26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Açık Görüş İKTİSAT PENCEREMDEN Oktay Yenal [email protected] TÜRK TIBBI YOL AYRIMINDA Temel Bilimleri Satıyor muyuz? Ne yazık ki Türkiye bugün, değil ileri ve inovatif teknolojileri, nispeten basit ve standart teknoloji ve ürünleri bile üretme mekanizmalarını kuramadı ve gereksinimlerini büyük harcamalarla dışarıdan sağlıyor. Prof.Dr.Şevket Ruacan, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı yinleri bile uygulamalara yöneltseniz, sonunda geri kalmak ve pazar olmaktan kurtulmak mümkün değildir. Nitekim ortalama 25 yılda yenilenen teknolojilerine yetişmeye çalıştığımız kompleks tıp cihazlarının altında yatan bilimsel ilkeleri anlamadan, üretim süreçlerini bilmeden, tek bir civatasının bile yapımına katkıda bulunmadan sadece ekranına bakmak ve düğmelerinin kullanımını öğrenmekle bilimsel bir sıçrama yapamayacağımız açıktır. Bu bilimsel ve teknolojik kısırlık ortamı içinde tam gün, performans, üniversite hastanelerinin afiliasyonu tartışmalarının yarattığı tozduman bulutu ülkemiz tıbbının geleceğine yönelik çok ciddi bir tehlikenin varlığını gözlerden saklamaktadır. Tıp Fakültelerinin ve üniversite hastanelerinin içine düşürüldükleri ekonomik ve yönetsel sıkıntıların en büyük bedelini esasen insangücü ve altyapı yetmezliği çeken temel bilimlerin ödeyeceği izlenimi alınmaktadır. Kısıtlanan bütçelerden performans payı alamayacak ve araştırma fonları daralacak temel tıp bilimleri giderek nitelikli insangücü potansiyelini kaybedecektir. Diğer yönden bu bütçeleri yönetmek için zorunlu cambazlıklar yapmaya zorlanacak yöneticilerin temel tıp bölümlerine sıcak bakamayacaklarını tahmin etmek doğaldır. Ne yazık ki zorla uygulattırılan bu politikalar uzun vadede nitelikli beyinlerin temel bilimler ve araştırmalara çekilmesini zorlaştıracak, eğitim süreçlerini aksatacak ve ülkenin bilimsel/teknolojik geri kalmışlığını daha da arttıracaktır. Dahası, kaliteli bir temel bilim eğitimi almadan, sadece günümüzün performansuygulama kültürü içinde yetişecek tıp doktorları, Türk tıbbının gelmiş olduğu bilimsel düzeyin sürdürülmesine katkıda bulunamayacaktır. Türk tıbbının geldiği bu kritik noktada devlet, bilim kuruluşları,üniversiteler ve tüm ilgililerin bir araya gelerek bugünün basit hesaplarını aşacak ve gelecek nesillerin sağlık, refah ve mutluluğunu yüceltecek bilimsel ve teknolojik politikaları planlaması gerekmektedir. Dış politikada, ekonomide, ticarette dünya markaları arasına girmeyi düşleyen Türkiye’nin bilim ve teknolojide bir üçüncü dünya ülkesi kalmaya mahkum olması düşünülemez. Bir yanda Davos’ta dünya kapitalizminin kreması toplanıyor. Hem de katılma korkunç pahalı. Ertuğrul Özkök’e göre basit üyelik için ödeyeceğiniz para 156,000 dolardan başlıyor. Vahşi Kapitalizmin Son Nefesleri CEO’ların adamları ile katılmaları ise şirketlere, ziyafetler hariç, 622,000 dolara kadar yükseliyor. Bunlar kayak kaymak için mi gidiyorlar? Elbette hayır. Dünya ekonomisinin nasıl olacağını konuşacaklar, birbirlerini görecekler. Öbür yanda Goldman Sachs finans kurumunun bu yıl çalışanlarına sadece BONUS ödemelerinin tutarı 50 milyar sterlin! Bunun çoğu da müdürlere gidiyor. Bu haberi veren Guardian gazetesi, bir milyon işsiz okumuş insan var diye başlık atıyor. Bu çılgınlık ve densizliğin sonu nereye varacak? İkinci Dünya Savaşından sonra Batı “Altın Çağı”nı yaşarken her ucundan tutanın bu zenginlikten bir pay koparmaya çalışması belki normal karşılanabilirdi. Fakat şimdi Batı’da işsizlik % 10’un altına inmezken bu “Hanı Yağma”yı normal karşılamak mümkün mü? Bu arada hem Batı’da, hem de bütün dünyada ülkeler içi gelir dağılımı hızla bozuluyor. Bir yanda milli gelirden nüfusun en zengin yüzde 20’sinin aldığı pay artarken en yoksul yüzde 20’nin payı düşüyor. Hele en zengin %3’e baktığınız zaman bu grubun gösteriş düşkünlüğüne sınır yok. Bu yalnız bizim ülkeye has bir durum da değil. Bütün dünya böyle.Yani bir yanda memnun olunacak bir gelişme var: Yoksul ülkeler, buna Çin, Hindistan, Brezilya gibi çok nüfuslu ülkeler de dahil hızla büyüyorlar, fakat ülkeler içi gelir dağılımı hemen her ülkede bozuluyor, işsizlik ve yoksulluk artıyor. Örneğin enflasyon düzeltmesi yapıldıktan sonra Amerika Birleşik Devletlerinde 1973’ten 1995’e kadar gayrisafi millî hasıla %38 oranında artarken, Amerika’da, idari işler dışında çalışanların saat başına geliri %14 oranında düşüyor. ABD’lerinde hiçbir zaman %4’ün, %5’in üstünde işsizlik olmazdı, şimdi %10’lardan bahsediliyor. Avrupa’daki artan işsizlik oranı bir ara piyasaların oynak olmamasına, ya da işçi haklarının bunu körüklediğine bağlanırdı. Şimdi ise kabul ediyorlar ki artık işsizlik, bütün dünyayı sarsan bir hastalık halindedir. Tevekkeli değil, iki yıl önce Nobel odülünü kazanan Robert Lucas, “dünyada gelir dağılımı hiçbir zaman bu kadar eşitsiz olmamıştı,” diyor. Fakat bu sistem böyle devam eder mi tüm dünyada? Bu kadar işsiz varken, bu kadar muhtaç insan varken biz, hâlâ kendimizi demokrasi her şeye çare buluyor, diye aldatabilir miyiz? Amerika‘da bugün artık bıçak kemiğe dayanmak üzeredir ve hükümet, Republican Party vesaire bunu görmüyorlar. Görmedikleri için de toplantı üstüne toplantı yapılıyor. Amerika bu olanlara karşı koyabilecek mi? Kapitalizm’in batı dünyasına çok büyük katkısı inkar edilemez. Batı ülkeleri en az 300 yıldır kapitalizm’le yaşadılar, zenginlediler ve işçileri de dahil, müreffeh oldular. Fakat dünya düzenine rötuş yapmadan, işsizlere, yoksullara da bir pay vermeden bu sistem devam edebilir mi? Çin’de tarım verimliliği, değil Amerikan düzeyine çıkmak, Amerika’nın yarısı kadar düzeye çıkarsa Çin’in ortaya dökeceği işçi sayısı 300 milyon. Amerika’da bugün kriz var derken bir baktık CEO’ların aldıkları ücretle normal işçinin aldığı ücret arasındaki fark daha da büyümüş. Örneğin Walmart Şirketi’nde, oranın müdürünün aldığı birim para ile ücretlilerin aldığı birim para arsındaki fark 900 misli. Şaka değil bu. 900 misli. Türkiye’de en zengin %20’nin payı, millî gelirin %47’si. En fakir %20’nin payı %6’nın altında. Bu sistem, bu şekli ile devam edebilir mi? Aslında Davos toplantıları ve haberleri ile finans müesseselerinin hiç geme gelmez durumları, Batı’daki çürüklüğün derecesini gösteriyor. Bir yanda Afganistan’da savaş devam ediyor, bir tarafta Amerika Birleşik Devletlerinin Cumhuriyetçi milletvekilleri hâlâ zenginlerin vergilerini düşürmek peşinde. Avrupa Birliği’nin temelleri sallanırken, Batı zenginleri, başlarını kuma gömerek günlerini gün ederken yeni bir dünyanın nasıl kurulacağını düşünen pek yok. Artık gün gibi aşikâr ki bugün süren kapitalist düzene bazı rötuşlar gerekiyor. T CBT 1247/ 7 11 Şubat 2011 ürkiye 1960’lardan başlayarak gelişmekte olan ülkeler arasında tıp uygulamaları bakımından önde gelen bir ülke oldu. Bunun nedenleri arasında 2.Dünya Savaşından sonra dünyada giderek öncü konum alan Kuzey Amerika tıp ekolünün Türkiye’ye erken gelmiş olması sayılabilir. 1950’lere kadar Avrupa (Fransız ve Alman) tıbbının etkisinde olan Türk tıbbı bu yıllardan sonra birçok hekimin ABD’nde eğitim aldıktan sonra yurda dönmesiyle kabuk değiştirti. Bugün, ülke içinde dağılım sorunları olmakla birlikte, Türkiye ileri tıp teknolojilerinin kullanımı ve nitelikli insangücü bakımlarından birçok Avrupa ülkesinden daha önde bir konumdadır. Tıp teknolojilerini uygulama konusundaki bu gelişmişliğe karşın, Türkiye’nin temel bilimlerde ve teknoloji üretiminde oldukça geri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Son yıllarda tıp bilimlerine temel oluşturan biyokimya, moleküler biyoloji, genetik, hücre biyolojisi, immünoloji, biyoinformatik gibi alanlarda yeterli araştırıcı, kaliteli araştırma ve ürün çıkmadığı gerçektir. Gelişmiş ülkeler yanı sıra gelişmekte olan birçok ülke (Hindistan, Güney Kore, Singapur, İran gibi) bu alanların önemini kavramış ve eğitim, altyapı ve insangücü yatırımlarını arttırmışlardır. Gelecekte de giderek insanlığın başına bela olacağı anlaşılan kanser, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, dejeneratif sinir hastalıkları (Alzheimer, Parkinson vb), bulaşıcı hastalıkların tanı ve tedavisinde umut temel bilimlerdeki araştırmalarda yatmaktadır. Ne yazık ki Türkiye bugün, değil ileri ve inovatif teknolojileri, nisbeten basit ve standart teknoloji ve ürünleri bile üretme mekanizmalarını kuramamıştır ve gereksinimlerini büyük harcamalarla dışarıdan sağlamaktadır. Ülkemizde halen temel tıbbi cihazların (mikroskop, tıbbi monitör, elektrokardiyograf, defibrillatör gibi) üretimi yaygın ve rekabetçi koşullarda gerçekleştirilemiyor. Yaygın olarak kullanılan ilaçlar, monoklonal antikorlar, biyolojik tanı ve tedavi ürünleri (interferon, interlökinler, tanı kitleri vb) hatta aşılar bile tümüyle dışarıdan ithal ediliyor. Teknolojiyi geliştirme ve üretmekte bu kadar geri kalan bir ülkede en iyi be
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle