24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PİRİ REİS’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ: Yerbilimleri deniz araştırmalarının dramı Piri Reis araştırma gemisinin apar topar Kıbrıs açıklarında hidrokarbon araştırmasına gönderilmesi ülkemizdeki yerbilimleri deniz araştırmalarını gündeme getirmiştir. Bu konunun kanayan bir yara olduğunun kamuoyu tarafından bilinmesi tedavi için yararlı olur diye bu kısa yazıyı kaleme alıyorum. Prof. Dr. Naci Görür, İTÜ Öğretim Üyesi, gorur@itu.edu.tr (DAP)” çok başarılı oldu, ülkemizin birçok denizinde jeolojik ve jeofizik araştırmalar yapıldı. Ancak, ne acıdır ki MTA’nın gemi ve teknik destek katkısıyla denizlerimizde yürütülmüş olan bu planlı ve programlı çalışmalar 2002 yılında TÜBİTAK’ın özerkliğini kaybetmesiyle sona erdi. Personel ve Altyapı Eksikliği Türkiye’nin çok sayıda jeoloji, jeofizik ve deniz bilimleri bölümleri olmasına rağmen dünya deniz bilimleri ve teknolojisine katkısı cılızdır. Henüz daha etrafımızı çevreleyen denizlerin jeolojisi yeterince bilinmiyor. Bunun en önemli nedeni uluslararası nitelikteki araştırmacı sayısının eksikliğidir. Deniz araştırmaları sadece iyi bilim adamlarıyla da yapılamaz; iyi deniz teknisyenlerine de ihtiyaç vardır. Ülkemizde maalesef böyle bir meslek dalı yok. Bizde deniz teknolojisi denilince akla denizlerde yapılan mühendislik yapıları gelir. Halbuki deniz teknolojisiyle deniz araştırma ve işletmesinde kullanılacak alet, cihaz ve yöntemlerin bulunup geliştirilmesi anlaşılmalıdır. Ayrıca, donanımlı araştırma gemisi ve veri işleme laboratuarları da yeterli değil. Her ne kadar deniz araştırmalarındaki yetersizliğimize mazeret olarak esas bunların olmayışı gösteriliyorsa da, kanaatimce asıl sorun araştırma kültürünün olmayışı ve istenilen nitelikteki araştırmacı sayısının azlığıdır. Unutmamak gerekir ki eldeki mevcut gemilerin yeni olduğu dönemlerde de ülkemizde deniz araştırmalarında harikalar yaratılmadı. Sonuç ve Öneriler Türkiye Cumhuriyeti bugün Kıbrıs Rum kesimi nedeniyle, yarın de başka bir nedenle denizel milli menfaatlerimize ters bir oldubittiyle karşı karşıya kalabilir. Özellikle, Ege Denizi gözönüne alınırsa bu tür sorunların sık sık ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Onun için Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ülkemizi çevreleyen denizlerimizin kökeninin, yapısının, jeolojik evriminin, doğal afet potansiyellerinin, canlı ve cansız kaynaklarının yaşamı destekleme kapasitesinin bilimsel olarak araştırılmasını desteklemeli ve bunların ciddi bir ulusal program çerçevesinde yapılmasını sağlamalıdır. Bu günkü Kıbrıs olayı Piri Reis ile bayrak göstermek suretiyle belki halledilebilir ama yarın Ege Denizi üzerinde hak iddia edeceğimiz milli menfaatlerimiz için böyle bir yaklaşımın işe yaramayacağı kesin. Türkiye’de her üniversiteye veya kuruma gemi almaktan vazgeçilmeli. Çünkü hiçbir kurum gemisini etkin bir şekilde kullanamamaktadır. Zamanla gemiler kurumlar için dert olmakta, ne bakımı ne de tamiri yapılabilmekte. Bunun sonucunda da ya limanlarda çürümeye ya da amaç dışı kullanıma itilmektedir. Araştırma gemileri tek bir kurumun çatısı altında toplanmalı. Bu kurum geminin tüm bakım ve işletmesinden sorumlu olmalı, ciddi bilimsel süzgeçten geçmiş projelere hem gemiyi tahsis etmeli hem de kaynak vermeli. Böylece üniversitelerin üzerinden büyük bir yük kalkacak, projesi onaylandığı takdirde hem maddi desteğe hem de gemiye kavuşacaktır. Destek ve tahsis tek bir merkezden olacağı için araştırmalar daha kolay koordine edilecek, gemiler 365 gün çalışacak ve vergi mükelleflerinin parası çarçur edilmeyecektir. Böyle bir organizasyon için belki de özerk bir TÜBİTAK en uygun kurumdur. Hekimlik mesleğinin bugünkü durumu Prof. Dr. Rana Yavuzer Anadolu, Türk Dermatoloji Derneği YK Üyesi, ATO Hekim Meclisi Üyesi profdrranaanadolu@gmail.com Durum: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, Türk hekimlerinin mesleklerini serbest olarak icra etmeleri engellenmekte, çeşitli yollardan ve büyük ölçüde kısıtlanmakta. 1 Tıp fakültelerinden mezun olan bütün genç doktorlar, devlet bursu almadıkları halde, zorunlu devlet hizmetine gitmek zorundadır. İki yıllık ve kura ile gönderildikleri bu yükümlülüklerini tamamlamadan diplomaları kendilerine verilmiyor. Asistanlar yani uzmanlık öğrencileri de aynı durumda. Uzman olur olmaz çalıştıkları kurum ile ilişikleri kesilerek isimleri zorunlu hizmet kurası torbasına atılıyor. 2 Kamu hastaneleri, kamu kurumları veya üniversitede tamgün çalışan hekimler; düşük temel maaş ve yetersiz özlük haklarına ek olarak performans adı verilen yeni bir sultanın altına alındı. Yani; parça başı hesabı ile baktıkları hasta sayısı, tıbbi işlem sayısı üstünden maaşa bağlandılar. Nitelik, kalite, zorluk, emek ve ekspertiz artık önemli değil. 3 SGK ile anlaşması olan özel hastane ve benzeri kuruluşlarda çalışan hekimlere önemli kısıtlamalar getirildi. Benzer uygulama ve kısıtlamalar kamu ile alakası olmayan özel hastane, tıp merkezi, poliklinik vb kuruluşlarda çalışanlar için de uygulanmakta. Özel sağlık kuruluşlarına Devlet eliyle sözde kadrolar tahsis edilerek; çalıştıracakları hekimlerin sayı, nitelik, çalışma biçimleri, hatta ücretlendirmeleri kontrol altında tutulmakta. 4 Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile; 657 sayılı yasaya tabi devlet hastaneleri ve kamu kuruluşlarında çalışan hekimler, 2547 sayılı yasaya tabi üniversite öğretim üyesi hekimler ve Askeri hekimlerin mesleklerini, çalıştıkları kurumlar dışında serbest olarak icra etmeleri engellendi. Buna; mesai dışı saatlerde yapılan tüm mesleki faaliyetler dahil. 5 Üniversite öğretim üyelerine sözde bir ayrıcalık tanınarak; üniversite içinde idari görev almamak, döner sermayeden pay almamak ve özellikle de döner sermayeye katkısı olacak hasta bakmak, ameliyat, işlem yapmak vb’ den kaçınmak koşulu ile, mesai saatleri dışında serbest çalışma hakkı verilmiş gibi görünmekte. Ancak bu tuhaf görev kısıtlamalarının nasıl uygulanacağı bilinmiyor. 6 Hekimlerin serbest çalışma hakları sadece kamu mensubu olanlarla da sınırlandırılmadı. Şu anda hiçbir münferit serbest muayenehane, tıp, dal merkezi vb açılması ile ilgili izin başvurusu sonuçlandırılmıyor. Yani de facto olarak tek veya bir grup hekimin kendi işyerlerini açmaları tamamen engellendi. Özetle; ülkemizde artık hekimlik mesleğinin serbestçe icra edilmesi mümkün görünmüyor. Karar mercileri, yurt dışından, eğitim, eşdeğerlik ve yetkinliği meçhul, yabancı hekimlerin ülkemizde çalışmasına izin veren yasaları hızla çıkartmakta. Bu da halkımız açısından endişe verici bir tutumdur. Konu; tam gün, yarım gün, muayenehane, devlette çalışma vs değildir. Konu tıp mesleği mensubu bir hekimin artık mesleğini kendince uygun gördüğü şekilde ve serbestçe yapamaması gerçeğidir. Örnek: Avukat ya da bir mimar, eczacı, sanatçılara, mesleğini sadece şurada ve bu koşullar altında yapacaksın, aksi halde çalışamazsın, hatta sana diplomanı vermeyiz, işyeri açtırmayız, özel sektörde istihdamına engel çıkarırız, olmadı senin işini yapacak adamı yurtdışından getiririz nasıl denebilir? Nedenleri: 1 Popülist politikalar ile halka şirin görünmek ve halkımızın çoğunluğunda; sağlık hizmetlerinin sunumu ve alınımı açısından kısa vadeli, geçici ve yalancı bir hoşnutluk yaratarak daha fazla destek (oy) almak. 2 Türk hekimlerine, KHK ve yönetmelikler ile boyunduruk altına alarak, düşük ücret ve kötü özlük hakları ile çalışmaya mecbur bırakıldıkları kamu ya da özel hastaneler dışında hiçbir çalışma olanağı ve seçeneği vermemek. 3 Hekimlerin mesleklerini serbest olarak icra etmelerini kati olarak engellemek. 4 Hazırlıkları süren KHK’ler ile “Kamu hastaneleri birliği”ni oluşturulacak. Amaç: Seçme ve söz hakkı olmaksızın, ucuz iş gücü haline getirilen, ve ağır çalışma koşullarına tabi kılınan hekimleri içine zorla tıkıldıkları hastaneler ile birlikte; ulus aşırı şirketlere satmak ve büyük gelirler elde etmektir. Bu Durumun Olası Sonuçları: 1 Halkımızın sağlık ve esenliği, şirketlerin kâr hesaplarına ve yeterliği meçhul yabancılara emanet edilecek. 2 Hekimlik ülkemizde artık tercih edilip, sağlıklı bir biçimde icra edilecek meslek olmaktan çıkacak. 3 Orta ve uzun vadede tıp mesleği ve uygulamaları standartları yerle bir olacak. 4 Bütün bunların ceremesini Türk halkı çekecek, hastalıklarına şifa bulamayacak. Hasta ve hastalık bir ticari meta muamelesi görecek, tıp mesleğine has tüm insani öğeler ortadan kalkacak.. T ürkiye’de, maalesef, yerbilimleri deniz araştırmaları hiçbir zaman uluslararası nitelik, standart ve ölçütlerde olamamıştır. Bunun çeşitli nedenleri var ama en önemlileri yapılanma, program, personel ve altyapı eksiklikleridir. Yapılanma Eksikliği Ülkemizde, deniz araştırmalarının plan, program ve koordinasyonu 1738 sayılı yasa gereğince Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’na (SHOD) verilmiştir. Bu kurum iyi niyet ve çabalarına rağmen bu işi hakkıyla yapamamaktadır. Senede bir sefer topladığı 15 farklı Bakanlık ve kurum temsilcilcisiyle böylesi araştırma odaklı, akademik bilgi ve beceri gerektiren bir görev zaten başarılamaz. SHOD’un dışında deniz araştırmalarına yön veren bir kurum da TÜBİTAK’tır. Bu kurum sadece finanse ettiği projeleri koordine etmekte ve izlemektedir. Yerbilimleri deniz araştırmaları sahada bizzat MTA ve üniversiteler tarafından yapılıyor. MTA çoğu kez kendi başına, bazen de üniversitelerle birlikte başarılı deniz araştırmalarına imza attı, ama hiçbir zaman Türkiye denizleri ile ilgili yoğun bir program icra edemedi. Deniz araştırmaları yapan üniversiteler arasında ağırlıklı olarak İTÜ, Dokuz Eylül (DEÜ), Orta Doğu Teknik (ODTÜ) ve İstanbul Üniversitelerini (İÜ) sayabiliriz. İTÜ hariç, bütün bu üniversitelerin araştırma gemileri vardır. Bir bakıma en büyük sorun da burada. Devlet gemiler için yeterince bütçe vermiyor. Bırakın denizlerimizde ciddi bilimsel araştırmalar yapmayı, verilen paralarla gemilerin normal bakımları bile yapılamıyor. Hal böyle olunca da senede 365 gün durmadan çalışması gereken gemiler arıza ve alet eksikliği gibi nedenlerle limanlarda yatıyor. Bu acıklı durum, maalesef üniversiteleri istemedikleri bir arenaya itmektedir: müteahhitlik. Gerçekten uzun yıllardır en ciddi üniversitelerimiz bile ödenek sıkıntısı nedeniyle piyasa şirketleri gibi çalışmaktadır. Program Eksikliği Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye Cumhuriyeti’nin, maalesef, taraflarca kabul edilmiş, çağdaş bir “ulusal deniz araştırmaları programı” yoktur. Bu eksikliğin en güzel örneği Marmara Bölgesi’nin 1999 yılından itibaren Marmara Denizi kaynaklı büyük bir deprem tehdidi altına girdiği zaman görüldü. Bu denizin altındaki fay sistemi İTÜ’nün önderliğinde uluslararası bilim camiasının gayretleriyle ayrıntılı olarak incelendi. MTA hariç, afetten sorumlu hiçbir devlet kuruluşunun bu konuda dişe dokunur bir katkısı olmadı. Türkiye’de Devlet destekli yerbilimleri deniz araştırmaları maalesef ancak 1996 yılında TÜBİTAK bünyesinde başlatılabildi. 19962003 yılları arasında uygulanan “Ulusal Deniz Araştırma Programı CBT 1282/ 19 14 Ekim 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle