02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YÖK’e ve DANIŞTAY’a Açık Çağrı Üniversitelerde Kopya Olayları ve Disiplin Yönetmeliği II: Levent Sevgi, Doğuş Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü Ü niversitelerde kopya olaylarında uygulanan disiplin cezaları kaosa yol açmış durumda. Bunda Danıştay 8. Daire’nin “5.3.1998, E. 1996/1016, K. 1998/810, DD, sayı. 97, s. 537” No’lu kararının rolü büyük. YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği fakülte yönetim kurullarına disiplin kurulu görevi vermiş. Siz akademisyensiniz; mühendis, eczacı, ekonomist, doktor, fark etmez; disiplin olaylarını incelemek ya / ya da soruşturmakla görevli, hatta yükümlüsünüz. Sizden savcı da olmanız isteniyor, hâkim de. İnsanların yaşamlarını etkileyebilecek cezalar vermek durumundasınız. Tek güvenceniz dil bilginiz ve mantığınız. Tek kaynağınız da ilgili yönetmelik. Yönetmelik açık yazılmışsa, siz de okuduğunuzu anlama yeterliliğine sahipseniz bu görevi hakkıyla yapabilirsiniz. Konu, 26 Kasım 2010 tarihli nüshada (CBT 1236) ele alınmıştı. Bırakın farklı üniversiteleri, aynı üniversitenin iki farklı fakültesinde farklı cezalar verilebildiği gibi, aynı ilin iki farklı idare mahkemesinden de birbiriyle zıt kararlar çıkmaya devam ediyor. Son örnek, Doğuş Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Disiplin Kurulu olarak kopya çektiği sabit görülen iki öğrenci hakkında verdiğimiz bir yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezasından birinin idare mahkemelerince onaylanması, diğerinin ise iptal edilerek cezanın bir aya indirilmesidir. Verdiğimiz bir kararı İstanbul 10. İdare Mahkemesi 21 Aralık 2010 tarih, 2010/1550 Esas ve 2010/1934 Karar numaralarıyla iptal ederken, diğeri İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nce aynı günlerde (22 Aralık 2010 tarih, 2010/244 Esas ve 2010/1719 Karar numaralarıyla) onaylanmıştır. YÖK ve / veya DANIŞTAY, konuyu ele almadan çözüme ulaşmak zor görünüyor. Bu yazı bu iki kuruma açık çağrıdır. münü (“okuldan çıkarmayı”) düzenlemekte. Yönetmeliğinin 30. Maddesi ise ceza verirken göz önüne alınacak hususları belirtir: Madde 30(a): Disiplin cezalarını vermeye yetkili disiplin kurulları; bu cezalardan birini tayin ve takdir ederken, disiplin suçunu oluşturan fiil ve hareketlerin ağırlığını, sanık öğrencinin daha önce bir disiplin cezası alıp almadığını, davranış, tavır ve hareketlerini, işlediği fiil ve yaptığı hareket dolayısıyla nedamet duyup duymadığını dikkate alırlar. Madde 30(b): Başka yükseköğretim kurumu öğrencileri ile birlikte, kendi yükseköğretim kurumunda disiplin suçu işlenmesi halinde (bunu bir ağırlatıcı neden sayarak) bir üst derece disiplin cezası verilir. Madde 30(c): Toplu olarak işlenen disiplin suçlarında, suçluların münferiden tespit edilemediği hallerde, topluluğu oluşturan öğrencilerin her birine yetkili amir veya kurullarca uygun görülecek cezalar verilir. Görüldüğü gibi, 30(a) ceza verirken sayılan hususların göz önüne alınması gerektiğini belirtirken, 30(b) bir üst dereceden ceza verileceğini açıkça belirtmiştir. Bunun anlamı açıktır: Madde 30(a) cezanın alt ve üst sınırlarıyla ilgilidir, Madde 30(b) ise bir üst ceza ile ilgilidir. rumları belirlemiştir. Madde 30(a) bir alt ceza uygulanacak hususlarla ilgili değildir. Eğer olsaydı, nasıl Madde 30(b) bir üst dereceden söz ediyorsa Madde 30(a)’da da “dikkate alırlar” yerine “bir alt dereceden ceza verilir” ifadesi yer alırdı. SONUÇ Yükseköğretim kurumlarında kopya olayları ve verilen cezalar kaosa yol açmış durumdadır. Kopyanın cezasının alt sınırı 1, üst sınırı 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırmadır. Disiplin kurulları bu aralıkta ceza vermekle yetkili ve yükümlüdür. Bu yönetmelik var olduğu sürece kopya cezası olarak, her ne olursa olsun, bir alt derece, yani, 1 haftadan 1 aya kadar okuldan uzaklaştırma cezasının verilmesi söz konusu olamaz. Olursa kopya çekmenin cezası “1 yarıyıl veya 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırmadır” hükmünün hiçbir anlamı kalmaz. Üstelik bir alt ceza söz konusu olduğunda “neden 1 hafta değil de 1 ay?” sorusu sorulur ki sonuçta bu “kopya çeken öğrenciye 1 hafta ceza verilir” uygulamasına dönüşür. Bu kargaşayı önleyecek birinci kurum Danıştay 8. Daire veya Genel Kuruludur. Danıştay 8. Daire’nin “5.3.1998, E. 1996/1016, K. 1998/810, DD, sayı. 97, s. 537” No’lu kararı söz konusu yönetmelikle çelişen hatalı bir karardır. Bütün illerde yüzlerce idare mahkemesinin önemli bir bölümü bu kararı emsal göstererek üniversitelerde disiplin kurullarının verdiği cezaları iptal etmektedir. Konuştuğumuz hukuk insanları ise nasıl olsa yargıdan döner diyerek kurumlarının başını ağrıtmaktansa hatalı kararları yeğleyebilmektedirler. Bu ise uygulamada büyük sıkıntılara neden olmaktadır. Danıştay’ın konuyu yeniden ele alması ve söz konusu kararını gözden geçirmesi mahkeme yüklerinin azaltılması açısından da yerinde olacaktır. Buna paralel, YÖK Başkanlığı’nın da konuyu acilen ele alması zorunludur. YÖK’ün öğrenci disiplin yönetmeliğinin, özellikle 30. Maddesinde bir alt ceza olarak yorumlanabilecek bir ifade olmadığını açıklaması, gerekiyorsa yönetmeliğin ilgili maddelerini bu yönde yeniden düzenlemesi sorunun çözümünde önemli bir adım olacaktır. DANIŞTAY 8. DAİRE KARARI Kargaşaya yol açan Danıştay 8. Daire’nin yukarıda belirtilen kararında “Madde 30(a) öğrencinin olumlu halinin ve geçmişte hiç ceza almamış olmasının, ceza tayininde dikkate alınarak eylemin karşılığı olan cezanın bir alt cezası olan ceza ile cezalandırılmasını öngörmektedir. Disiplin cezası verilirken öğrencinin daha önce hiç ceza almamış olması hali de dikkate alındığı halde bir alt ceza uygulamasına gidilmeyerek cezanın alt sınırı verilmiştir. Oysa disiplin hukukunda bir alt ceza uygulamasının anlamı, eylemin karşılığı olan cezanın alt sınırı değil bir alt ceza türüdür.” denmekte. Danıştay, kararında disiplin hukukuna ve bir alt ceza uygulamasına vurgu yapmaktadır. Yönetmelik dışında bir disiplin hukukundan söz edilemeyeceğine göre yönetmelikte belirtilen ilgili maddelerde bir alt ceza uygulanması sonucuna nasıl varıldığını anlamak olası değil! Madde 30(a)’da hiçbir yerde bir alt ceza uygulanması ifadesi geçmemekte; sadece dikkate alırlar denmektedir. Madde 30(a) dikkate alınacak hususları, Madde 30(b) ise açıkça bir üst derece ceza verilecek dusonelinin hakları konusunda yapılan konuşma idi. Ankara Üniversitesi’nden Sayın Doç. Dr. Serap Şahinoğlu bu konuda belki de herkesin ilk kez duyduğu bir konuşma yaptı. Bu aynı zamanda “hasta hakkı var, hekim hakkı yok mu?” sorusuna da cevap veren bir konuşma idi. Sayın Şahinoğlu, çağdaş bilimsel tıp yaklaşımlarını uygulama hakkı, etik ilkelere bağlı olma hakkı, baskı altında olmadan mesleğini uygulama hakkı, hekimin sağlığını koruma hakkı, hekimin yeterli düzeyde gelir isteme hakkı, hastasına yeterli zaman ayırma hakkı gibi haklar yanında hekimin idari kararlar sürecine katılma hakkını da dile getirdi. Böyle bir hak tanındığı ve istismar edilmeden kullanılabildiği takdirde, siyaset ve bürokrasi ile hekimler arasında özellikle son yıllarda yaşanan sıkıntıların büyük ölçüde giderilebileceği kanısındayım. Kongre başkanı Sayın Prof. Dr. Seval Akgün içten ve herkesi kucaklayıcı yaklaşımları ile en sıkıntılı anlarda bile sevgi ve samimiyet ortamı yaratabildi. Gelecek yıllarda da başta halk sağlığı ve tıbbi deontoloji ve etik uzmanları olmak üzere, tıbbın tüm branşlarında etkinlik gösteren çok sayıda dernek yönetici ve mensuplarına etkin duyurular yaparak, öncelikle hekimlerin bu etkinliklere katılımının sağlanmasının önemini bir kez daha vurgulamak isterim. YÖK ÖĞRENCİ DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ CBT 1236’da YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin ilgili maddelerini tartışmıştık. Özetleyerek yineleyelim; Madde 9(m) “kopya yapan veya yaptıran veya bunlara kalkışan” öğrencilere verilecek cezayı “yükseköğretim kurumundan bir yarıyıldan iki yarıyıla kadar okuldan uzaklaştırma” olarak belirtilmiştir. Madde 8 bir alt derece ceza hükmünü (“1 haftadan 1 aya kadar cezaları”) Madde 10 ise bir üst derece ceza hük Aşk hastalık mı? Baştarafı 17. sayfadan devam Yüz binlerce yıl öncesinin mağara koşullarında aylarca gebe, sonra aylarcayıllarca aciz bir bebek bakmakla yükümlü olan bir annenin, kendisini ve yavrusunu koruyup besleyecek bir “partner” bulmaya VE elde tutmaya ihtiyacı var! Bu ikilinin, bizim şimdiki babalık kavramı ve bilgilerinin olmadığı bir çağda, seks, şehvet, sosyal üstünlük kanıtlama gibi katma getirileri olmadan birbirine ve yeni doğan bebeğe yıllarca (yaklaşık 3 yıl kadar) “karşılıksız” bakmaları ancak son derece güçlü ve özverili bir duygusal ilişkiyle olur. Bu ilişkiyi yönlendiren duygular ve bunları yöneten fizyolojik sistemler, tıpkı gebelik, doğum, ergenlik, menopoz gibi doğal yaşamın doğal süreçlerinden biri olan AŞK’tır. Ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 2030 bin senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu deneyimlerinden biri. Üstelik bu özellikleriyle aşk, ön beynimizin gelişmesi sayesinde, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır. Üstelik duygu yoğunluğu yüksek olan bu tutkular, sevenler arasındaki, yaş, sosyal statü, ırk, din hatta cinsiyet gibi farklılıkların da üstesinden gelebilecek bir güce ulaşmıştır. Montaigne’nin dediği gibi “Her insanda insanlığın her hali vardır”. Bu nedenle de insan sayısı kadar çeşitli aşk vardır. Aşkın “nörofizyolojisi” bir mucize sayılabilir. Her aşk eşsizdir, kendi içinde her biri güzel ve saygıdeğerdir. Marifet yargılayıcı olmadan bu duyguyu dürüstçe ve alabildiğine yaşamak, değerini bilmek ve biterse anısına saygı gösterebilmektir. Bir insan birçok kere âşık olabilir, ama aynı anda iki kişiye âşık olamaz. Hiç de bilimsel olmayan bir gözlemimle bitirmek istiyorum: “Kaybetmekten korkmuyorsanız âşık değilsiniz! geniş oranda izleyici olarak yer alması, soru ve görüşlerini dile getirmeleri için etkin duyuruların yapılması çok yararlı olacaktır. HASTA MI MÜŞTERİ Mİ! Serbest bildiri sunumlarında yurdumuzun çeşitli bölgelerinden gelen hastane yönetici ve hasta hakları birim sorumlularının sahalarında karşılaştıkları somut örnekleri sunmaları ilgi çekici idi. Bu arada bulunduğum bir serbest bildiri oturumunda bakanlığımıza bağlı bir hastane başhekiminin sunumu sırasında hastalardan müşteri diye söz etmesi oldukça tartışma yarattı. Özellikle kalite standartları açısından hastanelerde yapılan çalışmalar ve bunların Batı’dan örnek olarak alınması maalesef müşteri kavramını ortaya çıkarmıştır. Ancak hastanede verilen yönetim hizmetlerinde hizmeti alanların müşteri olarak değerlendirilmesi o müşterinin hekimin karşısına çıktığı anda hasta olarak isimlendirilmesini engellememelidir. Kalite standartları açısından hastanelerde temizlik, yemek, yatak ve benzeri hizmetleri alan hastalarımız bu noktalardaki memnuniyetlerinin değerlendirilmesi açısından belki kurumca müşteri olarak nitelenebilirler, ama aynı kişilere tıbbi hizmet sunulduğunda artık tek bir kelime ile “hasta”dırlar. Bir diğer ilgi çekici oturum ise hekim ve diğer sağlık per CBT 1247/ 19 11 Şubat 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle