24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Evrim teorisinin Türkiye’ye girişi Evrim teorisinin ülkemize girişinde bir biyoloğumuzun rolünün bulunmaması ve bu teorinin bilimsel kavramlarla ilk açıklanışının onu reddeden bir kimse tarafından yapılmış olması, ülkemiz biyoloji tarihinin üzüntü veren yönlerinden biridir. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com E resi ise % 98 dir. H.Baloğlu, son yıllarda üzerinde çok durulan moleküler belirteçler üzerinde durdu. Bunların başında BRAF gen mutasyonu gelmektedir. BRAF ileri yaşlarda ve erkeklerde sık görülmekte olup, papiller tiroid kanseri için çok spesifik bir bulgudur. RET mutasyonu genç yaşta ve lenf bezi yayılımlarında (metastaz) görülür ve hastalığın seyrinin iyi olmayacağını gösterir. PAX8/PPARy folliküler lezyonlarda bulunur ve damar invazyonunu belirler. Ö.Makay, tiroid kanserine özel, moleküler belirteçlerin cerrahinin planlanmasında, ilk cerrahi ile sonuca varılmasında, tanı amaçlı tiroidektomilerin azalmasında ve kuşkulu İİAB sonuçlarına destek olması bakımından yararlı olabileceğini belirtti. BRAF V600E ve RET İİAB de (+) olması, papiller tiroid kanseri tanısını destekler ve cerrahi tedavi gerekir. M.Düren, klasik tiroid cerrahisinin temelinin XX.yy başlarında Theodor Kocher ile atıldığını ve halen aynı ilkeler doğrultusunda devam ettiğini belirtti. 1986 yılında ilk endoskopik paratiroidektomiden sonra, 1997’de Huscher endoskopik tiroid lobektomisini yapmıştır. Klasik 68 cm.uzunluğundaki tiroid cerrahi kesisi daha küçültülerek 2.53.0 cm.lik kesilerden tiroid cerrahisi uygulanmaya başladı. Minimal invaziv (video yardımıyla) cerrahi yapılabilmesi için, tek nodül ve bu nodülün 35 mm.den küçük, papiller tiroid kanserinin 1.0 cm.den ve tiroid hacmininde 20 ml.den az olması gerekmektedir. Kendisinin tiroid cerrahisi uyguladığı 1121 hastadan sadece 183’üne (% 16) minimal invaziv cerrahi yapılabildi. Boyunda hiç iz kalmaması amacıyla, koltuk altına yakın kesi ile deri kaldırılıp boyuna ulaşılarak yapılan robotik cerrahi ise, uzun sürdüğü, pahalı olduğu ve çok seçilmiş hastalarda uygulanabildiği için henüz yaygın bir kullanım alanı bulamadı. Nükleer Tıbbın Önemi İ.Uslu, tiroid kanseri nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan hastaların büyük bir kısmında, kalan tiroid dokusunun ortadan kaldırılması, uzak yayılım veya lenf bezi tutulumlarının tedavisi amacıyla radyoaktif iyot (RAI) kullanıldığını belirtti. Ayrıca hastalığın evrelemesi veya cerrahi sonrasında izlenmesinde de nükleer tıp büyük yarar sağlar. 1.0 cm.den küçük, birden fazla odaklı ve BRAF () olan hastalarda önerilmez. Kalan tiroid dokusunun ortadan kaldırılması (ablasyon) amacıyla, düşük riskli hastalarda 30100 mCi, yüksek riskli hastalar da 100200 mCi RAI önerilir. Hedefe Yönelik Tedavi ; Yeni Kemoterapi İlaçları: M.Benekli, tiroid kanserlerinin % 80’inin iyi diferansiye (papiller) kanser olduğunu ve bunların çok iyi seyirli olup, uzun bir yaşam sağladığını bildirdi. Pek çoğunda total tiroidektomi, cerrahi sonrasında radyoaktif iyot (RAI) ile uzun süreli sağ kalım sağlanır. RAI iyot alamayan, lenf bezi ve uzak metastaz yapan ileri evre kanserlerde, başarı oranı düşüktür. Tiroid kanserlerinde etkili bir kemoterapi ajanı yoktur. Son yıllarda “tirozin kinaz inhibitörleri” üzerine çok yoğun çalışmalar vardır. İyi diferansiye (papiller ve folliküler) kanser tedavisinde kullanılan “Sorafenib” bunların başında gelir. Hücre proliferasyonu ve anjiogenezi etkiler. Bu ilaçlarda tam bir yanıt alınamaz. % 2030 kısmi bir yanıt alınır, hastalık ilerlemez ve sağ kalım uzar. Döküntü, kilo kaybı ve yorgunluk gibi yan etkileri vardır. Bu ilaç ülkemizde bulunuyor. Yine bir tirozin kinaz inhibitörü olan “Vandetanip” medüller tiroid kanserinde kullanılır, sağ kalımı uzatır, fakat henüz ülkemizde yoktur. “Motesanip” ise henüz klinik kullanıma girmedi. M.Tuncel, I131 SPECTBT görüntüleme yöntemlerinin olumlu ve üstün yanları üzerinde dururken, T. Atasever, iyot () ve tiroglobulin değeri yüksek olan hastalarda, metastaz odaklarının belirlenmesinde FDGPETBT’nin çok başarılı olduğunu bildirdi. Douglas Van Nostrand (Washington Hast.Nükleer Tıp Merkezi) ise I124 PETBT ile daha duyarlı tomografik görüntüler elde edildiğini ve iyi diferansiye tiroid kanserlerinde fonksiyon gösteren daha çok metastaz odağının saptandığını vurguladı. Sonuç olarak, tüm dünyada ve ülkemizde daha da belirgin olarak tiroid kanseri görülme oranı artmaktadır. Bunda tanı yöntemlerindeki (USG, İİAB vb.) gelişmeler ve erken evrelerde hastalığın tanınması en önemli etkendir. Gen mutasyonlarının değeri artarken, yeni geliştirilen tirozin kinaz inhibitörleri, ileri evre ve metastaz yapmış kanserlerde umut ışığı olmaktadır. MİNİMAL İNVAZİV ROBOTİK CERRAHİ GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİNDE GELİŞMELER CBT 1282/ 13 14 Ekim 2011 vrim düşüncesinin bizdeki geçmişi eskidir. Ancak evrim teorisi ülkemizde, bilimsel niteliğiyle ilk kez İkinci Meşrutiyet döneminde savunulabilmiştir. İkinci Meşrutiyet döneminden önce de popüler düzeyde evrim teorisinden söz eden, onu kısmen ve çekinerek savunanlar, sırasıyla, Ahmed Mithad Efendi (1873), Şemseddin Sami Bey (1874) ve Hoca Tahsin Efendi (1880) olmuştu. Fakat her üç yazar da düşüncelerini çekinerek ve ihtiyatlı bir biçimde savunmuş olsalar bile evrim teorisini destekleyen bu yazılarından dolayı iktidarın ve dinci basının baskılarına maruz kalmışlar, dinsizlikle suçlanmışlar ve görüşleri yüzünden yaşamlarında büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Bunun yanı sıra çok ironik olan bir gerçek de, evrim teorisinin temel kavramlarının ve en önemli bölümü olan doğal seçilim teorisinin bizde ilk kez, evrim teorisine de, doğal seçilim teorisine de karşı olan bir kimse tarafından açıklanmış olmasıdır. Hukukçu, tarihçi ve siyasetçi Ahmed Cevdet Paşa’nın oğlu olan ve ülkemizdeki ilk termodinamik kitabının yazarı Ali Sedad Bey, bu kitabının bir bölümünde evrim teorisini ele almış, bu teoriyi ve doğal seçilim teorisini bilimsel yönleriyle açıklamıştır. Bu nedenle evrim teorisi ülkemizde kendi özgün kavramlarıyla ve bilimsel niteliğiyle ilk kez, ona karşı bir insan tarafından (1882 yılında) açıklanmış