24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POL T KASI Japonya’daki nükleer kaza ve radyoaktif bulaşma İçinde yaşadığımız süreç, ülke genelinde toplanacak olan yağmur ve hava örneklerinde tüm radyoaktivite analizlerini sürekli olarak yapmanızı ve radyasyonun etkilerini azaltan kimyasalları hazır bulundurmanızı gerekli kılmaktadır. Dr.Sayhan Topçuoğlu, Radyoekolog, sayhantopcuoglu@yahoo.com Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Heine’nin bu sözü öylesine narin ve yalnızdır ki, alındığı yerde bile bir hücredeymiş gibi durur. Özgürlük Aşkı Bir Zindan Çiçeğidir! 2011 Türkiye’sinin onurlu gazetecilerine U dan koruyucu yakıştırmasını kullanmak yanılgıdır. Radyoekoloji bilim dalının ana görevi, çevremize giren doğal ya da yapay radyoaktif maddelerin tüm çevre örneklerindeki düzeylerini, canlılardaki birikim ve atılım kinetiklerini saptamak, ekotoksisitelerini ortaya koymak ve halkımızın alması olası olan doz değerlerini bulmaktır. Ayrıca, bir radyoaktif kontaminasyonda çevresel kirliliği en iyi şekilde gösterecek olan biyoindikatör organizmaları, kinetik çalışmalar ile ülke genelinde önceden saptamaktır. Türkiye Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde, Radyoekoloji Laboratuvarı 1970 yılında Radyobiyoloji Bölümüne bağlı olarak kuruldu. Bu laboratuvar, özellikle Çernobil kazası sürecinde, çok önemli görevler yaptı. nsan ve tüm çevre örneklerinde, Çernobil kaynaklı tüm radyoaktif maddelere ilaveten, doğal radyoaktif maddelerin düzeylerini de saptadı. Başta radyasyonlu çaylar olmak üzere, halkımızın tükettiği karalahana ve hamsi balığından alması olası olan doz değerlerini de buldu. Yüzlerce uluslararası ve ulusal yayın yaptı ve çok sayıda, uluslararası Atom Enerjisi Ajansı projesi yürüken bu laboratuar 2006 yılında kapatıldı (1). 2008 yılına gelindiğinde, .Ü.Fen Fakültesi Biyoloji Bölümüne bağlı Radyoekoloji Laboratuarı faaliyetlerini artırdı ve kısa bir süre önce kurulan Radyobiyoloji Bilim dalının önemli bir laboratuarı oldu. Bu bağlamda, tüm denizel ortamlarımızı kapsayacak şekilde midyelerde, başta radyoaktivite düzeylerini izleme amaçlı ulusal ve uluslararası projeler verildi. Midye yaşamayan denizel ortamlarımıza da palamar sistemleri kurularak midye transplantasyonu yapılacak. Bir nükleer kazada, radyoaktif kontaminasyon için nelerin yapılması gerektiğini ve alınacak tedbirleri ortaya koymak gerekir. Bu bağlamda, radyoekoloji konusunda çalışan bilim insanları ile sorunu ortaya koymak ve çözümler aramak anlamlıdır. Bir yabancı firma, ülkemize nükleer güç santralı kurabilir. Nükleer çevre güvenliği onun görevi değildir.Örneğin, kurucu firma Sinop’a kurulması öngörülen santralın, hamsi popüülasyonu üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi düşünmez (2). 1950’li yıllarda, çevre bilinci gelişmeden ve çevre konusunda çalışan bilim insanlarının önerilerine yer verilmeden fabrikaların, Marmara Bölgesinde kurulmaları ivme kazanmıştır. Bugün, Marmara denizimizin içler acısı durumu ortadadır. Önce Nükleer Santral, sonra Nükleer Güvenlik derseniz aynı hatayı tekrarlamış oluruz. (1) Topçuoğlu, S Nükleer Güç Santralı ve Radyoekoloji, Cumhuriyet Bilim Tenkil, 1.10. 2010 (2) Topçuoğlu, S. Sinop’a Nükleer Santral Kurulmamalı. Cumhuriyet Bilim Teknik, 14. 3.2009 CBT 1253/ 19 25 Mart 2011 zun süreç içinde, iç ışınlanmaya neden olan radyoaktif maddelerin insan vücudundaki birikimi, özellikle nükleer santral kazalarından sonra anlamlılık içerir. Buna karşın, dış ışınlanma ise, radyoaktif madde taşıyan bulutun üzerimizde bulunduğu esnada havadan ve yere yaş yada kuru çökelmeyle birikmiş olan radyoaktif maddelerden kaynaklanır. Havanın teneffüs edilmesi ile de, iç ışınlanma meydana gelir. Buna karşılık, başımızı yada tüm vücudumuzu kontamine ederek (bulaşarak) biriken radyoaktif kirleticiler, dış ışınlamaya neden olur. Çernobil kazası sürecinde, dış kontaminasyona uğrayan sebze örneklerini uzun süre yıkamamıza karşılık, radyasyon düzeyinde bir azalma olmamıştır.131I radyonüklidi (radyoaktif maddesi) en ufak açıklıklardan bile evlerin içine girmekte ve kolay olarak dışarı çıkmamaktadır. Bu nedenle, Japonya’da pencerelerin açılmaması ve dışarı çıkılmaması önerilmektedir. Havada bulunan radyonüklidler kuru yada yaş çökelmeyle yer yüzüne inmekte ve besin yada içilen suyuyla insana ulaşabilmektedir. Doğu Karadeniz’in Çernobil kazasından sonra diğer bölgelerimize göre daha fazla radyoaktif kirlilik içermesinin nedeni, yaş çökelmenin (yağışlarla) kuru çökelmeye göre, daha fazla etkili olmasından kaynaklanmıştır. Çernobil kazasından sonra, Japonya’dan Kanada’ya kadar Kuzey Yarımküre’de bulunan 34 ülkede kazanın etkileri ile ilgili veriler değerlendirildi. Hava filtrasyonu ile elde edilen filtrelerde, gama izotopik analiz sonucu 20 civarında gamma ışını yayan radyonüklid saptandı. Bu radyoaktif maddelerin dışında, havada bulunun diğer radyoaktif maddeler, alfa ve beta spektrometresi ile tayin edildi. Bu bağlamda, alfa ve beta radyasyonu oluşturan radyoaktif maddelerden, çok uzun fiziksel yarıömürleri olan transuranik radyonüklidlerin ve 90 Sr’nın konsantrasyonları da ölçüldü. Çernobil kazasından sonra, tiroitteki 131I ve tüm vücuttaki başta137Cs olmak üzere bazı gamma yayıcıların ölçümleri birçok ülkede büyük çapta yapıldı. Ülkemizde ise, tüm vücut yükü ölçümleri için, kazadan iki yıl sonra Edirne ve Doğu Karadeniz bölgelerine gidilebildi. Bu aksamanın nedeni, elimizde mobil olarak tüm vücut yükü sayım sisteminin olmayışıdır. Gecikmeli olarak yapılan ölçümler gösterdi ki, halkımız gamma yayıcı radyonüklidlerden dolayı, iç ışınlanmadan anlamlı olarak bir doza maruz kalmadı. Buna karşılık, ülkemizde, 131 I için herhangi bir ölçüm yapılmadı. Japonya’daki kazanın ülkemiz üzerinde etkili olup olmayacağını zaman gösterecektir. literatür bilgilerine göre, stronsyum, sezyum, iyot ve transuranik türü radyoaktif maddelerin vücuttan atılımını hızlandıran yada birikimini azaltan bazı kimyasalların olduğu bilinmektedir. Transuranik bir radyoaktif madde olan plutonyum için kullanılacak antidot (panzehir) başka, radyoaktif iyot için kullanılan başkadır. yot tabletleri için radyasyon RADYOEKOLOJ B L M SONUÇ 17 Ekim 1833’te Paris’ten, Nazilerin iktidara gelişinin yüz yıl öncesinden, bir başka sürgünden Heine, “Baharın ne olduğunu insan ilk, kış günü anlar. En güzel Mayıs şarkıları sobanın önünde yazılır. Özgürlük aşkı bir zindan çiçeğidir ve özgürlüğün değerini insan ilk, mahpus damında duyumsar” der. Özgürlüğün aşkı ve değeri sanki ilk önce içerdeyken kalbine ve aklına düşermiş gibi anlıyor insan bunu. Bu da doğrudur. Pek çok şeyin kıymetini yokluğunda biliriz. Oysa zindanlara düşüren, bu aşk ve onun emsalsiz değeri değil midir? Zindanlarda her gün nazlı bir çiçek gibi yeniden, en güçlü içsel kuşkulara, en güçlü dışsal baskılara karşı inatla hep yeniden açan özgürlük aşkı değil midir katmerli tutsağın; bir yandan özgürlüğün bir başka yandan zalimin tutsağının, Namık Kemal gibi, Nazım Hikmet gibi! Özgürlük aşkı bir zindan çiçeğidir, sürgün çiçeğidir en safından, en beyazından, en kızılından. Kim bilmez ki! “Tanrı yoksa her şey mubahtır” diyen Raskolnikov’a nazireyle “özgürlük yoksa her şey mubahtır” der dururum. Her türlü melaneti yapabilmek için bir şeyi yok etmeli: özgürlüğü! İnsanların zihninden, yüreğinden, yasalarından özgürlüğü kazıyıp atmalıdırlar ki, istediklerince at oynatabilsin tiranlar! Bir bakın yeryüzüne, insanların yüzüne, çevrenize; ekranlardan, sayfalardan akın eden haberlere, ne haldir tüm bunlar! Nesi insancadır, insaflıcadır! Nedir bu insanlıktan çıkmışlık! En üzünçlüsü, tüm bunların bize olağan, sıradan, normal görünmesi… Milyarların özgürlük yabancılığı, korkusu ürkütüyor doğrusu. Kendini özgürlükten yoksun kılmakla; önce onun aşkından, bilincinden, sonra da gerçekliğinden yoksun bırakmakla tek önemli fırsatı kaçırıyor insanoğlu. Evrende bir gün kimse bilmeyecek bir zamanlar var olduğumuzu. Birbirimizden başka kimsemizin bulunmadığını, biz bilmezsek, başka hiç kimse bilmeyecek. Ama biz özgürlükle bakabilirsek yaşama, evrene, birbirimize, gelip geçtiğimiz bu dünyada olağanüstü bir şeyi başarmış oluruz: İnsan oluruz. Evrimle değil salt, irademizle insan oluruz. Böyle baktığımızda, zulmün, sömürünün, birbirine kıymanın hiçbir anlamının bulunmadığını bunlara alet olanların görememesini anlamak öyle zor geliyor ki! Bu ne vahşet ve ne uğruna gerçekten? En haklısından bir savaşta bile bir hilal uğruna güneşlerin batmasına isyan eder gibi değil mi Mehmet Akif! Hiçbir şey uğruna batırılmayacak güneşleri bu çıplak gözle görebilmemiz gerekmiyor mu? Goethe’nin dediği gibi, gözlerimiz güneşe göredir. Kör edilmezlerse, biz onu görürüz. Körlük işte, köleliktir. Ancak özgür insanın, kendini özgürleştirmiş insanın, insanını özgürleştirmiş toplumun, güneşi görebileceğini bilmek; evrendeki yalnızlığında sıcak bir dostluk yaratabileceğini düşünmek hoş ve buruk bir sevinç değil midir? Yarattığı sorunlar hiçbir çağla kıyas götürmezken, İnsanlık bunları çözebilmek bakımından daha önce belki hiç bu kadar olanağa sahip olmadı. Sorun çözmek ve sorun yaratmamak için pek çok şey biliyoruz bugün. Devasa boyutlardaki sorunlarımızın giderilmesi için göstereceğimiz bilme, bilgiyi örgütleme gayretinin tılsımlı sözcüğü Özgürlüktür. İçimizde ve dışımızda cesurane özgürlük! Hurafeyi, iç ve dış kulluğu, köleliği, korkuyu, korkutmayı artık bir kenara bırakalım. Bunlarla bize hükmetmeye çalışanlara karşı içimizdeki özgürlüğün gücüyle bilgiyi işleyelim, eyleme dönüştürelim. Gücü bilgiyle kuralım, yalnız ve ancak böyle bir güçle yaşamın gereksinimlerini anlamaya, karşılamaya çalışalım. Gücün hizmetine bilgiyi değil, bilginin hizmetine gücü sokalım. Bunları söylerken Filozof Vehbi Hacıkadiroğlu’nu ne denli ansam azdır. Bilgiyle insan ve özgür olunacağını az mı söylemişti! Özgürlük aşkı bilgece bir aşktır. Zindanlarımızın çiçeğidir. *** Çıktı: Nasuh Mahruki, Kendi Everest’inize Tırmanın, 5. Baskı, İstanbul 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle