02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İKTİSAT PENCEREMDEN Karanlık Zamanların Şarkısı Güney Gönenç, Yeni Umut Yayınları, 127 s. Günay Güner 3 Aralık 2011 tarihinde yitirdiğimiz değerli bilim insanı, yazar Doç. Dr. Güney Gönenç’in, yitirişimizden beş ay önce yayımlanan Karanlık Zamanların ŞarkısıÜniversitede 40’lı 50’li Yıllar adlı kitabı Türkiye’ye gelip yıllarca kalan, ülkemizi sevip benimseyen Alman bilimcilerin ve onların yetiştirdiği ilerici, aydınlanmacı bilimcilerin Atatürk’ün ölümünden sonra gericiliğin güçlenmesiyle birlikte üniversitelerden uzaklaştırılmalarını anlatıyor. Aykut Göker’in kapsamlı önsözüyle, değerli fotoğraflarla daha da varsıllaşan Karanlık Zamanların Şarkısı, tartışılması gereken bir kitap. Mustafa Kemal Atatürk, bilimsel bakışın belirleyici olduğu çağdaş üniversiteyi kurarken, Alman bilimcileri değerlendirerek en gerekli kürsüleri oluşturdu. Bu bilimciler hemen her alandan geniş bir dağılım gösterirler: Hans Guterbock (Hititoloji), Benno Landsberger (Asurbilim, Sami Dilleri), Wolfram Eberhard (Çin Dili), Walter Ruben (Hint Dilleri), Georg Rahde (Klasik Filoloji), Curt Kosswig (Zooloji), Erich Frank (İç Hastalıkları), Bruno Taut (Mimarlık), Traugott Fuchs (Romanoloji), Albert Eckstein (Çocuk Hastalıkları), F. Arndt (Kimya), Ernst Hirsch (Hukuk), Alfred Kantorowicz (Diş Hekimliği), Wilhelm Schütte ile Margarete SchütteLihotzky (Mimarlık), Gerhard Kessier (İktisat), F. Neumark (İktisat)… Atatürk Devrim yönetimince 3 yıl içinde Türkçe ders vermeye başlamaları, Türkçe ders kitabı yazmaları istenen yaklaşık 200 kişilik bu usta kadro, aynı zamanda bilimciler, yazıncılar, düşünürler yetiştirdiler: Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Behice Boran, Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat, Samim Sinanoğlu, Suat Sinanoğlu, Muazzez İlmiye Çığ, Ekrem Akurgal, Mübeccel Kıray, Sedat Alp, Kemal Balkan, Tahsin Özgüç, Halil İnalcık, Osman Turan, Faruk Sümer, Mehmet Altan Köym e n… Kısa zamanda yapılan bu büyük iş Cumhuriyetin özünü kemirmeye yüz tutan devrim karşıtı yeni egemen sınıfın tepkisini çekmekte gecikmez. Çok önemli bir şiddet olayı yaşanır. Yaklaşık 10.000 kişilik bir kalabalık 27 Aralık 1947 tarihinde Ankara Üniversitesi’ne saldırır; Rektör Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu’yu linç etmek ister. (Hedefte Kansu’nun yanı sıra “komünist” diye nitelenen öğretim üyeleri de vardır). Rektörün odası basılır. Kansu’ya zorla istifa dilekçesi imzalattırılır. Güvenlik güçleri olayı önlemek bir yana saldırganları destekler tutum içindedir. Rektörü bir yüzbaşı (bazı kaynaklara göre teğmen) havaya ateş ederek taksiye bindirir, olay yerinden kaçırır. Linç edilmekten kurtarır. Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu’nun emniyet ifadesinden bir bölüm şöyledir: “Ancak bugün Ankara Üniversitesi Rektörü Şevket Aziz Kansu, ki bu memleketin bir evladıyım, bu vatanın bir çocuğuyum, hayatım bu memleketin, yurdun selametine vakfetmiş bir insanım. Senelerden beri bana tevdi edilen Türk evlatlarını bu yüksek ideallerle yetiştirdim. İrfan hayatımızın en yüksek idare mevkilerinden daima ve daima kalbim bu heyecanlarla ve vatan sevmek aşkı ile çarpmıştır. İşte bu adam bugün, yani ben, vatan haini, komünist, millet düşmanı, alçak olarak tavsif edildim. Yüzüme tükürüldü, linç ediliyordum. İşte ifadem burada bitiyor.” Kansu’ya ve diğer öğretmenlere saldırılar Meclis kürsüsünden de sürdürülür. Fahri Kurtuluş, Reşit Tarakçıoğlu, Behçet Kemal Çağlar, Tahsin Banguoğlu gibi adlar şiddet kokan konuşmalar yaparlar. (s. 48) Bilim adamlarına saldırılar Demokrat Parti dönemin VURUN BİLİMCİLERE!! CBT 1305/15 23 Mart 2012 de de artarak sürecektir. Bu olayların ardında Hitler faşizminin, Alman etkisinin ve daha gizli olarak da ABD etkisinin güçlenmesi yatmaktadır. Türk üniversitelerini kuran Alman bilimcilerin maaşlarının yüksek olduğu, ulusal duyarlılıklarımıza saygılı davranmadıkları, halkı ve yönetimi eleştirdikleri dillendirilir. Bu savların sahibi politikacı ve yöneticiler açık ya da gizli Nazi yandaşıdır. Düzenlenen oyun aşama aşama ilerletilir. Alman bilimcilerle birlikte ilerici Türk bilimciler, aydınlar da hedefe konur. Üniversitelerden uzaklaştırılır. Güney Gönenç bu durumu vurgularken: “Gerçekten de Alman profesörlerin görevlerine son verilmesi, DTCF’den ilerici Türk hocaların ‘temizlenmesi’ işlemine ustalıkla eklemlendirildi.” diye yazıyor. (s. 39) CHP ile DP’nin ırkçı, gerici, Nazilere yakınlık duyan öbekleri birlikte davranırlar. Yapıtta, açıklanan döneme ilişkin iki çalışma öne çıkıyor. Özellikle Scurla Raporuyla ilgili olarak Ayyıldız Altında Sürgün, Faruk Şen, 2008 ile Üniversitede Cadı Kazanı, 1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav’ın Müdafaası, Mete Çetik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. Scurla Raporu önemli bir ayrıntıdır. Gönenç şöyle açıklıyor: “Harbert Scurla, Nazi Devleti Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye’deki Alman bilim adamlarını denetlemekle görevlendirdiği kişidir. Bu görevle 1939’da ülkemize gelmiş, İstanbul ve Ankara’daki bütün Alman öğretim üyelerini tek tek ‘teftiş ederek’ kapsamlı bir gizli rapor düzenlemiştir. Ayrıca Türk hükümetine, Hitler’den kaçarak Türkiye’ye sığınan hocaları ülkeden çıkarması halinde, Almanya’dan Nazi Hükümetine bağlı yeni bilim adamları gönderilmesini önerme yetkisi de verilmişti Scurla’ya (Türk hükümeti bu öneriyi o zaman geri çevirmiştir). Scurla Raporu tarih profesörü KD. Grothusen tarafından arşivlerde bulunmuş ve yayımlanmıştır.” (s. 100) Scurla’nın önerisi o dönemde kabul edilmemesine karşın, Nazilerle birlikte olmuş bilim adamları 1950’den başlayarak Türk üniversitelerine alınmaya başlanır. (s. 86) Kitap yakma kahramanı (ki ardından insanlar da yakılacaktır) Gerhard Fricke adlı yazın tarihi doçenti profesör olarak devlet çağrısıyla 1950’de İstanbul Üniversitesi’ne getirilmiş, 1960’a kadar bu görevi sürdürmüştür. Hennig Brinkmann ise Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü kurmak üzere çağrılır. SA ve Nazi partisi üyesi Brinkmann Türkiye’de kaldığı sürede Alman Dışişleri Bakanlığı’nın bilgi alma (istihbarat) servislerine bağlı olarak görev yaptı. Çoğu Yahudi düşmanlığı içerikli raporlarını Scurla’ya gönderiyordu. Raporlarından ilginç bir ayrıntı şöyle: “Avrupa klasiklerinin Türkçeye çevrilerek yayımlanması projesinde Alman klasikleri listesinde hiçbir Yahudi yazarın yer almaması sağlanmıştır (bir tek ayrıcalık ile: Heinrich Heine’den bir yapıt)”. Bu durum 1950’yle oluşan değişimle ilgili de yeni bir kanıt sağlamaktadır. Karanlık Zamanların Şarkısı’nda Aykut Göker’in önsözünün yanı sıra Gönenç’in Göttingen Yedileri ve Ernst Hirsch’in “Artık Üniversitede Bilim Özgürlüğünden Söz Edilemez” başlıklı anlamlı yazıları da yer alıyor. Göttingen Yedileri’nin onurlu duruşu günümüz Türk bilimcilerine örnek olmalıdır. Bertolt Brecht’in dizelerindedir: “Karanlık zamanlarda / şarkı da söylenecek mi? / Elbette, şarkı da söylenecek, / karanlık zamanları anlatan.” Güney Gönenç öğretmen aydınlık zamanları göremedi. Unutulmayacak izler bırakan güzel insan Güney Gönenç’i saygı ve özlemle anıyorum. Oktay Yenal [email protected] Geçen yazımda bazı anekdotları anlattıktan sonra solun, dünyadaki iktisadi buhrana ve işsizliğe karşı sesi çıkmıyor demiştim. Bazı yanlış anlamalar olmuş. Sol’dan kasdettiğim, Sovyet tipi bir diktatörlük, ya da Polonya, Çekoslavakya gibi insan haklarının büyük çapta kısıtlandığı komünist rejimler değildi. Onları savunacak kimse kaldı mı ki? Fakat Sol’un geniş bir anlamı daha var: Açların işsizlerin, yoksulların tarafında olmak. Nitekim kelimenin aslı Fransız Devrimi’nden sonra meclisin solunda oturan ve yoksullardan yana olan üyelerden geliyor. Benim garip bulduğum, Avrupa ve Amerika’da işsizlik yüzde 10’a yükselmişken, iletişim ilerlemeleri sonucu Afrika’da aç çocuklar her gün televizyon kadranlarına aksederken, dünya düşünürlerinin hâlâ Wall Street ile, banka sistemi ile ya da zenginlerin vergi hadlerini düşürmekle uğraşması. Dünyada iktisat alanında olanlara tanı koymak gerekirse, bence iki önemli değişmenin içinde yaşıyoruz. Bunlardan birincisi büyüme lokomotifinin Batı’dan Doğu’ya kaymış olması. Amerika ve Avrupa insanları bunun farkında değil, ama hiç şüphe yok ki ünlü Sanayi Devrimi’nin sonuna gelmişiz. Yaşanan bunalım konjonktürel bir büyüme sapması değil, dünya iktisadi düzenini zorlayan bir değişim. Batı eskisi gibi büyüyemeyecekse, herkesin çocukları anne ve babalarından daha varlıklı olmayacaksa, bunun sebebi ve çaresi ne? Sebebi çok basit: Her ne kadar epey bir zamandır Batı, yoksul insanların kendi ülkelerine göçünü büyük çapta önledi ise de, Samuelson”un 1940’larda gösterdiği gibi, dünya ticareti ve küreselleşmenin gelişmesi göçün yerine geçti. Böyle olunca da Amerika ve Avrupa üretimdeki üstünlüğünü kaybetti. Kullandıkları tüketim mallarının ve gereçlerin artık ücretleri çok düşük olan ülkelerde yapılmaması için sebepler, mesela çok pahalı olan uluslararası lojistik maliyetleri, artık bir bir ortadan kalkıyor. Bir tek teknolojik üstünlük kalmıştı Batı’nın elinde, o da önemini kaybediyor, çünkü artık teknolojiyi icat eden değil, kullanan önemli. Gene büyük icatlar Amerika ve Avrupa’da oluyor ama o icatları, bir ay sonra üretime çeviren ya Meksika, ya Singapur ya da Çin gibi ülkeler. Çünkü sanayileşmış ülkelerle geri kalmış ülkeler arasında ücret farkı iki kat değil, yirmi otuz kat. Amerika’nın muhasebe kayıtlarını Hindistan onda bir fiyatına yapmaya razıysa, niye Amerika’da yaptırsın ki Amerikalı? Zaten her şey internet üzerinden olduktan sonra. Bu duruma çare ne? Artık büyüyemeyecek Batı, Lenin’in dediği gibi emperyalizme yol açar mı, açmaz mı bilemem, ama gelişmiş ülkelerin oldukça müreffeh bir gelirle yaşamaya razı olmalarından, büyümeyi bir yana bırakmalarından başka çare yok gibime geliyor. Bunun 100 yıl içinde olanaklı olabileceğini Keynes “Torunlarımız İçin İktisadi Olanaklar’ adlı 1930’da yazdığı makalede anlatıyor. 2030’a 18 yıl kaldı. Savaşsız bir ortamda Avrupa Birliği bu yönde önemli bir adımdı. Dünya ekonomisinde ikinci olan şey, hemen bütün dünyada işsizliğin hızla artması. Artık kaba emeğe, kalifiye olmayan işciye talep fazla artmıyor. Bu neden oluyor? Çünkü teknoloji değişti ve değerin organik yapısı değişti. Teknolojideki ilerlemelerle kalifiye olmayan işçi bu gün işsiz kalmaya mahkum. Çaresi ne? Gelir dağılımını düzeltmek. İşte burada devletin piyasanın yerini alması gerek, çünkü piyasa ve demokrasi bu işi çözemiyor. Akla gelen ve ister istemez giderek daha fazla tartışılacak bazı çareler şöyle sıralanabilir: Mesela toplumların ilerlemelerini Milli Gelirdeki artış oranı ile ölçmeği terketmek, bunun yerine işsizlik oranındaki azalma ile ölçmeyi adet edinmeye ne dersiniz? Bu hiç olmazsa ülkelerin gelirleri nüfusun yüzde birine gidecek toplam milli gelir artışı ile öğünmelerini önler. İşsizlere devletin maaş bağlamasına ne dersiniz? Haftalık çalışma saatlerinin kısaltılması niye düşünülmesin? Bakınız Keynes 80 yıl önce bunu nasıl ifade ediyordu: “üç saatlik çalışma saatleri ya da haftada on beş saat çalışma.” Biz sanıyorduk ki demokrasi bu sorunu çözecek. Bir baktık ki demokrasi ancak zenginlere ve lobiyislere yarıyor. Dünya herhalde büyük değişmeler arifesinde ve bu arada devlete büyük görevler düşecek. Dün ve Bugün Sol
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle