24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KT SAT PENCEREMDEN Çerçevesinden Taşan Tarih Kemal Samancıoğlu:Yaşım ve Başımla Ben Ümit Sarıaslan Bu kitap, tarih yaparken aynı zamanda yazan da bir adamın öyküsüdür. Bartın eski belediye başkanlarından Kemal Samancıoğlu’nun. Ama hepsi bu kadar değil. Bu kitap aynı zamanda bir kentin tarihinin ve bu tarihin bir kent müzesinde yansıyışının öyküsüdür. Çok değerli tarih çalışmalarını takip ettiğimiz sayın Ümit Sarıaslan, bu yeni kitabında, idealleriyle yaşayan bir cumhuriyet yerel yöneticisinin kişiliğinde, hem bizi bir Cumhuriyet tutkununun yaşamöyküsü aracılığıyla ülkemizin ve Bartın’ın geçmiş yıllarına götürüyor, hem de kent müzeciliği kavramını ve gerekliliğini ortaya koyarak çok önemli bir başka toplumsal görevimizi bize hatırlatıyor. Kemal Samancıoğlu (18971970), Henüz 19 yaşında bir genç iken Anadolu’da korkunç çekirge afetine karşı mücadeleye katılır ve 19151917 yıllarında Afyonkarahisar ve Denizli Çekirge Mücadele Müdürü olarak çalışır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Bartın, Hendek, Ereğli inzibat zabitliklerinde görev yapar. Bartın Lisesi’nde öğretmenlik ve Bartın Seyyar Ziraat fen memurluğu da yapan Samancıoğlu, 1929 yerel seçimlerinde Bartın Belediye Reisi seçilir. 19291933 devresinden sonra, 19461956 döneminde tekrar belediye başkanı seçilen Kemal Samancıoğlu, toplam 25 yıl süren başkanlık görevini 1973 yılında nihai olarak bırakıyor. Kemal Samancıoğlu, elektriksiz, sinemasız, rıhtımsız, mezbahasız, itfaiyesiz, susuz Bartın’ı modern Bartın yapan insanların başında gelmektedir. O, Bartın’ı uygar ve aydın bir cumhuriyet kenti haline getirmeye çalışırken, aynı zamanda bir kent müzesinin de temellerini daha 1950’li yıllarda atmaya çalışıyor. Kent Müzesi ancak onun ölümünden sonra fakat onun adıyla, Kemal Samancıoğlu Etnoğrafya Müzesi olarak, Samancıoğlu’nun 111. doğum yıldönümüne rastlayan, 29 Nisan 2008 tarihinde açılıyor. Sayın Ümit Sarıaslan, zengin fotoğraf koleksiyonuyla da bezediği yeni kitabında, bir kentin tarihi bir yöneticisini bize tanıtırken, Anadolumuzun diğer yüzlerce kenti için de benzer çalışmalar yapma tarihsel sorumluluğunu da en iyi şekilde hatırlatmış oluyor. Oktay Yenal yenal9@gmail.com Ne kadar kapitalist felsefe içinde büyüdüğümüzü, kapitalist etik’in nasıl bilinçaltı ve bilinç üstümüze yerleşmiş olduğunu hiç düşündünüz mü? Biraz Servet Düşmanı Olsak mı? S Biri zenginlerin lüks harcamalarından söz edince, cevabımız hazır: “Sen galiba servet düşmanısın!” Ve hemen ekliyoruz: “Sen komunist misin yoksa?’ Bir yanda aç çocuklar ölürken, yoksul nüfusun bile televizyon ekranlarını süsleyen zengin kimselerin, pahalı kürkler içindeki yaşamlarını ne kadar heyecanla izlemelerinin, beş yıldızlı otellerde bilmem hangi milyarderin oğlunun düğününe gidenleri zevkle ve gıpta ile, fakat herhangi bir kıskançlık duygusuna kapılmadan yoksul kitlelerin seyretmelerinin ne anlama geldiğini hiç aklınıza getirdiniz mi? En ilerici dinlerin bile esasda feodal ya da kapitalist düşüncelerin eseri olduğunu, örneğin milyarderlerin bile yoksullara yardım vecibelerini kurbanda et dağıtarak, ya da Bayramda üç kuruşluk fitre dağıtarak yerine getirdiklerini nasıl normal karşıladığımız üzerinde hiç kafa yordunuz mu? Bu durumlara hiç isyan ettiniz mi? Gerçekten büyük bir aldanma ve aldatılma içindeyiz. Geçen günlerde gazetelerde ülkemizdeki milyonerlerin servetlerinin listesi yayımlandı. Bu kimseler arasında herhalde tanıdıklarınız vardır. Hiç düşündünüz mü, acaba bu milyoner ve milyarderler servetlerinin ne kadarını yoksulların yaşam koşullarını iyileştirmeye harcıyorlar? Bunlar arasında birkaç iyiliksever bulunsa bile, bir ülkenin mallarının ağalar tarafından sadakaya çevirerek dağıtmanın ne anlama geldiğini hiç incelediniz mi? Bütün bu yaklaşımlar kapitalist felsefe ile büyümemizin sonucu. Bu durumu değiştirmek için ne yapmalıyız? Geçen yazımda üstelediğim gibi asıl çare eğitim. Fakat eğitimin de, zamanımızı ütopyalar üreterek geçirmemizin de yakın gelecekte yararı olmayacağı açık. Fakat, dünyanın bu günkü yol başında, hele dünya ekonomisi bunalım içinde ve Batı’nın üç yüz yıl sürmüş olan üstünlüğü sona ermek üzere iken, bunu fırsat bilerek bir şeyler yapılamaz mi? Kapitalist düzen sürecek olsa bile bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, kapitalizmi biraz daha törpüleyip, gelir dağılımındaki aşırı uçları biraz kısamaz mıyız? Hiç olmazsa sağlık, eğitim hizmetlerini, fiyatı bahis konusu olmadan her vatandaşa sağlamamız, ve de aç kimse kalmamasına itina etmemiz gerekmez mi? Ama bu Türkiye’nin dünya ortalama gelir düzeyi sıralamasında bir iki sıra arkaya düşmesine sebep olurmuş. Olsun, binlerce çocuk açlıktan öleceğine. Şartlanmanın önemini anlamak için, acaba gerçek demokrasi bunu sağlar mı diye şöyle bir zihin jimnastiği yapalım: Diyelim ki Türkiye gibi bir ülkede iki parti seçime giriyor. Biri diyor ki kapitalist sistem devam edecek, zenginlerin zenginliğine sınır olmıyacak, herkese fırsat eşitliği verilecek, özel sağlık sistemleri yanında sosyal kamu sağlık hizmetleri de olacak, sanayi ve tarım desteklenecek, sosyal güvenlik bu günkü düzeninde sürecek v.b. Yani bu günkü düzen devam edecek. Öbür parti ise dese ki, kapitalist düzen ve bugünkü devlet şekli devam edecek, fakat: Zenginliğe sınır koyulacak; Eğitim tümüyle bedava olacak; Sağlık hizmetleri tümüyle bedava olarak temin edilecek; Her aileye açlık üstünde asgari geçim düzeyi sağlanacak. Bu şartlarla seçime giren partiler ve seçmenler, çıkar çevrelerinden arınmış olsalar, yani seçimler tam serbesti içinde sürse bile Türkiye gibi bir ülkede hangi parti kazanır dersiniz? Ben emin değilim. Şüphem şu: Hepimiz o kadar kapitalist sistem koşullarına şartlanmış bulunuyoruz ki bu bilinç durumumuz, kendi çıkarımıza aykırı bir düzene oy vermemize dahi neden olabilir. Öyleyse halkımızın bu konularda bilinçlenmesi gerek. Kapitalist sistemden tam vazgeçmeden, reformlarla nasıl sosyal demokrasinin kurulabileceğinden söz etmiştik. Ancak bunu demokratik yollarla ve kısa sürede başarmanın yolu ise halkların bilinçlenmesini sağlamak ve etik yargılarını değiştirmek. Elbette sağlam bir eğitim bunu sağlayabilir. Fakat, uzun sürede eğitime onem verirken kısa sürede ne yapılabileceğini, halkı nasıl bilinçlendirebileceğimizi de düşünmek gerek. Çünkü bilinçlenme sadece formel eğitim sonucu değil. Bunun değişmesi de sadece formel eğitim sonucu olmayacak. Bütün halk oyu kurumlarının bu konuda seferber olması gerekiyor. Medyanın ve siyasi partilerin aç ölen çocukları ve lüks yaşam imajlarını devamlı karşılaştırması ve bunun vergi ve harcama siyasalarına yansıması, bu yönde yol alınmasına faydalı olabilir. Galiba demek istiyorum ki her birimiz, bir parçacık büyük servet düşmanı olsak fena mı olur? Nallıhan’ın Anıt Ağaçları “Bozkır”, Ankara ve çevresinin doğal yapısını biraz da ormanlık ağaçlık yoksunluğunu vurgulamak için yaygın olarak kullanılan bir söylem. Bozkırların bitki türü yönünden ne denli varsıl olduğu bilmemekten kaynaklanan bu söylem gerçekte Ankara ve çevresi için çok da doğru değil. Oysa anıtsal özelliklere sahip orman ağaçlarının varlığı Ankara ve çevresinin orman varlığı yönünden hiç de yoksul olmadığını ortaya koyuyor. Ankara’nın Nallıhan ilçesindeki anıtsal orman ağaçları, bu gerçeğin bir kanıtı: Ahmet Demirtaş ve Mustafa Bektaş, deyiş yerindeyse, “üzerlerine vazife olmayan” bir çabaya girmişler; Nallıhan’ın çevresindeki anıtsal ağaçları belirlemişler. Üstelik belirlemekle de yetinmemiş, Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği desteğiyle de yayımlamışlar. Nallıhan’ın Anıt Ağaçları, Ankara çevresinin doğal varsıllığıyla, özellikle de anıtsal ağaçlarıyla tanışmak isteyenler için yetkin bir başvuru kaynağı. Avrupa Birliği’nin Girişimcilik Politikası KOB Yaklaşımı ve Türkiye Doç. Dr. Seyhun Doğan stanbul Ticaret Odası Yayınları Bu kitapta Lizbon sürecinde AB’nin girişimcilik politikası ve KOB yaklaşımı ile bu kapsamda, önemli girişimcilik teşvikleri ve destek programları inceleniyor. Ayrıca Türkiye’nin KOB politikasının AB ülkelerine yakınlaşması sürecinde, özellikle KOB ’lerin finansman sorunları ve sorunların çözümü kapsamında girişimcilik teşvikleri ve destek programları incelenerek ele alınıyor. Ankara Barosu Dergisi 68 sayılı dergide yer alan konular şöyle: Ötenazi, Kolluğun “Durdurma ve Kimlik Sorma” yetkisi, Tarihsel perspektif ile Türk slam Hukukunda savunma hakkı ve müdafi, Kuvvetler ayrılığı ilkesinin dönüşümü ve günümüz demokratik rejimlerindeki anlamı, Anonim şirketlerde birikimli oy kullanımı, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve getirdiği yenilikler gibi konular yer alıyor. CBT 1253 / 15 25 Mart 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle