23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Biyoteknolojinin olumsuz yönlerine bir bakış Biyoteknolojinin, sağlıyacağı kazançların yanı sıra, her olayda olduğu gibi bir de “öteki yüzü”, güzel olmayan, ahlaki ya da iyimser olmayan yüzü var. Şimdiye kadar yapılmış çalışmalar arasında, hücresel bir yaklaşımla, uzuvlarda kan dolaşımını sağlayan yöntem biyoteknolojinin bu ikilemini yansıtır. Aslıhan Turhan, Ph.D.; turkkusu3@gmail.com A merika kaynaklı ve Andrea Banfi imzalı bu çalışmada birbirine bağlı olarak damar endotel hücrelerinin gelişimini uyaran (VEGF) ve perisit adlı hücrelerin toplaşmasını sağlayan PDGFBeta adlı iki ürüne ait genlerin hücrelerde ifade edilmesinin güvenli ve etkin bir biçimde uzuvlarda yeni damarların oluşturulmasına yol açtıgı gösterildi (1). Ancak bu güzel çalışmayı biraz daha ileri götürürsek, aynı yöntemle bazı insanlara daha ileri zekâda olma olanağının kapıları açılabilir. Bu türlü gelişmelerin genellikle zengin kesime yarar sağladığı düşünülecek olursa, bu girişimin toplumda olduğundan daha büyük bir uçurumun oluşturulmasına katkısı olur. Zengin olanlar, üstün zekâlılık olanaklarına sahip olabilecek ve var olan servetlerine servet katacaklardır. Tamamıyla Darwincilik yaklaşımı ile düşünecek olursak, biyoteknoloji kişisel gelişim amaçlı kullanıldığında, pekâlâ da tehlikeli bir silah haline gelebilir. Biyoteknolojinin kullanım sahası, salt insan sağlığıyla yaşam kalitesine sunacağı katkılardan ibaret değildir. Diğer bir tartışma, biyotekneloji aracılığıyla Genetiği Değiştirilmiş Ürünlerdir. Bu konudaki çalışmaların en ateşli konularından biri de, üreticiye “intihar geni” yerleştirilmis tohumların sağlanması konusundaki tartışmalar olmuştur (2). Adından da anlaşılacağı üzere bu gen, tohumu sadece bir defaya mahsus olmak üzere ürün verir hale getirir; intihar geni taşıyan tohum, tohum vermez. İntihar geni, tohumlara aktarılan, zararlı böceklere karşı direnç ve susuzluga karşı direnç sağlayan genlerle gündeme geldi. Genetiği değiştirilmiş tohumlar konusu, biyoteknolojinin ikinci yüzünü ortaya sermek icin çok uygun bir örnektir. Tarım ürünlerine gen aktarmak için kullanılan yöntem, diğer sağlık konularında kullanılan biyoteknoloji yöntemi ile aynıdır. Çalışmalar önce, tahıl böceklerine ve kuraklığa dirençlilik geni aktarmakla başladı. Amaç kuraklığa dirençli ve kendi böcek öldürücüsünü genlerinde taşıyan bir cins “olağanüstü tohum” yaratmaktı. Böylece üretici böcek ilaçlarına para harcamayacak ve kuraklık durumunda ürün kaybı vermeyecekti! Ancak bu tarımcılar için bir rüya olarak kaldı! Teknolojinin ve dolayısı ile tohumların yaratıcısı Monsanto firması tohumlara üçüncü bir gen, intihar geni de aktardı. İntihar geni, üreticiyi Monsanto firmasına mahkum ediyor çünkü tohum ürün verdikten sonra intihar ediyor ve kullanılamıyor. Yani yeniden ekilemeyen kısır bir tohum söz konusu! Bu durum üretici için, böcek öldürücülere harcayacağı para göz önüne alınınca kârlıymış gibi görünse de, üreticiyi Monsanto’nun koyacağı fiyata mahkum kılıyor. Yeterli zaman geçip de dünyadaki tüm üreticilerin elindeki tohum lar bu cins intihar genli tohumlar haline dönüştüğünde ise fiyata karşı çıkmak gibi bir seçeneği kalmaz üreticinin. Açlık insanı özgürlükten köleliğe en hızla götürebilecek unsurdur. Eğer bir sonraki sene, Monsanto’dan yeni tohum almadığınız takdirde tohum yoksa, üretici ve dolayısı ile herkes Monsanto’nun kölesi haline gelir. Bu durum çeşitli grupların dikkatini çekince, Monsanto firması besin amaçlı tohumlara intihar geni yerleştirmeme sözü vermiş ancak mısır gibi biyolojik yakıt olarak da kullanılan ürünlerin tohumlarına yerleştirmelerine izin verilmiş. Ayrıca şirket intihar geni konusunda araştırma geliştirme çalışmalarına devam etmektedir! Monsanto örneğinde görüldüğü gibi biyoteknolojinin iki yüzü var. Sağaltım alanına katkıları göz önüne alındığında, hastalıkları yok etmeye yönelik katkılarına yatırım zorunludur. Öte yandan, her ne kadar sakıncaların varlığı göz ardı edilemezse de biyoteknolojik gelişmeler gene de desteklenmelidir, çünkü zaman içinde sağlayacağı yararlar, zararlarını yok edecek güçte olacaktır. Hangi aileden veya hangi ülkede doğduğumuzu seçemeyiz ama nerede doğarsak doğalım, tok karın ve sağlıklı bir yaşam hepimizin hakkıdır. Biyoteknolojinin sunduğu gen aktarımı olanakları ile nitelikli bir yaşamın herkesin eşit ölçüde erişiminde olabileceği bir dünyanın umudu, bu teknolojinin desteklenmesi icin yeterli sebeptir. Notlar: 1) The FASEB Journal,Therapeutic angiogenesis due to balanced singlevector delivery of VEGF and PDGFBB Andrea Banfi, Georges von Degenfeld, Roberto GianniBarrera, Silvia Reginato, Milton J. Merchant, Donald M. McDonald and Helen M. Blau Bir arpa boyu yol = Yüzde 8.6 ARGE harcamasının gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı 2011; TÜİK1 Müfit Akyos, Endüstri Mühendisi, Teknoloji Yönetimi Danışmanı, mufita@ttmail.com T TÜİK Haber Bülteni, Sayı: 10931 09/11/2012. “ARAŞTIRMAGELİŞTİRME FAALİYETLERİ ARAŞTIRMASI, 2011 ARGE harcamasının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı ‰8,6” 2 Türk Bilim Politikası 19832003, T.C.Devlet Bakanlığı, Ekim 1983 1 CBT 1340/ 19 23 Kasım 2012 ÜİK, “2011 yılı ARGE Faaliyetleri Araştırması sonuçlarına göre … Türkiye’de gayri safi yurtiçi ARGE Harcaması 2011 yılında bir önceki yıla göre % 20,4 artarak 11 154 Milyon TL olarak hesaplanmıştır. Türkiye’de ARGE harcamasının (GSYİH) içindeki payı ‰8.6’dır. Bu oran 2010 yılında ‰8.4’tü.” Yazı ile on binde seksen altı. Bu oran 1983 yılında ‰2,4’tür. Dönemin hükümetine Devlet Bakanı M.Nimet Özdaş tarafından sunulan dokümanda ise “10 yıl içinde %1’e, XXI. yüzyılın başlarında da %2’ye yükseltilmesi öngörülmektedir.”2 denilmektedir. Bu sonuç sürpriz midir? Çünki, son on yılda ARGE’ye ayrılan kaynakta sıçramalar yaratılmış, Sayın Başbakan bütün BTYK toplantılarına düzenli katılmış ve ülkemizi kanatlandıracak kararlar alınmıştı ya. Elbette yapılanlar vardır. Teknoparklarımız tıklım tıklım dolu. Teknoloji geliştirme bölgelerimizin sayısını bilemiyoruz. ARGE merkezlerimizin sayısı günden güne artıyor (bankalarımız bile bilgi işlem bölümlerini ARGE merkezlerine çeviriveriyorlar). Üniversitelerimizde kurulan Teknoloji Transfer Ofisleri’ne her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Henüz “üniversite” olamamış olanları bile bu ofislerden açıyor. Ama her alanda olduğu gibi ve belki de daha fazlasıyla bilimteknolojiyenilik dünyası da kötü yönetilmişti. En önem lisi bu dünyayı kurup yönetecek, siyasal hedefleri yaşama geçirecek kurumlardaki hemen bütün kadrolar yok edilmişlerdi. Sonuçlar üzerine birkaç nokta: 11.154.149.797 TL toplam harcamanın dolar karşılığı, 6.652.537.043 ! Kamuözelüniversite harcama paylarında önemli bir değişim yok. (Yükseköğretim; %45.5, ticari kesim; %43.2, kamu kesimi; %11.3). Harcama kalemlerinin dağılımı da öyle (personel; %51.4, diğer cari;33.1, makine ve teçhizat; 11.7, sabit tesis; 3.9). Toplam harcamalardaki makine teçhizat (%11,7) ve sabit tesis (%3,9) toplamı olan %15.6 ise bulunulan noktada fiziksel ARGE altyapımızın durumu dikkate alındığında kayda değer bir yatırımın ya da yenilemenin yapılmadığı söylenebilir. Ama TZE sayısındaki artış (İstihdam edilen on bin kişiye düşen TZD; 38.5) gözlerimizi yaşartıyor. Ancak doktoralı sayımızın ve doktora eğitimindekilerin sayısının ve teknoloji alanlarına dağılımının gelişmiş ülkelerle karşılaştırması bu sevincimizi gölgeliyor. “Bilim dalına ve harcama grubuna göre yükseköğretim ARGE harcaması” verilerinde ilginç bir durum var. Mühendislik bilimlerinin makine teçhizat harcaması; 121.412.827 TL, sosyal bilimlerin; 111. 968. 494 TL, beşeri bilimlerin; 68. 839.746 TL, doğal bilimlerin; 54. 670. 151 TL ve tarım bilimlerinin; 21. 226. 011 TL. Soru şu, sosyal bilimlerin makine teçhizatı nelerdir? Bu arada devletin en üst stratejik dokümanının (10. Kalkınma Planı) hazırlıkları bu kez Kalkınma Bakanlığı’nca sürdürülüyor. Konu ile ilgili Özel İhtisas Komisyonu (ARGE ve Yenilik Sistemlerinin Etkinliğinin Artırılması ÖİK) çalışmaları tamamlandı. Bu çalışmaların, önceki plan çalışmalarında uygulanan DPT çalışma modeli ve deneyiminden tümüyle farklı olarak sıradan bir “arama konferansı” formatında yapılıyor olması bile (Dileyenler bir karşılaştırma yapmak için önceki Plan çalışmalarının kitaplaştırılmış ÖİK raporlarına bakabilirler.) erişilen sonuçların bir raslantı olmadığını, önümüzdeki beş yılda da yinelenme olasılığının yüksek olduğunu dilemesem de belirtmem gerekiyor. Çünkü en azından özel sektör için öngörülen ARGE harcaması hedefinin %2 olmasının, özel sektörün 17 kat daha fazla harcama yapması anlamına geleceğinin görülememesi bile yorumlarımı destekleyebilir. Söz konusu araştırma üzerine elbette diğer faktörler de dikkate alınarak daha ayrıntılı ve yetkin incelemeler ve yorumlar yapılacaktır. Ancak ara bir sonuç olarak; geçen 10 yıl “mış gibiye devam” ya da “çabalama kaptan ben gidemem” ya da “akıntıya kürek çekmek” olarak yorumlanabilir. İster biri ister diğeri isterse de hepsi, sonuç aynı; sisteme para pompalamakla olmuyormuş vesselam.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle