Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Bilimin tarihteki özgün rolü Bilimin insanlık tarihindeki rolünün belirlenmesi, büyük bir tartışma konusudur. Bu konunun özellikle tarihsel materyalizm tartışmalarında merkezi bir yeri bulunmaktadır. Osman Bahadır, bahadirosman@hotmail.com K. Marx ve F. Engels, yeni bir sosyal sistemle ilgili temel düşüncelerini Alman deolojisi (1846) adlı kitaplarında açıkladılar. Bu kitapta, onların düşüncelerine yön veren tarihsel materyalizm öğretisi de ilk kez ana hatlarıyla açıklanmıştır. Bu öğretiye göre, toplumsal ve tarihsel gelişmenin ve ilerlemenin temel itici gücü, üretim güçleridir. Çünkü onlara göre, insan yaşamında ve onun toplumsal gelişimi sırasındaki en önemli faaliyet, üretim faaliyetidir. K. Marx ve F. Engels’in bu kitapta dünya görüşleriyle ilgili diğer birçok açıklamanın yanı sıra çok belirgin biçimde şu ifade de yer almaktadır: “Politikanın, hukukun, bilimin vb., sanatın, dinin vb. tarihi yoktur”. (There is no history of politics, law, science etc., of art, religion etc.). (Alman deolojisi, Çev: Sevim Belli, Ahmet Kardam, Sol Yayınları, üçüncü baskı, 1992, s.109). Burada konuya sadece bilimin tarihi açısından yaklaşacağız. Hiç şüphe yok ki, Marx ve Engels bu cümlede “bilimin tarihi yoktur” derken, “bilimin kendine özgü bir tarihi yoktur” demek istemektedirler. Bunu, onların bu kitaptaki ya da başka yazılarındaki yaklaşımlarından anlayabiliyoruz. Dolayısıyla tartışacağımız konu, bilimin kendine özgü veya özerk bir tarihinin olup olmadığı sorunudur. runluluğundan doğdu. Ancak elektriğin teknik uygulanırlığı bulunduktan sonradır ki, elektrik üstüne sağlam herhangi bir bilgi edindik. Ama ne yazık ki, Almanya’da bilimlerin tarihini sanki gökten inmişler gibi yazmak gelenek oldu.” (Selected Correspondence, s. 517). Gerçekte ise ancak elektrik üstüne sağlam bilgiler edinildikten sonradır ki, elektriğin teknik uygulamaları başlamıştır. Faraday’ın magnetizmanın niteliğini, ondan elektrik elde edilebileceği bilgisini ve elektrik akımının bazı özelliklerini kesin olarak anlamasından sonra elektriğin teknik uygulamaları başlayabilmiştir. Maxwell’in elektrik ve fizik teorisinde çığır açan elektromagnetik alan teorisini açıkladığı 1873 yılında, elektrik motoru henüz fabrikalara girmemişti. kincisi, bilimin ekonomiden (ve teknolojiden) bağımsız bir tarihinin bulunmadığı görüşünün yanlışlığıdır. Bilimin ekonomi ve teknoloji ile elbette her zaman çok yönlü ilişkileri ve bağları vardır. Ancak doğa yasalarını anlama faaliyeti olarak bilimin, doğanın giderek daha fazla ve daha iyi anlaşılmasından ileri gelen özerk ve özgün bir tarihi vardır ve üstelik bu tarih bazen ekonomiye bağlı olmakla birlikte birçok durumda ondan büyük ölçüde bağımsızdır. Marx ve Engels, “...ama ticaret ve sanayi olmasaydı doğa biliminin hali nice olurdu?” (Alman deolojisi, s. 47) diye soruyorlar. Biz de şöyle soruyoruz: Doğa bilimleri olmasaydı, ticaretin ve sanayinin hali nice olurdu? Doğa bilimlerinin kendilerine özgü bir tarihlerinin olup olmadığını saptamanın bir yolu, belirli bilimsel keşiflerin yapıldığı ortamların koşullarının araştırılmasından geçer. Yine elektrikten örnek verirsek, elektrik hakkındaki modern bilgiler, yeni bir enerji kaynağı olarak elektriğe duyulan büyük ihtiyacın baskısının ürünü olarak doğmadı. Magnetizma ile elektrik akımı arasında bir ilişki olduğunun bilgisine, rastlantısal bir gözlem (Oersted, 1820) sonucundaki araştırmalarla ulaşıldı ve Faraday’ın mıknatıs çubuklarının hareketiyle sürekli elektrik akımı elde edilebileceğini anlaması ve göstermesiyle de büyük elektrik çağı başladı. Böylece 19. yüzyılın ilkyarısında elektrik çağı ve aynı yüzyılın ikinci yarısında da elektrik makineleri çağı başladığında, buhar makineleri gerçekte daha gelişmelerinin en önemli aşamasında bulunuyordu. Yani elektrik enerjisi ve teknolojisi üretime girdiğinde, buhar makineleri ekonomisi ve teknolojisi, henüz olgunlaşma aşamasındaydı. Buradan çıkartacağımız sonuç şudur; elektrik teknolojisi, ekonominin o günkü ihtiyacından doğmamış, fakat daha üstün bir teknoloji olduğu için, henüz gelişmekte olan buhar makineleri teknolojisinin gelişiminin önüne geçmiştir. Fabrikadaki buhar makineleri teknolojisinin ömrü yaklaşık bir asır sürmüştür. Elektrik enerjisi gelişmemiş olsaydı, ısı enerjisiyle çalışan makine teknolojisi belki ömrünü tamamlamadan önce daha rafine bir nitelik kazanabilecekti. Tarihsel materyalizm öğretisine göre, ekonomi ve üretim güçleri, sosyal gelişimin temel güçleridir. Bilim, düşünce, sanat, siyaset vb. onlardan daha az önemlidir ve sosyal yaşamda genel olarak belirleyici değildir. Bu bakış açısı, insanın iradi davranışlarının bazı tarihsel sınırlılıklarını doğru tahlil etmekle birlikte, bir buçuk asır boyunca, bilimin, düşüncenin, insan haklarının ve siyasi demokrasinin küçümsenmesine yol açmıştır. Çünkü bu öğreti, asıl etkenlerin değişmesiyle ikincil etkenlerin de doğal (ve kolay) olarak değişeceğini öngörmekte ve ummaktadır. Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Eposta hayatımızı kolaylaştıran en önemli dijital unsurlardan. Ancak bir o kadar da zaman ve emek harcamamıza neden oluyor. 11 Kasım’da bir günlük “ara vermek” belki hepimize iyi gelecek! 11.11.11Epostasız Bir Gün! 11 Kasım 2011 gibi özel bir günde (11.11.11) özel bir şey yapmak istiyorsanız, alternatiflerden birisi de Paul Lancaster (@lordlancaster) tarafından tüm dünyada organize edilen “epostasız bir gün” etkinliğine katılmak olabilir. Yapacağınız şey çok kolay : 11 Kasım günü epostanıza dokunmayın! Yaygın olarak tükettiğiniz şeylerle aranıza zaman zaman sınır koyabiliyor musunuz? Geçtiğimiz günlerde ABD’de yaşayan bir dostum tatil için Türkiye’de idi. “Uzun zamandır ilk kez iPhone’suz bir hafta geçiriyorum” dedi. Bu tür bağımlılıklara, “zararsız” olduğu için tolerans gösteriyoruz ancak zaman zaman kendimizi bir deneyip, bağımlılık düzeyimizi görmekte de fayda var. “Epostasız bir gün” bu türden bir etkinlik. Lancaster, bu gün boyunca eposta göndermemenizi, size gelen epostaları açıp, okumamanızı öneriyor. Söylemesi kolay ama yapması? Eposta sistemi 1971 yılından beri var. Geçtiğimiz aylarda kırkıncı yılı kutlandı. 2010 yılına ait bazı global veriler ise epostanın geçen kırk yıla karşın hala en önemli dijital ögelerden birisi olduğunu gösteriyor. Bir o kadar da dertli. Şöyle ki: 2010 yılında dünyada toplam 107 trilyon eposta gönderilmiş. Toplam eposta kullanıcı sayısı ise 1 milyar 880 milyon kişi (bu sayının dörtte biri kurum). Her gün dünya çapında 294 milyar tane eposta gönderiliyor. İşin kötüsü bunun 262 milyar tanesi (yaklaşık %90’ı) işe yaramaz, spam denilen epostalar. Bu istatistikler çok düşündürücü. Gönderilen her on epostanın dokuzunun işe yaramaz olması sadece internet iletişim hatlarını ve posta kutularının saklandığı sabit disklerini meşgul etmiyor. Bu epostaları alan bireylerin de değerli zamanlarını alıyor. Sadece başlığına bakıp işe yaramadığına karar vererek siliyor olsanız bile bir eposta kutusunun temizlenmesi günde en az on, onbeş dakika alacaktır. Posta kutularını yönetmek oldukça kritik bir iş. Eğer düzenli olarak eposta aldığınız kaynakları belli bir modele göre kategorize edip, tasnif etmiyorsanız (örneğin belli bir konuda üyesi olduğunuz bir haberleşme listesinden gelen epostaları ayrı bir klasöre aktarmıyorsanız) gelen epostaların tamamı gelen kutusunda birikeceğinden bunları okumak da apayrı bir sıkıntı konusu olacaktır. Eposta sisteminin güçlü yanları olan hızlı ya da kolay olması aynı zamanda birer dert kaynağı da olabilmekte. Hızlı ve kolay olması, gönderilen milyarlarca epostanın yüzde doksanının gereksiz epostalardan oluşmasında önemli etkenlerden. Eposta hayatımızı kolaylaştıran en önemli dijital unsurlardan. Ancak bir o kadar da zaman ve emek harcamamıza neden oluyor. 11 Kasım’da bir günlük “ara vermek” belki hepimize iyi gelecek! Yukarıdaki cümlede çok temel iki sorun bulunmaktadır. Birincisi, bilimin (ve diğer bazı etkinliklerin) tarihinin olmadığı söylenirken, teknoloji tarihi için böyle bir çıkarımda bulunulmamaktadır. Gerçi cümlede vb. ibaresi bulunduğu için, tarihi bulunmayan başka etkinliklerin varsayılmış olduğu da ileri sürülebilir. Ama biz teknolojinin bu etkinlikler içinde olmadığını biliyoruz. Zaten Marx ve Engels’in bu ifadelerindeki amacı, sosyal tarihi asıl yapan gücün ekonomi ve teknoloji olduğunu belirtmektir. Onlara göre, bilim, siyaset, hukuk, din, sanat vb. gibi etkinlikler, üretici güçlerin esasını oluşturan ekonomik ve teknolojik güçlerden etkilenir ve onların üzerinde yükselir. Teknoloji, sağladığı araçların gündelik sosyal yaşam içindeki kullanım yaygınlığı ve önemi bakımından bilimden daha etkin gibi görünebilir. Ama bu sadece gerçeğin ön planda görünen bir yönüdür. Çünkü gerçekte gelişmesinin her aşamasında teknolojiyi var eden şey bilimdir. Bilim olmadan teknoloji olmaz. Dolayısıyla eğer bir tarihsel ilişkiden söz etmemiz gerekirse, teknoloji tarihi de bilim tarihinin ayrılamaz bir parçasıdır. Bu nedenle söz konusu cümlede bilimin insanlık tarihindeki rolü ve önemi, teknoloji (ve ekonomi) lehine küçümsenmektedir. Engels, bir başka yazısında şunları söylüyor: (1894) “...teknik, bilimin durumuna büyük ölçüde bağımlıysa, bilim de tekniğin durumuna ve gereksemelerine daha da çok bağımlıdır. Toplumun teknik bir gereksemesi varsa, bu, bilimin ilerlemesine 10 üniversiteden daha çok yardım eder. Bütün hidrostatik (Toriçelli vb.) 16. ve 17. yüzyıllarda, talya’da dağlardan inen akarsuları düzenleme zo B L M N ÖZGÜN TAR H YOK MU? CBT 1283/ 13 21 Ekim 2011