26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör niş spektrumlu bir antikor bulundu. Bu da, genel grip aşısı umudunu arttırdı. Ne var ki somut bir grip aşısının veya tedavisinin geliştirebilmesi için daha uzun bir yol var. Avrupa’da iddialı bir maddenin, çok sayıda testten geçirilerek ilaç olarak onaylanması normalde on yıl kadar sürüyor. Fakat söz konusu çok bulaşıcı yeni bir inflüenza köküne karşı bir aşıda belki sonuca daha hızlı ulaşılabilir. Araştırma çerçevesinde katılımcıların kanlarında inflüenza B virüslerinin yüzeyindeki kenetleme bölgelerine yerleşen bağışıklık molekülleri aranmış. Bu tür bir birleşme sonucunda virüs engellenir ve kontrolsüz olarak çoğalamaz. İşte bu tür üç antikor bulan bilim insanları, bunların koruyucu etkisini, iki farklı inflüeanza B virüsünü ölümcül dozda aşıladıkları farelere enjekte ederek test etmişler ve bu şekilde üç antikorun da fareleri gripten koruduğu görülmüş. CR9114 olarak isimlendirilen antikorun ise inflüenza A’ya karşı da etkili olduğu görülmüş. İki grip virüsüne karşı etkili olan CR9114 antikoru hemaglutinin proteiniyle birleşerek, virüsün yeni hücrenin zarını delerek içine girmesini önlemekte. Antikorun bu özelliği de uzun vadede tüm bilinen inflüenza tiplerinden koruyacak bir aşının veya terapinin geliştirilmesine izin verecek. yinlerindeki UCP2 oranı çok daha düşüktü (PLoS ONE). Bu proteinin sinir hücrelerinin ve bağlantılarının oluşumunda katkısı bulunuyor. Ayrıca diğer araştırmalarla proteinin kısıtlı olarak etkinleşmesinin, yetişkinlik dönemine kadar kalıcı olduğu da kanıtlanmıştı. Benzer etkinin insan için de geçerli olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ancak bu sonuçlar olasılıkla UCP2’nin beyin devrelerinin doğru gelişimi ve bununla bağlı davranış biçimleri için önemli bir rol oynadığını gösteriyor, diyor Yale Tıp Okulu’ndan Tamas Horvath. Bu nedenle insanlar arasında yaygınlaşan sezaryenin beyin gelişimi ve işlevi üzerinde uzun vadeli etkisi olabilir. Horvath ve ekibi farelerle gerçekleştirdikleri deneylerle, normal doğumun hipokampüsteki sinir hücrelerinde UCP2 oluşumunu tetiklediğini kanıtladılar. Bu beyin bölgesi yön bulma yetisi ve kısa ve uzun vadeli bellek için önemlidir. Sezaryenle dünyaya gelen farelerde bu yetiler kısıtlıydı diyor uzmanlar. Ayrıca diğer deneylerde, UCP2 bilgileri taşıyan genin eksikliği halinde ya da proteinin etkisinin engelleyici maddelerle durdurulması halinde sinir hücrelerinin büyüklüğü ve sayısı, sinir uzantılarının gelişimi ve sinapsların oluşumu kadar azalmış. Dahası yetişkin hayvanlarda hipokampüsün işleviyle bağlantılı olan karmaşık davranış biçimleri de etkilenmişti. Mesela labirentte yön bulma yetisi gibi diyor bilim insanları. İki öğrencimizi (biri Türk, biri Alman) Edremit körfezinin doldurduğu muhteşem riftin (normal faylarla sınırlandırılmış, bir çöküntü) en güzel görülebildiği yerlerden biri olan Assos antik kentinin (Behramkale) tepesine, yani akropolüne oturtulmuş olan Athena tapınağına götürdüm. Maksat, hem oradan Midilli Adası ve Biga yarımadası arasında görülen ve Müsellem Boğazı’nın oluşturduğu enfes rift morfolojisini göstermek, hem de Assos limanının hemen doğusunda yer alan minik bir yarımadacık üzerinde görülen çok genç iki fay basamağına dikkatlerini çekerek, normal fayların, Biga yarımadasının Edremit Körfezi ve Müsellem Boğazına bakan yamaçlarını mükerrer depremlerden oluşan nasıl bir mekanizma ile yükselttiklerini izah etmekti. Bunları anlattıktan sonra öğrenciler, ellerinde bir fotoğraf makinesi ile manzaranın ihtişamına kendilerini kaptırıp benden uzaklaştılar, ben de tapınak harabesini oluşturan andezit bloklarının birine oturarak bu güzelliğe sahip bir memleketin cehalet içerisinde ne zırvalıklarla uğraşmakta olduğunu düşünmeğe başladım. Neden bilmem, belki de güzellik teması burada ruhuma işlediği için moralim bozulmadı, geçenlerde dinlemiş olduğum Mehter ve Kızılordu Korosu tarafından seslendirilen ve iki Türk dansçının pek enfes bir koreografi ile ettikleri dans eşliğinde güzelliğine güzellik katılan, Dede Efendi’nin hem güftesini yazdığı hem de bestesini yaptığı Gülnihal’ı mırıldanmaya koyuldum. «Güzellik başka bir şey değil mi? Burada Gülnihal’i söylemek ihtiyacını duymanız beni çok duygulandırdı». Yerimden zıplamamak için kendimi zor tuttum! Benimle aynı andezit bloku üzerinde daha önce izahı mümkün olmayan şekillerde önce Pasadena’daki Huntington Bahçelerinde, daha sonra da AnıtKabir’de karşıma çıkan o esrarengiz kız oturuyordu. Gene o simsiyah saçların kuyumcu elinden çıkmış bir çerçeve halinde çevrelediği tanrısal yüze sanki usta heykeltraş Pygmalion tarafından nakşedilmiş gibi duran muhteşem, upuzun kirpikli, pırıl pırıl parlayan, lâcivertle gri arası, elânın tasvir bile edemeyeceğim bir tonuyla renklendirilmiş ve içine baktığınız zaman başınızı döndüren, kocaman gözler; gene o müstehzî, ama insanı âdetâ hipnotize eden gülümseme…; gene bembeyaz, âdeta ipekten ama dikişleri görünmeyen, enfes bir çift omuzu açıkta bırakan kolsuz, uzun elbise ve ayağında gene o altın renkli sandaletler… «Bu sefer» dedim kendi kendime, «erken davranacağım: Tapınağınızda beni misafir mi ediyorsunuz?» diye soracağım! Ama bu kız gene aklımdan geçeni düşündüğüm süratte okuyuverdi herhalde ki, sağ elinin işaret parmağını dudaklarımın üzerine koyarak «Benim kim olduğumla vakit kaybetmeye değer mi? Mademki bildiğinizi sanıyorsunuz» diyerek gene nutkumun tutulmasına sebep oldu. «Bakın, lieber Herr Professor (sevgili Profesör Bey anlamına gelen bu Almanca hitap da nereden icab ettiydi?!), biri Türk, biri Alman iki öğrencinizle birlikte burada bulunurken kafanızdan jeoloji, Yunan mitolojisi, Aristo ve Gülnihal aynı anda geçebiliyor. Bu ne hoş bir his değil mi? Haydi gelin, birlikte hem Gülnihal’i söyleyelim hem dans edelim.» Ne olduğunu anlamadan, tapınağın zemininde kendimi bu ilâhi varlıkla dans ve Gülnihal’i onunla birlikte terennüm eder buldum. Kızda muhteşem bir soprano sesi vardı! İşin garibi, tapınakta bizimle bulunan kimse gözüme ilişmedi. Şarkı biter bitmez «İşte buna sentez denir» deyiverdi. «Proust kuralını hatırlar mısınız? Sentez, sadece senteze girebilecek kadar bileşeni kullanır, diğerlerini dışarıda bırakır. Esas olan, senteze neyin ne kadarının girip neyin giremeyeceğini bilmektir. Şu politikacılar hani biraz kimya okusalar değil mi?» Bunu söyleyip tatlı bir dönüşle bedenini benimkinden ayırdı ve enfes bir gülümsemeyle …«Celal, haydi!» Nazik!! Nazik ve Patricia beni tapınağın batı ucunda ellerinde fotoğraf makinası bekliyorlardı. Kafamı kaldırıp Nazik’e baktım, hâlâ andezitin üstünde oturuyordum!!! Yanlarına gittim. Nazik beni iğnelemek için sürekli fırsat kolladığı için bekledim ki en azından «yanındaki o hatun kimdi?» desin. Ne ondan, ne de Patricia’dan anormal bir şey olduğuna dair hiçbir işaret gelmedi. Zaten kız da yoktu ortalarda. Gene sırra kadem basmıştı önceki seferlerde olduğu gibi. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Ben de bizimkilere beni deli zannetmelerinden korkarak hiç bir şey belli etmedim. Ama Nazik’le Patricia’ya doğru yürürken aklımda hep büyük Fransız kimyacısı Joseph Louis Proust (17541826) vardı: Tayyip Bey’e birisi biraz Proust’tan bahsetse… Tapınaktan çıkarken, batan güneşe doğru beyaz bir baykuşun kanat çırparak uzaklaştığını görmek içimi rahatlattı: Ne bir rüya, ne de bir hayâldi gördüğüm. İçimden gülümseyerek: «Ey kurnaz kral Odysseus!» diye geçirdim. «Çatla sen! Athena ile senin zafer kazandığın topraklarda Gülnihal söyleyerek dans ettim! Homeros’un da, İsmail Dede’nin de, Osman Hamdi Bey’in de, Atatürk’ün de ruhları şâd olsun.» Athena Tapınağı’nda Gülnihal Gekko ıslak ayak sevmiyor Daha önceki araştırmalardan gekko ayağında Kuzey Kutbu’nda rekor erime bekleniyor Eylül ayında bugüne kadar ölçülen en küçük buz örtüsü gerçekleşecek. Son dikkat çekici gelişmeler Petermann buzulunun parçalanması ve Grönland’daki buz tabakasının neredeyse tamamen eriyemeye başlamasıydı, diyor Hamburg Üniversitesi’nden Lars Kaleschke. şimdi de bölgede alışılmı bulunan mikroskobik boyuttaki kılların nemli olması halinde daha kolay biçimlendikleri biliniyordu. Bu durumda yüzeyle daha iyi uyum sağlayan ayakları sayesinde gekko daha iyi tutunabiliyor. Ancak Akron Üniversitesi’nden Alyssa Y. Stark, fazla suyun tam tersi bir etki yarattığını saptadı. Araştırmacılar bu küçük sürüngenin tutunma kuvvetini ölçebilmek için ilk önce Gekko türünü kuru ayaklarla camın üzerine koyduktan sonra sona küçük bir düzenekle zemini uzaklaştırmışlar. Kertenkele buna rağmen ayaklarının altındaki zemini kaybetmeden evvel beden ağırlığının yirmi mislisi kadar çekme kuvvetiyle direnmiş. MaxPlanck Metal Araştırmaları Enstitüsü araştırmacılarına göre sulu ve kaygan cam üzerinde gekkolar sonunda tutunma yetisini tamamen yitirmişler. Gekkonun parmakları gerçi suyu çekmiyor ama suyu itme yetisine sahip olmadığı için de ıslak zemin üzerinde kayıyor. Sezaryen beyin gelişimini etkiliyor Çok tartışmalı olmasına rağmen birçok anne adayı normal doğumdan korktuğu için sezaryeni tercih ediyor. Amerikalı ve İspanyollar şimdi sezaryenin bir olumsuz yönünü daha açıkladı. Fare deneylerinde normal doğumun, beyin gelişiminde önemli bir rol oynayan UCP2 proteininin üretimini tetiklediği ortaya çıkmış. Sezaryenle dünyaya gelen farelerin be CBT 1327/ 7 24 Ağustos 2012 şın dışında bir fırtına hüküm sürüyor ki bu da buzun büyük parçalara ayrılmasına neden olabilir. Bu şekilde buz külteleri sıcak deniz suyu için daha fazla yer açacaklar ki bu da erimeyi hızlandırabilir. Güncel uydu verilerine dayanan istatistiksel tahminlerine göre 4.1 milyon kilometrekarelik buzlu alan kalacak Eylül ayında. Bu da 1970’li yıllardan bu yana gerçekleştirilen uydu ölçümlerine göre en düşük değer. Bugüne kadarki en düşük değer 4.3 milyon kilometrekareyle Eylül 2007 tarihine ait. Eylül ayı buz örtüsünün en çok azaldığı aydır. Nilgün Özbaşaran Dede [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle