıp”, akademik kariyerinde henüz yol almaya başlamış birinin heyecanı ile risk almayı bilen, deneyimli bir gazetecinin ortak eseridir. Bursalı, düzenli olarak yazmaya başladığım o günleri 2007 yılında yayımlanan “Sağlığınıza” isimli kitabımın önsözünde şöyle anlatıyor. “Tıp Bilimi: uygulamaları, insan ve toplum” içerikli konularda düzenli yazabilecek “içeriden biri” arayışında olduğumuz bir zamandı. Umudumu yitirmiştim ki elektronik posta kutuma bir mesaj düştü. Dr. Mustafa Çetiner, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de (CBT) yazmak istediğini belirtiyor, üstelik örnek yazılarını da ekliyordu. Birkaç yazı daha istedim, Dr. Çetiner, kesinlikle aradığımız insandı. Bir “telepatik” düşünce alışverişi gerçekleşmişti. Rastlantıların, insan hayatında önemli kesişme noktaları oluşturduğuna inanırım. En azından CBT okurları için böyle olduğuna inanıyorum.” Ben de CBT okurları arasında böyle bir ilişki olduğunu geçen 10 yılda öğrendim. Bu köşe bana birçok yeni dost yanı sıra yeni bir bakış ve söz söyleme hakkı tanıdı. Bu şansı 10 yıldır hep doğru kullanmaya çalışıyorum. Yılın ilk günü arşivimde yer alan 10 yıllık Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergilerini karıştırdım. Dergilerin içindeki yazıların çoğu sadece güncel değil, evrensel ve her zamanın okunabilecek yazılar. Bu yazıların arşivlerde yok olup gittiğini görmek gerçekten beni çok üzüyor. Daha önce birçok kereler yazdım, yine yazmak istiyorum. CBT’nin bir web sayfasına gereksinimi var. Buradaki yazıların haftalık değil, yıllarca ulaşılabilir olması gerekiyor. Eski dergi sayfalarını çevirirken Vasili Grossman’ın yazdıkları aklıma geldi. “İnsanlığın tarihi, kötülüğü yenmek isteyen iyiliğin savaşı değildi. İnsanlığın tarihi, insanca olan şeylerin tohumunu ezip öğütmek isteyen büyük kötülüğün savaşıydı. Ama eğer insanın içindeki insanca şey hâlâ ölmemişse kötülük artık zafer kazanamayacak demektir“ (Yaşam ve Yazgı isimli kitabından). Umuyorum, ömrüm yettiğince, elim kalem tuttuğunca bu köşede yazmaya devam edebilirim. NOT: “Ülkemizde ilk Kemik İliği Naklini kim Yaptı“ isimli bir önceki yazımın son paragrafı o yazıya ait değildir ve dizgi sırasında yanlışlıkla başka bir yazımdan eklenmiştir. Bu nedenle okuyucularımdan özür dilerim. On Yıl Oldu…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle