24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör jinin depolanmasına neden olabilir.. İkinci gözlem biyolojik saatimizle ilgili. İç dokulardaki saatler normalde – tıpkı orkestra üyelerinin orkestra şefini takip etmeleri gibi – beyindeki ana saati izler. Araştırmacılar diğer saatlerin ana saatten bağımsız olarak işleyebildiğini uzun bir süredir biliyordu, ama son çalışmada çevredeki saatlerdeki bir ritmin ana saati bile etkileyebileceği anlaşıldı. Bilim insanlarının açıklamalarına göre iç saatin bozulması uzun süreli metabolizma bozukluklarına bile yol açabiliyor. Mesela geceleri çalışan insanlar şişmanlamaya ve metabolizma hastalıklarına yakalanmaya daha yatkınlar. Uyku bozukluğu çeken hastalar da çok daha kolay şişmanlıyorlar diyor araştırmacılar. Bağırsak ve solunum yolları mukozası, her şeyden önce zararlı bakterilerle savaşan sümüksü salgı üretiyor. Bu şekilde mikropların hareketleri kısıtlanmıyor. Tam tersine sümüksü salgının ana bileşimi olan müsin, bakterileri daha da hareketli hale getirerek mukozaya biyolojik bir film gibi tutunmalarını zorlaştırıyor. Aynı etkiye sahip ilaçlar, bakteriyel biyolojik filme uzanan dirençli enfeksiyonların engellenmesine yardımcı olabilir. Bu tür ilaçlar bakterileri öldürmediği için de direnç kazanmaları imkânsızdır, ayrıca antibiyotik yerine bu tür ilaçlar alındığında yararlı mikroplara zarar gelmez diyor araştırmacılar Current Biology dergisinde. Bu tıpkı ayrı odalarda oynadıkları için daha az yaramazlık yapan çocukların durumuna benziyor diyor araştırmayı yöneten Katharina Ribbeck. Bağırsak ve solunum yolları mukozası bakterilerle devamlı olarak doğrudan doğruya temas halindedir. Mukoza, salgı üretimiyle sadece mikropların bedene girmesini engelleyen bir bariyer oluşturmakla kalmayıp, bakterilerce üretilen biyolojik film üzerinde kalıcı olmalarını da zorlaştırıyor. Bilim insanları yeni sonuçların yardımıyla pseudomonas mikrobuna bağlı akciğer enfeksiyonuna karşı yeni tedaviler geliştirebilmeyi umuyor. Mesela mukoviskidoz hastalarında, tehlikeli enfeksiyonlardan daha çok hareketliliğini kaybetmiş bakterilerin sorumlu olduğu görülmüş. Bu durumlarda bozulan salgı üretimi doğal savunmayı zayıflatıyor. Biyofilm üreten bakteriler enfeksiyon kapmış implantlarda ve diş çürüklerinde de önemli bir rol üstleniyor. Müsin gibi etkiyen engelleyici maddelerin, bu tür enfeksiyonlara karşı antibiyotiklerden daha etkili olabileceği sanılıyor. Müsinler, virüslerin ve mayaların savunulmasında da önemli olabilir. Mukoza bakterilerle nasıl savaşıyor? Her yeni kuraklık dönemiyle biraz daha zayıflayan Maya kültürü en sonunda bu yüzden tamamen yok o l m u ş . Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nden Doug la s K en net ve ekibi bu sonucu, Maya döneminde Orta Amerika’ya düşen yağışlarla ilgili ayrıntılı verilerle elde etmiş (Science). Uluslararası ekip kuraklıklar ve yağışlarla ilgili zaman çizelgesi için Beliza’daki bir damlataş mağarasındaki tortulların izotoplarını incelemiş. Bu çalışma sonucunda Maya yazı işaretleriyle yazılan belgelerle dikkat çekici benzerlikler saptanmış. Uygarlık bol yağışlı dönemlerde gelişmeye devam ederken, küçük devletlere bölünerek çökmesi İ.S.660 yılından sonra başlayan bir dizi kuraklık dönemine denk geliyor. İyice zayıflamış olan toplum 1020 ve 1100 yılında güçlü kuraklıklarla karşı karşıya kalmıştı. Bu da Maya kültürünün tamamen yok olmasına yol açmış olabilir. Maya uygarlığını kuraklık bitirmiş Bu yaz, uzun zamandır tamamını okumayı ihmal etmiş olduğum bir klasiği, büyük Avusturyalı ilkçağ filoloğu, tarihçisi ve felsefecisi Theodor Gomperz’in (18321912) Griechische Denker (Yunanlı Düşünürler) adlı eserini, Gomperz’in kendi elinden çıkmış olan son baskısını (19091910) okudum.. CBT 1340/ 7 23 Kasım 2012 Çok yabancı gibi görünen gezegen sistemlerinde bile “yaşama elverişli” dünyalar bulunabiliyor. Avrupalı ve Amerikalı astronomların veri analizleri de bununla ilgili sonuçlar verdi. Güneşin komşu yıldızının etrafında Dünyamızdan daha fazla kütleye sahip altı gezegen dönüyor. En dıştaki gezegen, sıvı su sınırının ortasında yer alıyor. Dünyamızın yedi misli kütlesine sahip bu gezegen “süper dünya” olarak nitelendiriliyor ve cüce yıldız HD 40307’nin etrafında, Güneş’e 42 ışık yılı mesafede dönüyor. Hertfordshire Üniversitesi’nden Mikko Tuomi ve Göttingen Üniversitesi’nden Guillem AngladaEscudé, bu yüzden söz konusu gezegeni gelecekteki uzay misyonlarıyla doğrudan doğruya incelenebilecek bir aday olarak gördüklerini söylüyor (Astronomy & Astrophysics). Daha birkaç yıl önce HD 40307’de çok dar bir yörünge üzerinde üç süper dünya bulunmuştu. Tuomi ve AngladaEscudé yıldızın 345 HARPS tayfında yeni bir analiz yöntemi kullanınca sürpriz bir şekilde, bilinen üç süper dünya dışında benzer çaplarda üç gezegen daha bulmuş. Bu süper dünyalardan beşi merkezi yıldızın çevresini birkaç günde tamamlıyor. Fakat HD 40307 g olarak isimlendirilen gezegen, yıldızın etrafındaki bir dönüşü 200 günde tamamlıyor ve yıldızına olan mesafesi Güneş ve Dünya arasındaki mesafenin yaklaşık olarak yüzde altmışı kadar. Yıldızı Güneş’ten biraz daha zayıf ışıdığı için de bu süper dünyanın üzerindeki yüzey sıcaklıkları sıvı suyun varlığına izin verebilir. Dünyamıza benzeyen bir iklime sahip olabilir. Nilgün Özbaşaran Dede nozbasaran@yahoo.com Altı süper dünyalı bir yıldız Gomperz kitabını kronolojik olarak düzenlemiş olmakla beraber, ana kısımları tematik başlıklar temsil ediyor. Birinci cildin birinci ana kısmı ‘Başlangıç’ başlığı altında İyonyalı fizikçilerle geleneğe göre bizim Trakya’da doğmuş olan (ama aslında tamamen doğudan gelen) Orfeos’un dinsel akımlarından etkilenen Pitagorcuları ele alıyor. İkinci kısım ‘Metafizik’ten pozitif bilime’ başlığını taşıyor ve Batı Anadolu’daki Kolofon’lu Ksenofan’dan yola çıkıp Sicilyalı Empedokles’e geliyor ve en son iki büyük coğrafyacı ve tarihçiyi, Miletos’lu Hekateus ile Halikarnas’lı (yani bizim Bodrumlu) Herodotos’u ele alıyor. (Gomperz’in Herodotos’u aynı zamanda coğrafyacı sayması beni çok mutlu etti, zira yıllardır ben de aynı tezi savunurum. Herodotos, Carl Ritter tipi coğrafyanın, eseri tam olarak elimizde olan en eski temsilcisidir. Gomperz, Herodotos’un, eserinden elimizde ne yazık ki sadece pek az birkaç parça kalmış olan Hekateus’u taklit ettiğini söylüyor ki bu herhalde doğrudur. O zaman Amerikalı bilim tarihçisi William Heidel’in daha 1921’de ortaya sürdüğü gibi, bu geleneği başlatan bizim Miletos’lu Anaksimandros’tur.) Üçüncü kısmın başlığı ‘Aydınlanma Çağı’. Burada Gomperz, Yunan düşünce âlemine detaylı gözlemi sokan kahramanlar olarak tabipleri ele alıyor. Büyük Avusturyalı bilgin ve düşünür öncelikle tıp biliminin ta mitolojiye uzanan köklerini anlatıyor. Burada Gomperz’in okuyucunun dikkatini çektiği bir husus benim daha önce hiç dikkat etmemiş olduğum ama son derece önemli bir gözlemdir: Homeros’un İliada’sında (bir savaş anlatımında son derece normal olduğu gibi) tıbbi müdahalelerden sık sık bahsediliyor: Savaşan kahramanların gövdelerinden oklar çıkarılıyor, kanayan yaraların kanı durduruluyor ve bunlara merhemler sürülüyor, yorulan savaşçılara şarap ve karışık içeceklerle tekrar güç veriliyor vs. Ama bütün bunların arasında ne bir batıl inançtan, ne de böyle bir inancın varlığını gösterecek, sözlerden, dualardan bahis var. Bu durum daha ilk zamanlarda bile Homeros’un destanlarını inceleyen ve açıklayanlarca ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir özellik olarak belirtilmişti. Buna bulunan en tatmin edici açıklama, daha o zamanlarda bile Yunanca konuşan halklar arasında bir aydınlanmanın başlamış olmasıydı. Ancak Gomperz, bu durumun sadece asil üst sınıfa has bir hal olduğunun da derhal anlaşıldığını kaydediyor; zira, Homeros’tan bir yüzyıl sonra yazdığı tahmin edilen Hesiodos’un eserinde muskalar, dualar, iyileştirici rüyalardan bahis var. Bilindiği gibi, Homeros, asillerin destanlarını terennüm etmiş, Hesiodos ise alt tabakanın sözcüsü olmuştu. Gomperz, şarkıcılar veya falcılar gibi evden eve dolaşan ve karşılıkları Hintlilerin kutsal destanı Rigveda’da karşımıza çıkan rahip ile doktor arası meslek mensuplarının Yunanlılarda daha sonraki epik literatürde karşımıza çıktığını söylüyor. Beni burada gerçekten çok şaşırtan şey, Homeros’un yaşadığı tahmin edilen MÖ. 800’lü yıllarda bile okumuş, dünya görmüş, aristokrat grubun dinleri de içeren batıl inançları en azından günlük hayatlarından çıkarmış olmaları; buna karşılık bu tür akıldışı inançların cahil halk arasında tutunmaya ve yaşamaya, hatta zenginleşmeye devam etmesi olmuştur. Malum, muska yazdırıp takmak, memleketimizde de ne yazık ki kökü kazınamamış bir batıl itikattır. Uzun zamandır ülkemizde ciddi hiçbir eğitim müessesesinin olmadığını, hele tek bir üniversitemizin bile bulunmadığını yazıyorum. Muskalı dolaşanların hangi mevkilere gelebildikleri son zamanlarda gazetelerimize konu oldu. Bu da Türkiye’deki okumuş, kültürlü insan sayısının ne kadar az olduğu ve az olanların da genellikle ülke yönetiminde hiçbir söz sahibi olmadıkları düşüncelerini bir kez daha destekliyor. Tıp Tarihinden Bir Yaprak: Muskanın Sosyal Konumu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle