Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com 50 YILDIR BİLİNENLER ŞİMDİLİK EN İYİSİ Özellikle TÜBİTAK ve TÜBA’nın başına gelenleri gördükten sonra üniversitenin sessizliğini neye yormalı? Üniversitedeki Sessizlik Üzerine... Son üç ay içinde, kamu yönetimi yeniden yapılandırılırken bilim, teknoloji ve sanayi işlerinin devlet katındaki yönetim tarzı da, ilgili kurumlarıyla birlikte bütünüyle değişti. Birçoğumuz, bu değişiklikleri iyi karşılamadık; tepkilerimizi de çoğu kez, eşimize, dostumuza söyledik; karşılıklı yakındık. Çok yakındığımız konulardan biri de, yapılan değişikliklerle doğrudan ilgili çevrelerin, ‘tepkisiz kalmaları’ demeyeyim de, ‘yeterince’ tepki göstermemeleri olmuştur. Örneğin, sanayi bakanlığı kökten değişmiş; sadece sanayiden değil, ülkenin biliminden, teknolojisinden, ARGE ve yenilik faaliyetlerinden ve bu faaliyetlerin desteklenmesinden de sorumlu kılınmış. Bu işler TÜBİTAK’ın görev alanından çıkarılmış; bakanlığa verilmiş... Bir zamanların bu saygın bilim kurumu bilim dünyasından soyutlanmış olarak bakanlığın emirkomuta zincirine bağlanıvermiş... Bu durum, örneğin sanayi çevrelerini yakından ilgilendirmez mi? Bu çevrelerin önde gelen temsilcileri, yıllardır, yenilikçi olabilmekten, ARGE’ye yönelmekten, yeni ürünler geliştirerek dünya pazarlarında sağlam bir yer edinebilmekten söz etmiyorlar mıydı? İçlerinde pek çok seçkin insan var; onlar ülkemizin teknolojide söz sahibi olabilmesi için bilimde de belli bir varlık göstermesi gerektiğini bilmezler mi? Elbette bilirler. O halde, bu değişiklikler, kendi yenilikçi söylemleri ve o çerçevede, devletten beklentileri açısından iyi mi olmuştur; kötü mü? Siz, sanayi çevrelerinden, örgütlerinden, yeni yapılanmayı beğenmişlerse, bunu desteklediklerini; beğenmedilerse ne olması gerektiğini de gösteren ciddi bir tepki geldiğine tanık oldunuz mu? Haydi sanayi çevrelerini bir yana bırakalım, ya üniversite çevrelerinden? Öyle ya, TÜBİTAK ve TÜBA’nın, üniversitelerimizce üzerlerine titrenen kurumlar olmaları gerekmez miydi? Gelin görün ki, bu iki kurum yerle bir edilirken üniversiteden de kamuoyunda ses getirecek bir tepki gelmiyor. Asıl merak ettiğim, göreve getiriliş biçimleri siyasi iktidara fikren yakınlıklarının kanıtı olan belli rektörlerden de hiç çıt çıkmaması... Sizce de bu biraz tuhaf değil mi? Oysa bu icraatı onların beğeniyor olmaları gerekir; e beğeniyorsanız, baktınız en azından bir kısım çevrelerde bu düzenlemeler konusunda derin endişeler var; bilim insanları olarak yapılanların hiç de fena şeyler olmadığını anlatmanız; kamuoyunu irşâd etmeniz gerekmez miydi? Sözün kısası üniversitede beğenen de beğenmeyen de suskun... Diyelim ki, beğenmeyenlerin bir kısmı, başına taş düşer korkusuyla sessiz. Korkmak insan halidir; anlarım. Bir kısmıysa ‘bu da geçer yahu’ havasında sessizce ve mütevekkil bekler ya da, ‘gelen ağam giden paşam’ havasında işine bakıyordur; ne de olsa ülkemin insanlarıdır, onları da anlarım. Bir kısım insan da, içi içini yiyordur ama, kendisini ifade edebileceği, umutlarını bağlayabileceği, birlikte hareket edebileceği bir örgütü olmadığı için sessizdir; onları da çok iyi anlarım. Ama iktidarın yandaşı olup da, yapılanları beğendiği halde, sesini çıkarmayanları zor anlarım. Ya gazetede okudum ya da bir dost anlattı; hatırlayamayacağım, çünkü Ankara’da çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Bindiği taksinin şoförü demiş ki, “Ya ağabey, bu Melih Gökçek, neredeyse iki Ankaralıdan birinin oyunu almadı mı? Şimdi ya sen o adama oy verdin ya da ben... Ama bugüne dek, benim arabama binen bir Allah’ın kulu Gökçek’e oy verdim demedi.” Söylediğim gibi, Ankara’da yaşayanlar bu tür konuşmalarla çok sık karşılaşırlar. Ne hikmetse pek çok kişi, ortak zeminlerde, Gökçek’e ya da AKP’ye oy verdiğini söyleyemiyor. Ama asla korkudan değil... Tıpkı bunun gibi, yandaş rektör ya da üniversite mensuplarının beğenilerini yüksek sesle söyleyememeleri de korkudan olmasa gerek. Peki neden? Yoksa ortada utandıkları bir durumları mı var? Obezlik Sorununa Çözüm Yolları Binlerce yıl boyunca yetersiz beslenmenin yaygın bir sorun olduğu dünyamızda artık obezlik ya da aşırı şişmanlık her geçen gün daha da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu gidişle çok yakında obezliğin erken ölüm, yaşam niteliğinde düşüş ve sağlık harcamalarında artışa yol açan en önemli unsur olarak bilinen sigarayı bile gölgede bırakması işten değil. B CBT 1281/ 6 7 Ekim 2011 ilim dünyası yıllardır obezlik sorununa çözüm getirmeye çalışıyor. ABD’de obezliğin temelinde yatan metabolik, genetik ve nörolojik unsurların daha iyi kavranabilmesi amacıyla yapılan araştırmalara yılda yaklaşık 800 milyon dolar harcanıyor. Bugüne dek yapılan araştırmalar insan bedenindeki proteinlerin besinlerden enerji elde edip onu dağıtmak ve yağ üretip depolamak amacıyla birbirleriyle nasıl etkileşim içinde oldukları konusunda çok önemli bulgulara ulaşılmasını sağladı. Bu bulgular ilaç şirketlerinin obezliğe karşı yeni ilaçlar geliştirmelerine olanak tanıyacak birtakım verileri de gün yüzüne çıkarttı. Yine de, tüm bunlar giderek bir salgına dönüşen obezlik sorununa köklü bir çözüm getiremedi. Belki de dirimbilim sayesinde günün birinde metabolizmayı daha çok kalori yakacak biçimde yeniden ayarlayacak ya da seçimimizi, söz gelimi, hamburger yerine brokoliden yana yapmamızı sağlayacak bir ilaca kavuşacağız. Ancak o günler gelinceye dek benimsenecek en iyi yaklaşım, son 50 yılda geliştirilmiş ve geçerliği yüzlerce araştırma sonucunda kanıtlanmış güvenilir davranışsal ruhbilim yöntemlerine bel bağlamak ola caktır. Nitekim, yeni araştırma bulgularıyla geliştirilip daha etkili duruma getirilen bu denenmiş ve doğruluğu kanıtlanmış yöntemlere duyulan ilgi her geçen gün daha da artıyor. ÜÇ NOKTA VE PAZARLAMA USTALIĞI Araştırma verileri biraraya getirildiğinde obezlik sorununun kimi yiyeceklerden uzak durarak ya da başka herhangi bir basit önlemle çözülemeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Sorunun çeşitli unsurlardan kaynaklandığına inanan uzmanlara göre, obezlik çevresel unsurlardan olduğu kadar (eş dostun beslenme alışkanlıkları, evde ya da yakındaki mağazalarda hangi yiyeceklerin bulunduğu, işyerinde hareket edebilme olanakları), biyolojik /dirimsel (yağın depolanması, doyma eşiği ve hatta tat alıcılarının duyarlılığı kişinin genetik yapısına göre değişiyor) ve ekonomik (abur cubur yiyecekler taze ürünlere kıyasla daha ucuz) unsurlardan da etkileniyor. Ayrıca, pazarlama yöntemleri de obezliğe katkıda bulunuyor. Besin üreticileri insanın toplumsal doğası ve evrimsel “programlanması” üzerinde ustalıklı oynamalar yaparak, onları yüksek kazançlar elde edebilecekleri sağlıksız besinlere yöneltiyorlar. İşte bu yüzden de “şu besin