Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Doğanın ‘Doğa Sermayesi’ne lk dizel binek otomobil 75 yaşında dönüştürülmesi Dünya Bankası, ülkelerin ekonomik yapılarını incelerken “Doğa Sermayesi” adı altında yeni bir kavram geliştirdi. Yeni sayılabilecek bu kavram, bizim gibi bağımlı ülkelere dayatılınca, doğal alanlarımız hızlı bir talan sürecine girdi. Yrd. Doç.Dr. İrfan Mukul, irfanmukul@hotmail.com Dünyanın ilk seri üretim dizel binek otomobili olan MercedesBenz 260 D’nin 1936’da Berlin Otomobil Fuarı’nda sergilenmesinin üzerinden tam 75 yıl geçti. U CBT 1253/ 18 25 Mart 2011 lusal sınırlar içerisinde piyasaların genişleyerek kendi yarattıkları sermayenin tıkanıklığını aşmasının zor olduğu durumlarda bu tür kavramlara ihtiyaç duyulur. Bu yeni kavram, sermaye dokusuna nefes aldırırken, bunun bedeli olarak da, “doğa sermayesi” canlıların yaşam alanlarını tahrip etmektedir. “Doğanın kapitalist ilişkiler içinde daha yoğun bir şekilde ideolojik temellerin atılmasında Hernendo De Sotho’nun ‘Mystery of Capital’ adlı çalışmasının özel bir önemi var. Çünkü De Sotho çalışmasında bizim gibi azgelişmiş denen toplumların aslında zengin olduklarını, ama sahip olduklarını etkin kullanmadıklarını, özellikle de doğal kaynaklarını ölü tuttuklarını belirtir ve tabii, bu kaynakların aktif hale getirilmesi halinde zenginleşmenin sağlanacağını işaret eder. Bu anlayış kapitalist modernleşmenin dünya ölçeğinde bilgi bankası olan Dünya Bankası ile hızlı ideolojikteorik bir zemine oturtulmuş ve ülkelerin zenginliklerinin kaynağını sorgularken, büyülü bir ifade ile ‘Doğa Sermayesi’ kavramı kullanılmıştır... “Nobel ödülünün 1999’da neden E. Olstrom’a verildiğini de bu gelişmeler içinde anlamış oluyoruz. Çünkü Olstrom çalışmalarında insanların ortak var oluşu için gerekli olan şeylerin metalaştırma sürecini, ekonomik yönetişim ifadesi içinde özellikle çatışmaları azaltma ve kapitalist modernleşmeyi toplumun en ücra noktalarına taşıyacak bir katılımcı demokrasi belki doğru ifade ile katılımcı paylaşımın gerekli olduğunu söylüyor. Yani yaşam ortamını katletmek için yeni suç ortaklarına davet çıkartıyor. 2009’da stanbul’da toplanan Dünya Su Konseyi Başkanı’nın fadesi ile ‘bir dünya su ailesi’ oluşmuş durumda(1)”. Kapitalizm sürecinde oluşan toplumsal yapılar, bir üst yapı olarak, altyapı niteliğindeki üretim ilişkileri üzerinde yükselir ve şekillenir. “Medeniyet tarihinin ekonomik altyapı tarafından şekillendirildiği görüşü doğrultusunda, ekonomiyi yaratan gücün emek olmasına karşın, ekonomik devinimi belirleyen gücün, maalesef, sermaye olduğunu görmekteyiz. Sermaye dokusu, zaman içinde, üretim güçleri yapısını değiştirirken, karşılaştığı sıkışıklıkları aşabilmek için toplumsal ve siyasal kurumlarda da önemli değişiklikleri zorlamaktadır. Örneğin, reklam piyasasını anormal geliştirerek piyasa gereksinimini çözmeye çalışmaktadır... “Günümüzde küreselleşme ile tüm yerküreyi piyasa olarak emri altına almış olan sermayenin artık ulusal sınıra gereksinimi kalmadığından, sosyal demokrasi politikaları giderek zayıfla(tıl)maktadır. “Şu hale göre; tarihsel süreçte tanık olduğumuz liberal dönem, sosyal demokrasi dönemi, küreselleşme ve postmodern dönem gibi değişimleri tetikleyen güç, doğa olaylarında olduğu gibi, tabiat yasaları olmayıp, sermayenin giderek genişleme ve yayılma sürecinde önüne çıkan engelleri aşma çabalarının politik yansımalarıdır… Sermayenin tetiklediği bu dönüşüm sermaye dokusuna nefes aldırırken, bunun bedeli olarak da, insan ve doğa dokularını tahrip etmektedir(2)”. Dünya kapitalizminin krizden krize sürüklendiği, merkez ülkelerin çevre halkları üzerindeki sömürü ile yaşayabildiği aşamalara gelindiğinde, çevre halkları iyice etkisizleştirilerek merkezin hizmetine amade duruma getirildi. Küreselleşmenin dahi doyuramadığı kapitalizmin açlığı karşısında çevre halkları bilinçten yoksun edildi. Bu sürece, eğitim politikaları da alet edilerek, göstermelik ileri demokrasi söylemleriyle ve ülkemizde olduğu gibi her ile bir üniversite kurularak, altyapıda derin sömürü sürdürülürken, üstyapı felç edilerek, sonucunda ulusal kurumlar itibar yitimine uğratılıp parçalanarak devreye sokuldu. Art arda çıkarılan yasalar ile gerçekleşen bu durum, sömürünün ya da sermaye birikiminin gerçekleşebilmesi için alt yapı oluşturmaya hizmet etmektedir. Yenilenebilir enerji kaynakları yasası, 2B orman yasası, tohum yasası, kıyı yasası, mera yasası, biyolojik çeşitliliği ve tabiatı koruma yasası ile torba yasa, aynı kapsamdaki gelişmelerdir. Şu anda ülkemizde 50’yi aşkın termik santral lisansının dağıtılmış olması, 2000’i aşkın HES projesi, katı atık yakma ve enerji üretme tesisleri, gemi söküm tesisleri, nükleer santral yatırımları, doğal alanlarımızı sömürüye açılmasının en büyük göstergesidir. HES’lerle ülkenin dereleri kurutulurken, kömürün hiç bulunmadığı mekânlarda termik santraller kurulmaya çalışılması, kentsel dönüşüm projeleri ve üçüncü boğaz köprüsü projesi birbirini tamamlayan programlardır. Zira tüm programlar sermayenin alanını açmaya ve kârını yükseltmeye yöneliktir. Bu süreç, doğa tahrip edilse de, tüm canlıların yaşam alanları planlı bir şekilde bir bir daraltılsa da sürecektir. Ta ki kapitalizmin patolojik gelişme çizgisi olan emperyalizmin tasarladığı biat kültürü içinde becerikli insan (!) yetiştirilmesi koşulları ve amaçlarını net olarak saptayabildiğimiz ve nesnellik havuzunda da değerlendirebildiğimiz zamana kadar. Marx kapitalizmi, cehennemden çağırdığı güçlere artık hükmedemeyen büyücüye benzetir. Gerçekten de kapitalizmin bir yandan teknolojiyle üretim araçlarını ve kâr hırsıyla tüketimi ilerletmiş, ancak öte yandan bu ilerleme, açlık, yoksulluk, küresel ısınma, iklim değişikleri ve çeşitli ekolojik sorunlar gibi insanlık için gitgide daha büyük bedellere mal olmaya başlamıştır. Bu durumun kendisini en iyi biçimde, üretici güçlerin sunduğu muazzam olanaklarla insanlığın mevcut sefaleti ve doğanın inanılmaz boyutlardaki tahribatı arasındaki çıplak çelişkiyi ifade etmektedir. Çelişkiyi yaratanlar bunu “doğa sermayesi” adıyla ambalajlayarak halka yutturmaktadırlar. (1) Fuat Ercan, “AKP le Doğanın Sermayeye Dönüştürülmesi Hızlandı”, Birgün Gazetesi, 23 Ocak 2011. (2) zzettin Önder, “Tarihi Doğru OkumakII”, Evrensel Gazetesi 14 Şubat 2011 GÖSTERMEL K DEMOKRAS Şirketin kurucusu Robert Bosch’un 1922’de kamyonlarda kullanılacak dizel enjeksiyon pompasını geliştirmesinin ardından, ilk seri üretim dizel motorlu kamyon 1924’de Almanya’da piyasaya sürüldü. 1936’dan 2011’e kadar 75 yıl boyunca dizel binek otomobillerde çeşitli değişiklikler meydana geldi. Bunların başında 1960 yılında ilk dağıtıcı pompası olan Yıldız Pompa’nın üretimi, 1975 yılında VW Golf Dizel’in pazara çıkması, 1986 yılında dağıtıcı ve sıralı pompaları için ilk elektronik kumanda sistemini piyasaya sürülmesi, 1989’da doğrudan enjeksiyon için ilk eksenel piston pompasının geliştirilmesi geliyor. 1990’ların sonlarında ‘Common Rail enjeksiyon teknolojisi’ en başarılı çözüm olarak kendini kanıtladı. 1997’de Batı Avrupa’da satılan tüm binek otomobillerin sadece yüzde 22’si dizelle çalışırken, 2006’da bu rakam yüzde 50’nin üzerine çıktı. Marmaray kazılarının arkeolojiye kazandırdıkları Baştarafı 1011. sayfada 3. Langa konusunda kapsamlı bir değerlendirmeler için bkz; A. Berger, 'Der Langa Bostanı in stanbul', stanbuler Mitteilungen 43 (1993) s.467471, Lev 51/6. . Ortaylı, “Langa” Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi 5 (1994) s.195196. 4. Eli Kohen, History of the Byzantine Jews: a microcosmos in the thousand year empire. 2007 s. 141. Ayrıca bkz; D. Jacoby, Les quartiers juifs de Constantinople a l'époque byzantine, «Byzantion» 37 (1967). 5. Bu konudaki değerlendirmeler bkz; A. V. Millingen, Byzantine Constantinople. TheWalls of the City and Adjoining Historical Sites. London (1889) s. 302. B.C.P. Tsangadas, The Fortification and Defence of Constantinople NewYork (1980) s. 5658. W. MüllerWiener, Bizanstan Osmanlıya stanbul Limanı, stanbul (1988) s. 9. ve R.Asal, “ stanbul’un Ticareti ve Theodosius Limanı”, Gün Işığında stanbul’un 8000 Yılı Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, 180189, stanbul 2007. 6. Yenikapı Batıklarının yirmi yedisinin konservasyon, restorasyon ve rekonstrüksiyonu st. Üni. Edebiyat Fakültesi, Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı; diğer dokuz batık üzerindeki çalışmalar ise Teksas A&M Üni. NA (Institute of Nautical Archaeology) dan Cemal Pulak ve ekibi tarafından yürütülmüştür . Bu konuda bkz; U. Kocabaş., “ stanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları Projesi: Gemiler/ stanbul University Yenikapı Shipwreck Project: The Ships”, U. Kocabaş (ed.), stanbul Arkeoloji Müzeleri 1. MarmarayMetro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildiriler Kitabı 56 Mayıs 2008 / stanbul Archaeological Museums Proceedings of the 1st Symposium on MarmarayMetro Salvage Excavations 5th6th May 2008, 2333, stanbul. 7. Marmaray Yenikapı kazıları ile ayrıntılı bilgi için bkz; Gün Işığında stanbul’un 8000 Yılı: Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları. stanbul 2007. 8. Bu yerleşime ait buluntular daha önce Fikirtepe ve Pendik’ten bilinen ve Prof. Dr. Mehmet Özdoğan tarafından bir doktora çalışması çerçevesinde incelenen ‘Fikirtepe Kültürü’ olarak tanımlanan dönemi yansıtmaktadır. Bu kültüre ait yerleşme yerlerinde yapılmış olan radyoaktif tarihlemeler, Fikirtepe kültürünün MÖ 6.400 5.800 tarihleri arasında, günümüzden 8.000 yıl kadar önce bu bölgede var olduğunu ortaya koymuştur. Bkz. M.Özdoğan N. Başgelen ,Türkiye’de Neolitik Dönem .Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Anadolu’ya Yayılımı. Yeni Kazılar , Yeni Bulgular. III stanbul 2007. 9. Z. Kızıltan ; “MarmarayMetro Projeleri Kapsamında Yapılan, Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar Kazıları / Excavation at Yenikapı, Sirkeci and Üsküdar within Marmaray and Metro Project”, U. Kocabaş (ed.), stanbul Arkeoloji Müzeleri 1. MarmarayMetro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildiriler Kitabı 56 Mayıs 2008 / stanbul Archaeological Museums Proceedings of the 1st Symposium on MarmarayMetro Salvage Excavations 5th6th May 2008, 116, stanbul 2010.