Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Güç yozlaştırır, mutlak güç ise mutlak olarak yozlaştırır! Batı tarihi, yozlaştıran güce karşı verilen mücadeleler tarihidir. Batı toplumları bugün ulaştıkları demokratik düzeyi, insan haklarını, özgürlükleri, refah seviyesini, hukğun üstünlüğünü; despotizme, bağnazlığa ve mutlak güce karşı verdikleri, binlerce yıl süren, uzun mücadelelere borçludurlar. Taşkın Atılgan, taskinatilgan7@hotmail.com agna Carta Libertatum (Latince: “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi”), 1215 yılında imzalanmış bir İngiliz belgesidir. Günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin en önemli basamaklarından birisidir. Kilise, Kral ve toprak sahipleri arasında, kralın yetkileri hususunu karara bağlamak amacıyla imzalanmıştır.Vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten çok, toplum güçleri arasında bir denge ve denetim mekanizması kuran Magna Carta, kralın sonsuz olan yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlamıştır. Magna Carta’nın 39. maddesinde yer alan; “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, A n a y a sa l a r , t o p l u m u n t ü m hapsedilmeyecek, mal kesimlerinin uzlaşarak have mülkünden yoksun bırakılmayacak, zırladıkları sosyal sözleşmekanun dışı ilan edillerdir. Siyasi gücü elinde tumeyecek, sürgün ediltan bir partinin, yalnızca parmeyecek veya hangi l a me n t o d a k i ç o ğ u n l u ğ un a şekilde olursa olsun zarara uğratılmayadayanarak, toplumun diğer caktır” maddesi, Magkesimlerinin taleplerini dikna Carta’nın en kate almadan yapacağı bir önemli maddelerina n a y a s a , is t ik r a r s ız lığ ın v e den biridir. Bu madde sayesinde günüsosyal çalkantıların kaynağı müz hukuk sisteminin olmaya mahkum olacak. temelleri atılmıştır. Bir çok bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafi, kültürel ve siyasi mirası üzerine oturduğu Osmanlı Devleti’nde, padişahların mutlak gücüne halk lehine sınırlamalar koyan anayasal düzenlemeler, ancak, 19. yüz yılın 2. yarısında (I. Meşrutiyet dönemi) ve 20. yüz yılın başlarında (II. Meşrutiyet) yapılabildi. Fakat bu reformlar, yüzyıllar süren mutlak ve keyfi güc altında yozlaşan, yolsuzlaşan devlet, ve özgürlüklerden yoksun, büyük çoğunluğu, toprağı işleyip vergi ödeyip askere gitmekle yükümlü köylü “kullardan” oluşan Osmanlı toplumunu “Avrupa’nın Hasta Adamı” olmaktan ve parçalanıp yok olmaktan kurtarmaya yetmemiştir. Zamanımızda da, Osmanlı’dan miras kalan “kulluk” alışkanlığı ve bununla el ele yürüyen güç yoğunlaşması, mutlak güce doğru, güçlenerek ilerlemektedir. CBT 1281/ 18 7 Ekim 2011 M vergi olarak ödedikleri sürece devam etmelerine izin verilmiş, aksi takdirde toprakları ellerinden alınarak üretebilen başkalarına devredilmiştir (“Eğer aile reisi üç yıl arka arkaya yasal olarak kabul edilebilir hiç bir gerekçe olmaksızın –hastalık, sel, vb.toprağı işletmeyi durdurursa, çiftlik üzerindeki hakkını kaybediyor.” Prof. Halil İnalcık, Doğu Batı II, Makaleler, Sayfa 101). Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedana rakip olabilecek güçlerin ortaya çıkmasına izin verilmedi (Osmanlı topraklarında, “aile çiftliği birimini korumayı öncelikli devlet politikası haline getirmeler sayesinde, küçük hanedanlar görece kolay bir biçimde ortadan kaldırılabilmişlerdir.”, Prof. Halil İnalcık, Doğu Batı II, Sayfa 106). Bu da, uzun vadede, padişahların mutlak güçünü denetleyecek ve kısıtlayacak sosyal güçlerin oluşmasını, Magna Carta benzeri sosyal sözleşmelerin (Anayasaların) ortaya çıkmasını, ve hatta kapitalizmin gelişmesini engelledi. Osmanlı toplumunda, mutlak gücü elinde tutan padişahı dengeleyen ve denetleyen sosyal kurumlar yok gibidir. Padişahın icraatlarının şeriata uygun olup olmadığını denetlemekle görevli Şeyhülislam, genellikle, yapılanlara veya yapılmak istenilenlere kılıf uydurmakla görevlidir ve bu görevini yerine getirmeyen Şeyhülislamlar ya işlerini ya da kafalarını kaybetmişlerdir. Osmanlı’da Padişahın mutlak gücünü dengeleyen tek unsur Allah korkusudur. Tanrıya karşı hesap öbür dünyada verilir, fakat bu dünyada yapılan zulmün, yolsuzlukların, yağmaların, neden olunan açlığın, sefaletin ve işsizliğin, cahil bıraktırılmış milyonlarca insanın durumundan sorumlu bencil siyasetlerin ve siyasetçilerin hesabının bu dünyada verilmesi, tüm bu olumsuzlukların, bu dünyada yaşanmaya devam edilmesinin önlenmesi, toplumun refaha ulaşması için şarttır! Bu da gerçek demokrasi ve onun temeli olan anayasa (toplumsal sözleşme) sayesinde mümkün olur. Özgürlüklerin, yüz yıllar süren mücadelelerle genişletildiği çağdaş demokrasilerde, siyasi gücü ellerinde bulunduranları, sürekli olarak, denetleyen ve dengeleyen, yozlaşmalarını ve anayasal çerçevenin dışına çıkılmasını önleyen anayasal kurumlar; parlamenter muhalefet, yüksek yargı kurumları ve özgür basın yayın, sivil toplum örgütleri, demokrasinin ve özgürlüklerin olmazsa olmaz güvenceleridir. Anayasalar, toplumun tüm kesimlerinin uzlaşarak hazırladıkları sosyal sözleşmelerdir. Siyasi gücü elinde tutan bir partinin, yalnızca parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak, toplumun diğer kesimlerinin taleplerini dikkate almadan yapacağı bir anayasa, istikrarsızlığın ve sosyal çalkantıların kay nağı olmaya mahkum olacak. Bunun için, anayasalar, bir toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği, demokrasinin, özgürlüklerin, kamu yararının, toplumsal adaletin, toplumsal ilerlemenin ve çağdaşlaşmanın önündeki engellerin kaldırılmasının önemini bilen ve takdir eden vizyonerlerden oluşan bir kurucu meclis tarafından, uzlaşarak ortaya konulmalı. Böyle bir süreç neticesinde ortaya çıkarılacak anayasayı siyasi güç karşısında koruyacak, denetleyici ve dengeleyici, siyasi gücü ellerinde tutan yürütmeden bağımsız ve tarafsız kurumların oluşturulması son derece önemlidir. Son referandumla kabul edilen anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi’ni ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu (HSYK), yürütmenin güdümüne sokarak bu kurumların bağımsız ve tarafsız olma ilkesini çiğnemiştir. Böyle oluşturulmuş bir Anayasa Mahkemesi’nin, yürütmenin güdümündeki bir parlamentonun çıkaracağı yasaların Anayasa’ya uygun olup olmadığını denetleyebileceği şüphelidir. Referandumdan sonra yürütmeye yakın isimlerden oluşturulan HSYK’nın, yaptığı ilk icraatlarla, Balyoz ve Ergenekon Davaları’nda bazı tutukluların tahliyesini isteyen yargıçların görevlerinden alınarak başka görevlere tayinleri, bunların ne kadar bağımsız ve tarafsız olduklarının bir göstergesidir. Zamanı geldiğinde, aynı kötü ve taraflı performansı, büyük ölçüde yönetim taraftarlarınca oluşturulan Anayasa Mahkemesi’nden de göreceğimiz kuvvetli bir ihtimaldir. Yönetimin, son haftalarda üst üste çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK); TMMOB gibi meslek örgütleri, doğayı ve tarihi koruma kurulları, Bilimler Akademisi (atayarak bilim adamı yaratma ucubeliği!) gibi kurum ve kuruluşların özerkliklerini ortadan kaldırarak yönetimin güdümüne sokan , gücü tek elde yoğunlaştırma eylemleri, kimsenin aklında en küçük bir kuşku bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır. Bu toplumun, uzlaşarak ulaşılacak, bu ülkenin ve özgürlüklerin önünü açacak, yeni, demokratik bir toplumsal sözleşmeye, Anayasaya, ve yeni demokratik bir siyasi partiler kanununa, parti içi demokrasiyi sağlayacak, lider sultasını sona erdirecek, tüm parti üyelerinin katılacağı önseçimlerle parti yönetimlerinin seçilmesine izin veren siyasi parti tüzüklerine ihtiyacı vardır. Bu toplum, anayasal değişiklikleri, geçen referandumda olduğu gibi, kendi mutlak iktidarlarını kurmak için yapmak isteyen, uzlaşmaz, çoğunlukçu anlayışa sahip (çoğunluk bende istediğimi yaparım anlayışı) zihniyetlere, yeni padişahlara, sivil itaaatsizlik de dahil, tüm demokratik haklarını kullanarak karşı çıkmalıdır. Çünkü, güç yozlaştirir ve mutlak güç mutlak olarak yozlaştirir! Bu da, yoksulluğun, yolsuzluğun, haksızlığın, denetimsizliğin, açlığın, sefaletin, işsizliğin, cehaletin, despotluğun, çöküşün ve parçalanmanın (Osmanlı’da olduğu gibi) devamı demek olacaktır! HSYK ÜZERİNE ŞÜPHE HESAP, ÖBÜR DÜNYADA Osmanlı İmparatorluğu’nu diğer Avrupa ülkelerinden ayıran önemli bir fark da içinde zengin toprak sahiplerini barındırmamasıdır; son dönemlere (Tanzimat dönemi) kadar köylüler padişahların kiracısı gibidirler, kendilerine verilen tarlaları sürüp ektikleri, ürettikleri ve ürettiklerinden bir kısmını AVRUPA’DAN FARKI