02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Evliya Çelebi’nin Paratetis’i Keşfi Hemşehrim Evliya Çelebi’nin azîz hâtırasına A. M. Celal Şengör E vliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılını kutladığımız 2011 senesinde Orhan Bursalı bana ilk defa 2003 yılında Amerika Jeoloji Derneği (The Geological Society of America) tarafından yayımlanmış olan bir kitabımda1 dile getirdiğim, Evliya Çelebi’nin önce Laskarev tarafından 1924 yılında Paratetis diye adlandırılmış olan2, ama varlığı ta 1866 yılında Suess’ün Avusturya’nın Üçüncü Zaman kayaçları hakkında yayımladığı meşhur bir makaleden3 beri bilinen eski «Büyük Karadeniz»in varlığını gözlemlere dayanarak farketmiş ilk kişi olduğu tezimi, Cumhriyet Bilim Teknoloji okurları için de özetlememi rica etti. Aşağıdaki satırlar, Orhan’ın bu ricası üzerine, daha önce Türkçe olarak yazdığım bir başka makalemden derlenmiş olan bilgilerin4, yer yer kelimesi kelimesine tekrarı şeklinde yapmış olduğum iktibaslar ve onlara yaptığım bazı ila deki konumları. Bugünkü coğrafyaya ait bazı kıyı çizgileri kırmızı ile belirtilmiştir. Bu haritaya bakıp, Evliya’nın gözlem ve yorum gücüne hayran olmamak mümkün değildir. Peki ya Evliya? Bakalım yukarıda alıntıladığım akılcı çıkarımından hemen sonra ne yazmış: Âyet: “Şüphe yok ki Allah her şeye kadirdir” (Bakara, 20). Tartışma da başlamadan burada bitmiş. Osmanlı’nın sözlerini içeriğiyle birlikte okuduğumuz zaman hep karşımıza aynı duvar çıkıyor: Akıldan kaçma, varlığı farz edilen doğaüstüne sığınma. Ancak muhterem hocam ve dostum Prof. Doğan Kuban, bana Evliya’nın burada Kuran’dan alıntı yapmış olmasının devrin bir mecburiyeti olduğunu söyleyerek, bunun Evliya’nın akıldan kaçmış olduğunu göstermeyeceğini, sadece zamanının egemen eğilimlerine boyun eğmeyi yeğlediğini gösterdiğini söyledi. Bu herhalde doğrudur, zira Evliya’nın Seyahatname’sinin tamamını okuyan herkes yazarının keskin zekâsından ve muazzam gözlem yeteneğinden etkilenmiştir. Bu özelliklere sahip bir insanın dinin dogmalarını hiç sorgulamadan kabul etmesi zordur. Evliya’yı baskı altında tutan sosyal eğilim (Şerif Mardin’in ortaya attığı sosyolojjik ifadesiyle «mahalle baskısı»), Osmanlı’da bilimin gelişmesini engelleyen sosyal Şekil 1. Paratetis’in 1413 milyon yıl önceki durumu (Ilyina ve diğerleri’nden11) ve Evliya çelebi’nin bahsettiği yerlerin Paratetis coğrafyası için eğilimdir. Evliya, eski ve büyük Karadeniz’i yukarıda alıntıladığım şekilde tanıttıktan sonra, İstanbul Boğazı’nın nasıl açıldığını ve daha önce bir iç deniz durumunda olan Karadeniz’in nasıl Akdeniz’e ve onun da Cebelütarık Boğazını açarak Atlas Okyanusu’na karıştığını İskendernâme’deki mitolojiye göre anlatır. İskendernâmeler, Büyük İskender’in yaşamının efsaneleşmiş anlatımlarıdır ve ilk kez bilinmeyen (ve genellikle Düzmece Callisthenes denen) bir yazar tarafından Yunanca olarak 3. yüzyılda kaleme alınmışlardır. Buradan Avrupa ortaçağının Alexander masalları ile Kuran’daki Zülkarneyn bahisleri ve İslami İskendernâmeler türemiştir. Seyahatnamesi’nde Evliya’nın hangi İskendername’yi temel aldığını bilmiyorum. Sevgili okuyucularım: Evliya’mızın burada verileriyle1 anlattığı, 1924’ten beri Paratetis adını taşıyan ve varlığı daha 1866 yılında Eduard Suess’ün yayınlarından beri bilinen ve günümüzden 36 milyon yıl ile yaklaşık 8000 sene önce aralığında Viyana’dan Aral gölüne kadar büyük bir alandan zamanla bugünkü Karadeniz’e doğru daralmış olan dev bir iç denizin ilk keşfidir (Şekil. 1’de gösterilen haritaya bkz1; doğal olarak Evliya bu uzun zaman aralığından haberdar değildi). Keşke Osmanlı’nın entelektüel çölünde bir Evliya daha olsaydı da ikisi bu konuyu konuşup, belki Avrupa’daki meslektaşlarına anlatsalar, keşif daha o zaman insanlığın malı olmuş olsaydı. Fuat Sezgin Hoca’nın da hep söylediği gibi Evliya Çelebi en büyük Osmanlı’dır. Fatih’in, Yavuz’un ve Kanuni’ninkilerin tersine onun aklı, gözü, kulağı ve ka raları ve Sirem Semendire [Semendria, Smederevo: 44°40’K, 20°56’D] vadileri baştan başa Karadeniz olup Venedik Körfezine karıştığı yerler hâlâ bellidir. Hatta Silistre eyaletinde [Silistra: 46°06’K, 27°17’D] Pravadi kalesi göklere baş kaldırmış yüksek bir kaledir. O asırda bu kale deniz kıyısında imiş. Hâlâ gemileri bağlamak için demir halkalar vardır, durur ve eski zamanda gemi küpeşteleri ve bodostomaları kayalara dokunmaktan yaraladıkları yerler açık seçiktir. Karadeniz’in bir alâmeti de Kırım’da Bahçesaray’a bir merhale yakın [yani GGB’sında: bkz. Pitcher, haritalar XIIIC2, XVIC2, XXXB25] Bahçesaray [Bakhchisaray: 44°44’K, 33°53’D] Menkub kalesi derler mavi bulutlara baş çekmiş yüksek bir kaledir, onda da gemiler için yatacak limanlar ve kayalar üzere gemi bağlamak için büyük sütunlar vardır. Kırım adası6, Heyhat sahrası [Kırım’ın hemen kuzeyindeki alçak ve susuz düzlükler: Kabaca 47° ve 48°K ile 32° ve 36°D arasındaki alan; yaklaşık günümüzdeki Priçernomorskaya Nizmennost yani Karadeniz önü alçak alanı ile aynı alan], Kıpçak bozkırı [Deşti Kıpçak yani Kıpçak Çölü: Dnyestr ve Donetz arasında kalan step alanı] ve bütün Sakâlibe (Slavlar) diyarı baştan başa Karadeniz imiş ki bir parçası da Hazar Denizi’ni yani Gilân7 ve Demir Kapı8 deni dia edenler, bunların Nuh Tufanı’nda karalar üzerine atılmış veya kayaçların içine karışmış olduğunu savunuyorlardı. Buna mukabil, Martin Lister (16381712) veya John Ray (16271705) gibi İngiliz doğa bilimcileri (ki bunlar daha çok İngiltere’de bulunan yaşlı kayaçlar içinde bulunan, bugün nesilleri tükenmiş fosilleri incelemişlerdi) fosillerin yaşayan karşılıkları olmadığını söyleyerek bunların canlı kalıntısı olamayacağını iddia ediyorlardı. Hatta Lister «fosile benzer bir canlı bulunabilirse, ben de hatalı olduğumu kabule hazırım» demişti. Hooke ise o zamanlar hiç gündemde olmayan canlıların neslinin tükenebileceği tezini savunuyordu. Kısacası, on yedinci yüzyılda Avrupa’daki tartışma tamamen bilimsel çerçevede sürdürülen bir tartışmaydı ve sonunda da bilimsel bir sonuca vardı. lemiyle yaptığı tüm fetihleri kalıcı olmuştur ve uygar insanlık yaşadıkça öyle kalacaklardır. Ama onu dünyaya önce büyük orientalist ve Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Joseph von Hammer (17741856), ama en çok 20. yüzyılın Türk ve yabancı bilginleri tanıttılar. Hemşehrimin 400. doğum yılı tüm ulusumuza ve insanlığa kutlu olsun. Katkı belirtme: Evliya’nın belirttiği yer adlarının bugünkü karşılıklarının tesbitinde bana yardım eden muhterem hocam ve dostum Prof. Dr. Halil İnalcık’a ve Prof. Dr. Robert Dankoff’a şükran borçluyum. Bana Dankoff’a danışmamı tavsiye eden de Halil Hoca olmuştur. Şengör, A. M. C., 2003, The Large Wavelength Deformations of the Lithosphere: Materials for a history of the evolution of thought from the earliest times to plate tectonics: Geological Society of America Memoir 196, xvii+347 s.+ 3 katlı levha 2 Laskarev, V., 1924, Sur les equivalents du Sarmatien supérieur en Serbie: in Vujevic, P., yayına hazırlayan, Receuil des Travaux offert à M. Jovan Cviji par ses Amis et Collaborateurs: Drzhavna Shtamparija, Beograd, s. 7385. 3 Suess, E., 1866, Untersuchungen über den Charakter der österreichischen Tertiärablagerungen. II. Über die Bedeutung der sogenannten „brackischen Stufe“ oder der „Cerithienschichten“: Sitzungsberichte der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften, mathematischnaturwissenschaftliche Classe, c. 54, Abt. I, s. 218260. 4 Şengör, A. M. C., 2010, İstanbul’daki Jeolojik çalışmaların 1933’deki İstanbul Üniversitesi reformuna kadarki kısa tarihçesi: Örgün, Y. and Yılmaz Şahin, S., yayına hazırlayanlar, İstanbul’un Jeolojisi Sempozyumu III Bildiriler Kitabı, Türkiye Jeoloji Mühendisleri Odası, İstanbul Şubesi, istanbul, 220. 5 Pitcher, D. E., 1972, An Historical Geography of the Ottoman Empire from earliest times to the end of the sixteenth century: E. J. Brill, Leiden, x+171 s.+36 harita. Bu kitap, Bahar Tırnakçı tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir: Pitcher, D. E., 1999, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel CoğrafyasıBaşlangıcından 16. Yüzyılın Sonuna kadar Sultanlığın Genişleme Sürecini Gösteren Ayrıntılı Haritalarla Birlikte, çeviren Bahar Tırnakçı: Yapı Kredi Yayınları No.1293, Tarih No.9, İstanbul, 231 s.+36 harita. Tercüme, orijinal kuarto olmasına karşılık oktavo boyuttadır. Haritaların başlıkları ve lejandları tercüme edildiği halde kendileri tercüme edilmemiştir. Tercümedeki bazı yanlışlar da, tercümenin kalitesi hakkında şüphe uyandırmaktadır. Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü adlı kitabında bu tercümenin dikkate alınmamasını tavsiye etmektedir ki, ben de bu tavsiyeye katılıyorum. 6 Kırım için Evliya Arapça «cezire» (=ada, yarımada) kelimesini kullanmaktadır. Kırım’ın «ada» olarak betimlenmesi konusunda bkz.: Bala (1967, s. 741, ikinci sütun) 7 Gilân ismi, Alborz ve Taleş dağları arasında kalan kuzey İran eyaletinden gelmektedir. 8 Burada bahsedilen Demir Kapı Büyük Kafkasların doğu kesimindeki Derbent geçididir (bkz Anderson, 1932, s. vii; Derbent Demir Kapısı için ayrıca bkz. Hüseynova, 2009). 9 Kahraman, S. A. ve Dağlı, Y., hazırlayanlar, 2003, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul 1. C. 1. Kitap: Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 910; ayrıca bkz. Evliya Çelebi Muhammed Zıllî ibn Darviş, 1314H [1896AD], Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. I: Dersaadet’de İkdam Maatbaası, s. 3738. 10 Tabiî gemi bağlama yerleri ile ilgili kısımlar hariç. Bunlardan Silistre’deki gözlemler herhalde eski bir Tuna koluna ait olsa gerekir. Burada Evliya tarihî zamanlardan kalan izlerle, paleontolojik izleri aynı zamanda gibi düşünmüştür ki, bu zamanı için olağandı. Bahçesaray’dan bildirdikleri için bir fikir ileri süremeyeceğim, zira gözlem yaptığı yerlerin tam mahallini bilemiyorum. 11 Ilyina, L. B., Shcherba, I. G., Kondkarian, S. O. ve İ. Goncharova ve diğerleri, 2004, LithologicalPaleogeographic maps of Paratethys, Map 6, Mid Middle Miocene 1413 Ma: Courier Forschungsinstitut Senckenberg, 250. 1 Osmanlı’nın en büyüğü, ama keşfi 200 yıl sonra oldu! “OsmanlıTürk uygarlığını yaratan ulusu, işi gücü, eğlencesi, bilgisi, inanı, huyu, gidişi, kısaca bütün yükseklikleri ve küçüklükleriyle temsil edebilecek önemde bir yazar çıkarmak, alt yüz yılda nesrimize ancak bir kere nasip olmuştur: O da Evliya Çelebi’nin eseridir. Dilimizin de düşünce dünyamızın da tek büyük klasiği odur..” Orhan Burian, 1950. Zeki Arıkan EVLİYA ÇELEBİ AKILDAN KAÇMIYOR U NESCO, dil, halk bilimi, sanat tarihi, topografya, dinler tarihi ve yerel tarih araştırmalarının en önemli kaynaklarından olan seyahatnamesiyle ünlü Evliya Çelebi’yi 2011 yılında anılmaya değer gördü. Böylece Evliya, doğumunun 400. yılında ülkesine ve insanlığa hizmet edenler arasına katılmak onuruna kavuştu. Şimdiye kadar anılmaya değer görülen Atatürk, Farabi, İbni Sina, Tevfik Fikret, Hasan –Âli Yücel yanında, Doğu’nun büyükleri arasına o da katıldı. Niçin Evliya Çelebi? Evliya, XVII. Yüzyılda, yani imparatorluğun en olgun döneminde yaşadı (Doğumu 25 Mart 1611, İstanbul Ölümü 1682, Mısır). Ondaki seyahat tutkusu kendisini, ülkeyi her yönüyle, tanımaya ve tanıtmaya sürükledi. Bütün gördüklerini, gezdiği yerleri, kentleri, anıtları, kitabeleri, insanları, alışkanlıkları, dilleri vb. ayrıntılı olarak inceledi. O döneme kadar Türkiye’de böyle bir adam yaşamadığı gibi daha sonra da bir eşi görülmedi. Kırk yıl süren yolculuklarını nefes kesecek bir anlatımla yazdı. Mısır’da öldükten sonra eseri İstanbul’a getirildi. Birkaç kopyası çıkartıldı. Bütün yazmalar, İstanbul’da birkaç kütüphanenin tozlu rafları arasına kapatıldı. Bu nedenle yazdıkları, söyledikleri, anlattıkları hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Oldukça şaşılacak bir şey. Devletle iç içe olan Evliya’nın üst düzeyde tanıdıkları da vardı. Bunlardan hiçbirinin onun ne yaptığını sorgulamak akıllarından geçmedi ne yazık ki! Bu nedenle eseri XIX. yüzyıla kadar bilinmedi. Eğer bilinseydi, okunsaydı ve incelenseydi Osmanlı İmparatorluğu’nda bir OSMANLI FARKINDA BİLE DEĞİLDİ zihniyet değişikliğine yol açabileceğine kuşku yoktur. Evliya’yı keşfeden Hammer oldu. Fakat o zaman eserin niteliği pek anlaşılamadı. Onun, her şeyi abartan, yalan –yanlış şeyler yazan biri olduğu sanıldı. Ama kimi bilim insanları – Tchihatcheff (Çihaçef) gibi – Seyahatname’nin değerini anladılar. Eser, 1898 yılında yayıncı Ahmet Cevdet’in (tarihçi Cevdet Paşa değil) özverisi, Necip Asım’ın çabalarıyla yayına girdi. İmparatorluk döneminde 6 cildi eksik ve boşluklarla yayımlanan Seyahatname’nin 7 ve 8. ciltleri Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kilisli Rıfat Bilge’nin büyük çabalarıyla basıldı. Bu yayın, Prof. Dankoff’un deyimiyle, en mükemmel nokta’ya ulaşmıştı. Aynı duyarlılık, yeni harflerle basılan 9. ve 10. ciltlerde gösterilemedi. Bugün bu sorunların aşılması hepimize mutluluk vermektedir. Evliya Çelebi, içinde bulunduğumuz yılda bir dizi etkinliklerle anılıyor. Açık oturumlar, kongreler, sempozyumlar, yayınlar vb. birbirini izliyor. Evliya Çelebi hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar da TV kanallarında uzmanları sorguya çekiyor. Onun hakkında bugün yapılanlar sorgulanıyor. Ama geçmişte yapılanlar hiç dile getirilmiyor ve anılmıyor. Sözgelimi, Evliya Çelebi hakkında son derece önemli bir makaleyi kaleme alan ve bugün söylenenleri bundan 6070 yıl önce dile getirmiş olan rahmetli Prof. Cavit Baysun’un adını anan yok. İslam Ansiklopedisi’ndeki bu makalesini, daha sonraki araştırmalarıyla tamamlayan Baysun, Evliya’nın her gittiği yerde imzasını bıraktığını ilk kez dile getirdi. Öğrencisi Meşkure Eren, Seyahatname’nin 1.cildinin kaynakları üzerine yaptığı teziyle de ilk kez bu eserin birtakım kaynaklara dayandığını gösterdi. Fransız tarihçisi Prof. Mantran da XVII. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’un kurumsal, ekonomik ve sosyal tarihini incelerken eserin ilk cildini esas aldı. Böylece Seyahatname’nin Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve kurumsal tarihi açısından ne kadar önemli bir kaynak olduğunu göstermiş oldu. Evliya’nın dil konusundaki birikimine hayran olmamak elde değil. Grekçe ve Latinceyi bildiğini söyler. Her iki dilde yazılmış kitabeleri ayırt edebiliyordu. Ama Roma ve Bizans tarihleri konusundaki bilgisi yetersiz ve sistemsizdir. Anadolu’da konuşulan Türkçenin hâlâ arkaik sözcükler içerdiğine tanık olmuştu. İmparatorlukta konuşulan her dille ilgilenmiş ve bunlardan örnekler vermiştir. Dahası, Evliya, Prof. Lewis’in belirttiği gibi Avrupa dilleriyle de ilgilendi. Viyana’ya gittiği zaman, Avusturya halkının Macarca ve Almanca olmak üzere iki ayrı dil konuştuklarını sezdi. Hatta Nemçelilerin dilinin çok daha zor olduğunu ve bunun da Farsça sözcüklerden kaynaklandığını söylüyor. Üstelik Evliya, Frenklerle çok rahat iletişim kurduğunu da yazar. Süleymaniye’yi gezen Frenklere çevirmenlik yaptığını özellikle vurgular. Unutmamak gerekir ki Evliya bunları yazdığı zaman hiçbir Batı dilinin Türkçede herhangi bir sözlüğü yoktu. Yazının devamı arka sayfada CAVİT BAYSUN’U UNUTMAYIN BOĞAZ NASIL AÇILDI? velerden ibarettir. Ancak Şekil 1’de görülen harita ilk kez bu yazı için Orhan’ın isteği üzerine hazırlanmıştır. Coğrafya üzerine eser vermiş bütün antik çağ yazarlarının İstanbul’un hem doğal konumundan hem de şehrin insan yapısı eserlerinden övgüyle bahsetmelerine ve İstrus, Straton, Ksantus, Strabon, Halikarnaslı Dionisos, Sicilyalı Diodorus gibi çok okunan yazarların Boğaz’ın oluşumu konusuna değinmelerine karşın, İstanbul hakkındaki ilk derli toplu ve etraflı coğrafi bilgiye kuşkusuz en büyük Osmanlı coğrafyacısı olan Evliya Çelebi’nin (16111683?) Seyahatnâme’sinin birinci kitabında rastlıyoruz. Evliya burada şehrin hem fiziki hem de sosyal coğrafyasını eşine ender rastlanır bir gözlem zenginliği ve uslup güzelliği ile anlatmış, Boğaz’ın oluşumu hakkındaki mitolojik bilgiyi verirken, Karadeniz’in eskiden bugünkünden çok daha geniş alanlar kapladığı konusunda Kırım’dan Avusturya’ya kadar uzanan yerlerde kendi yaptığı gözlemlere dayanarak bugün de geçerli olan özgün çıkarımlar yapmıştır: «Hey’et ilmini [yani astronomiyi] bilen tarihçilerin doğru sözlerine göre Karadeniz Nuh Tufanı karanlık suyundan kalmış bir denizdir ki derinliği 80 kulaç [?136 m] büyük çukur bir kara denizdir ki Tufan’dan önce Akdeniz’e karışmaz, İstanbul yakınında hâlâ Karadeniz Boğazı olan yerde son bulmuş idi. O asırda Macaristan’da Salanta, Dobraçin [bugünkü Debrecen: 47°30’K 21°37’D], Keçkement [Kecskemét: 46°56’K 19°43’D], Kinkos ve Peşte [47°30’K, 19°03’D] sah ÇELEBİ VE BOĞAZ’IN OLUŞUMU zine katılır imiş. Hatta bu hakir İslâm Giray Han asrında ... tarihinde Moskof seferine giderken düşman avlayan Tatar askeri ile Heyhât sahrasında Kertmeli ve Biyim ve Eşim adlı yurtlarda koşun virip konakladıkta on kere yüz bin rüzgâr hızındaki atlara su vermek için eşmeler kazarken toprak içinde deniz mahluklarının alâmetleri(ni) çıkardı. Mesela yengeç, kerevit, midye ve istiridye gibi haşeratın kabukları çıkardı. Ondan anlanır ki Heyhat vadisi de Karadeniz imiş”9 Evliya on yedinci yüzyılda Avrupa’da şiddetle tartışılan bir konuda, fosillerin geçmişte yaşamış canlıların kalıntıları olup olmadığında, hiç tereddütsüz, bunların canlı kalıntıları olduğunu savunanların yanındadır! Bak, Osmanlı, öyle sanıldığı gibi geri kafalı değildi demek geliyor insanın içinden. Bu söz Evliya için geçerli olmakla birlikte Osmanlı toplumunun hemen tamamı için geçersizdir! Evliya’nın yaşadığı on yedinci yüzyılda uygar dünyada fosillerin organik olduğunu savunanların karşısında iki önemli sorun vardı: (1) Bulunan fosillerin bazıları bugün yaşayan hiçbir canlıya benzemiyordu. (2) Fosillerin karakteri içinde bulunduğu kayanın karakterine göre değişiklik arzediyordu. Halbuki İngiliz Robert Hooke (16351703) ve Danimarkalı Niels Stensen (Nicolaus Stenonius veya kısaca Steno: 16381686) gibi fosillerin canlı kalıntısı olduğunu id EVLİYA, BİLİMCİLERİN YANINDA CBT 1281/ 10 7 Ekim 2011 CBT 1281/ 11 7 Ekim 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle