Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Planlar ve Vizyon Özel şirketlerin, kamu kuruluşlarının, STK ve varsa diğerlerinin, sürekli olarak planlar hem de stratejik hazırlamaları çiğnenemez bir töredir. Her birisinin amacı farklı da olsa hemen hepsinde ortak iki başlık vardır: 1. Mevcut durum (envanter, GZFT [1] vs. adları altında) tespiti, 2. Vizyon. Her ne kadar birincisi daha tumturaklı görünse de, planların belirleyici öğesi “vizyon”dur. Bir yandan da vizyon ifadeleri içine, “zihinsel bulanıklık”, “kavramsal bulanıklık”, “ifade bulanıklığı”, “süslü söz hastalığı” gibi enfeksiyon ajanları sızar. Peki bu vizyon aslında neye yarar? Kısacası, “bir kitleyi belirli bir yönde uygun adım yürütmeye, yol boyunca saptırıcı etkileri en aza indirmeye“ yarar. Sorunlar başlıyor! Vizyon ile ilgili sorunlar, bu sözcüğün anlamı ile kavramsal tanımı arasındaki farktan başlar. Vizyon, sözlükteki anlam olarak “fiziksel görüş”, yüklenmiş anlam olarak ise “zaman içinde uzağı görebilme“dir. Vizyon’a yüklenen ikinci anlam, “ileriye doğru konumlanma” bağlamındadır. İleriye doğru konumlanma şu dört bileşeni içeriyor: Bileşen 1. Zaman içinde ileriye doğru, her an için korunması gereken bir “özniyet”. Bir diğer deyişle, “niçin varsın?” sorusunun cevabı ki buna misyon da deniliyor. Bileşen 2. Zaman içinde ileriye doğru, her an için korunması gereken “özdeğerler”. Bunlar, “özniyet” ve “Büyük İddialı Sonuç”un, uygunluğunu denetlemeye yarar. Burada uygunluk deyimiyle doğrulukyanlışlık açısından[2] doğru olup olmadığını; iyilikkötülük açısından iyi olup olmadığını ve güzellikçirkinlik açısından da güzel olup olmadığını denetlemeye yarar. Bileşen 3. Zaman içinde (duruma göre 530 yıl gibi) belirli uzak bir vadede varılmak istenilen önemli hedef demek olan “Büyük İddialı Sonuç“. Buna ülkü de deniliyor. Bileşen 4. Ve nihayet, Büyük İddialı Sonuç’a (ülkü) varıldığında ortaya çıkabilecek olumluluklar (envisioned vision). Vizyon, her biri böylece belirli hale getirilmesi gereken dört bileşenden oluşuyor. Şu an’dan, uzak gelecekteki bir an’a kadar her saniyenin, bu dört bileşenin kontrolunda olması gerektiği, ancak bu durumda bir vizyon’dan söz edilebileceği, bunun dışında üretilebilecek süslü vizyon ifadelerinin bir anlamı olmayacağı görünüyor. Bir vizyon, bu bileşenleri içermekle birlikte yine de işe yarar olmayabilir. Bunun için şu işe yararlık sınıflarının tanımladığı alanlardan hangilerine ne kadar girildiğine [3] dikkat edilmelidir: Tınaz Titiz İşe yararlık alanı 1. Öz’e ait (core): Tam olarak yol göstericilik (işin öz’ü) amaçlı. İşe yararlık alanı 2. Özlemsel (aspiration): Gerçekleştirilmesi yolunda içtenlikli bir çaba harcanmamasına karşın hiç olmazsa sözel olarak tatmin sağlama amaçlı. İşe yararlık alanı 3. Olağan (permissiontoplay): Zaten olması gerekenlerin tekrarı amaçlı (örn. Dürüstlüğün bir özdeğer olarak ileri sürülmesi gibi) İşe yararlık alanı 4. Rastlantısal (accidental): Kalıcı olmayabilecek bir rastlatıya uygunluk sağlamak amaçlı. (örn. spora meraklı bir yöneticinin, “herkesin sportmen olacağı bir firma”yı bir vizyon olarak benimsemesi gibi) Bir vizyon ortaya nasıl koyulmalı? Bir uzmanlar grubu veya bir buyurgan yönetici veya bir lider ya da kalabalık bir topluluk.. Acaba hangisi bir vizyon ileri sürebilir? Vizyonu, bunlardan herhangi birisi ortaya atabilirse de, kimin ortaya attığının önemi sınırlıdır. Esas önemli olan: (a) Vizyonun kavraması öngörülen kitlenin her bireyinin o vizyon içinde kendisini konumlandırabileceği bir yer bulabilmesi, (b) Vizyonun ilham ve heyecan verici olması, (c) Vizyon ve ifadesinin “efradını cami, ağyarını mani[4]“ olması, (d) Kavranacak kitlenin ki bir firmanın çalışanları, bir spor kulübünün taraftarları, bir sanayi sektörü ya da bütün bir ulus olabilir somut desteğini alabilmesi; yani, kitlenin bu vizyon uğrunda çaba harcamayı anlamlı bulması. (Örnekler için örnek sunumun 23 ve 24’ncü yansılarına bakılabilir) Vizyon adlı dört bileşenli yol gösterici “sistem”in (a)......(c) olarak sıralanan olmazsa olmaz koşullarının başında, “kişinin, vizyon içinde kendisini konumlandırabileceği bir yer bulması“ geliyor. O halde, bireylere hitap etmeyen, onların dışındaki oluşumların (firma, STK, sektör ya da toplum) çıkarlarını gözeten vizyonlar birer çöp değerindedir; övünmekten başka işe yaramazlar. İlanen duyurulur J 27.03.2012 [1] GüçlüZayıf yönler, Fırsatlar, Tehditler [2] Doğrulukyanlışlık boyutu akıl’ın (yaşama geçirme aracı bilim); iyilikkötülük boyutu ahlakın (yaşama geçirme aracı inanç sistemleri); güzellikçirkinlik boyutu ise estetik’in (yaşama geçirme aracı sanat) alanlarına işaret ediyor. [3] Dört bileşenli bir vizyon tanımının, işe yararlık alanlarından sadece biri içinde yer alması mümkündür ama, genelde karşılaşılan durum, her vizyonun az da olsa her işe yararlık alanında birer parçasının bulunduğudur. [4] Gereken her şeyi içeren, ama Cumhuriyet döneminde bilim ve eğitim atılımları Cumhuriyet kurucusu büyük insan Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasının hemen ardından modern çağdaş bir ülkenin kuruluşu için harekete geçmiş ve o ünlü deyişi “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,” ile ana ilkesinin ne olduğunu açıkça ilan etmiştir. “Her vesile ile rehberimiz ilim ve fen olacaktır” diyen Atatürk o ünlü nutkunu; “Efendiler, bu beyanatımla milli hayatı son bulmuş farz edilen büyük bir milletin istiklali nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve modern bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.” diyerek bitirmiştir. Prof. Dr. Coşkun Özdemir 16 CBT 1318/18 22 Haziran 2012 . yüzyılda Osmanl,ı Avrupa ile aynı gelişmişlik düzeyinde bulunuyordu. Gerçek şu ki Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’da gerçekleşen bilimsel devrimin dışında kalmıştır. Osmanlı yazık ki bilgi üretmek yerine sadece bilgiyi almak ve nakletmek yolunu seçmiştir. Bilimsel devrimin dışında kalmak bize en az 300 yıl kaybettirmiştir. Copernicus, Kepler, Galileo, Descartes, Bacon, Newton gibi bilim adamlarının öncülük ettiği bilimsel devrim Aristo fiziğini, Ptolemaios astronomisini, Galenos ve İbni Sina tıbbını geride bırakıyor ve ortaya çıkan yeni öğretiler onların yerini alıyordu. Bilim tarihi dersleri veren Erdal İnönü’nün belirttiği gibi bilimsel devrimin bir özelliği ve siyasal devrimlerden önemli bir farkı yeni bilgi üretme yolunu açmasıdır. Araştırma ve yeni bilgi üretimi bu devrimin en önde gelen özelliğidir. Bilimsel devrimin çok önemli bir sonucu onun ardından aydınlanma çağının gelmiş olmasıdır. Aydınlanma çağını sanayi devrimi izlemiştir. Aydınlanma, insanlığın yüzyıllardır süregelen karanlıktan çıkışıdır. Aklın dogmalara galebesi ve din ve bilim arasındaki farkın algılanır oluşudur. Bugün 2012 yılında yurdumuzda çektiğimiz sıkıntıların, çatışmaların, ilkelliklerin ve her alanda bocalamamızın ve içine düştüğümüz kaosun önde gelen nedeni çağdaş, bilimsel gelişmenin, ilerlemenin çok gerisinde kalmış olmamızdır. Türbelerden, aptes suyundan, yeşil çapıtlardan şifa arayan, depremin nedenini bir türlü kavrayamayan, akraba evliliğinin neye mal olduğunu algılayamayan insanlarımızın hali yürekler acısı ve utanç vericidir. Bu utancı paylaşmak zorundayız. Evet, Osmanlı İmparatorluğu bilimdeki gelişmeleri izleyemedi, belki de Copernicus’tan, Galileo’dan hiç haberdar değildi. Bu yüzden bilgiye ulaşma, bilgi üretme Osmanlı topraklarında yer almadı. Ordu güçlü idi, vuruyor ve zapt ediyordu. Ama 17. asırdan sonra bilginin, bilim üretiminin yarattığı üstünlük batı dünyasının, Avrupa’nın eline geçti. Dünyanın geçici olduğu, sonsuz yaşamın öteki dünyada olduğu inancı ve bunun süregelmesi yüzyıllarca kutsal kitabın sınırları dışına çıkılmasını önlemiştir. Doğaldır ki bilimsel gelişme ve ilerleme zamanla savaş gücünde de üstünlüğün yitirilmesine ve ordusuna güvenen Osmanlı’nın bu alanda da geriye düşmesine yol açmıştır. Yurdumuza, Türkiye’ye bilim ve bilimsel düşünce ancak Yüce Atatürk’ün önderliği ile ve yazık ki çok büyük gecikme ile ve bu gecikmenin önlenemez kayıpları ile gerçekleşmiştir.(Matbaa Osmanlıya 281 yıl gecikme ile ulaşmıştır.) Bu benzersiz önder her alanda reformları gerçekleştirirken eğitim reformunu da elbette en önde tutuyordu. Osmanlı’da var olan okullar Arapça dilli dini okullar, sübyan okulları, medreseler, saray okulları, askeri okullar ve gayrımüslümlere ait okullardı. Osmanlı’da modern bilim eğitiminin başlangıcı olarak Hendesehane (1735) ve ondan 40 yıl kadar sonra açılan Mühendishanei Bahrii Hümayun’un kuruluşu kabul edilir. 1795’te Mühendishanei Berrii Hümayun kuruldu. Gelenbevi İsmail Efendi birincinin, Hüseyin Rıfkı Tamani ikinci okulun önemli isimleri arasında idiler. Piri Reis, rasathane kuran Takiyyüddin Efendi, Şemsettin İtaki ve Kâtip Çelebi bu tarihten önceki önemli isimler olarak anılırlar. Şanizade Ataullah Efendi ilk anatomi kitabını yazmıştır. Salih Zeki Bey ise 19. asırda modern matematiğin kitabını yazan ve eğitimini veren kişidir. Bütün bunlar ve bunlara ekleyebileceğimiz saygıdeğer isimler bilimsel devrimin Osmanlı’ya gerektiği gibi yansımış olduğunu göstermekten elbette çok uzaktır. Osmanlı ordusuna ve maliyesine güveniyordu ve bu imparatorlukta dinsel kültür egemenliğini koruyordu. Takiyyüddin Efendi’nin Tophane’de kurduğu rasathanenin “Bunlar tanrının işine karışıyorlar ve o yükseklikte meleklerin bacaklarını seyrediyorlar” gerekçesi ile ve bir kuyrukluyıldız kaymasının hayra alamet değil yorumlanması eşliğinde şeyhülislamın MODERN BİLİMİN BAŞLANGICI