olmaktadır. Evrim teorisinin savunularak bilimsel bir biçimde açıklandığı ilk kitap ise, Subhi Edhem Bey’in Darwinizm (1911) adlı kitabıdır. İkinci Meşrutiyet döneminin nispeten özgür ortamında yayımlanmış bu kitaptan sonra da çeşitli makalelerde evrim teorisinin savunulmasına rastlanmaktadır. Bu teorinin açıkça savunulmasının İkinci Meşrutiyet dönemine kalmasının nedeni çok açıktır. İnsanlar düşüncelerini ancak bu dönemde artık nispeten rahat olarak açıklayabilmektedirler. Ancak belirtmemiz gerekmektedir ki, İkinci Meşrutiyet’te ve hatta Cumhuriyet döneminin önemli bir bölümünde evrim teorisi, konunun uzmanı olmayan kimseler tarafından açıklanmış ve savunulmuştur. Bizim şimdiye kadar saptayabildiğimiz mevcut yazılar çerçevesinde, İkinci Meşrutiyet döneminde evrim teorisini savunan dört yazardan biri veteriner, biri tıp doktoru ve ikisi de sosyologdur. Cumhuriyet döneminde 1944 yılına kadar bu teoriyi açıklayan ve savunan yazarlardan ise sadece biri zoolog olarak konuyla ilgilidir (Raymond Hovasse). Di ğer sekiz yazardan üçü tıp doktoru, ikisi sosyolog, biri psikolog, biri tarihçi (H.G.Wells) ve biri de eğitimcidir. Görüldüğü gibi, evrim teorisinin 1944’e kadar olan bizdeki zayıf literatürü, bir bilimsel uzmanlık alanının çalışma konusu ve ürünü de değildir. (Ülkemizde ilk doğa tarihi müzesi, MTA bünyesinde 1935 yılında kuruldu. Fakat o tarihten çok uzun zaman sonrasına kadar da ikinci bir doğa tarihi müzesi olmadı.) Bu gerçekler de evrim teorisinin ülkemize giriş koşullarının önemli bir özelliğidir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, evrim teorisi İkinci Abdülhamid döneminin baskıcı ortamında serbestçe ve yeterince yayımlanma imkânı bile bulamamış, İkinci Meşrutiyet döneminin fikir özgürlüğü ortamında bazı öncü yazarlar tarafından açıklanma imkânına kavuşmuş, fakat yine de yeterince bilimsel ve yaygın bir nitelik kazanamamıştır. Evrim teorisinin Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki ilk savunucuları: Ahmet Mithad Efendi ve İbrahim Alaaddin (Gövsa) Cumhuriyet döneminde (19231944 yılları arasında) bu teorinin savunulması önünde düşünsel ve siyasi hiçbir engel kalmamasına rağmen, savunucularının konunun uzmanları olmamaları nedeniyle teori yine gerekli derinlikte açımlanamamıştır. (Burada kastettiğimiz zayıflık, elbette moleküler biyoloji ve genetik biliminin 19231944 dönemindeki henüz yeterince gelişmemiş olan uluslararası düzeyinden bağımsız olarak düşünülmemelidir. 1944 yılı, biyolojik evrim teorisinin gelişiminde önemli bir tarihtir. Bu yıl içinde, genlerden proteinlere olan bilgi akışının tek yönlü olduğu, yani canlı türlerinde sonradan kazanılmış özelliklerin bir sonraki kuşağa geçirilemeyeceği gösterildi. Bu bulgu, Lamarkçılığın kesin sonunu getirdi.) Bazı sorunlarla ilgili bu dönemdeki bilimsel belirsizlik, yazarların yazılarının içeriğinden de açık olarak anlaşılabilmektedir. Evrim teorisinin Türkiye’ye girişindeki koşulları, fikir açıklama özgürlüğünün ve biyoloji bilimlerinin (ve kurumlarının) yokluğu veya azlığı belirlemiştir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle