24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Ortalama IQ Neden Kimi Yerlerde Daha Yüksek? Yoksa ortalama zekâ yüksekliği, doğrudan doğruya bulaşıcı hastalıklarla yakından mı ilgili? Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Rüzgâr enerjisi Türkiye’de artık ciddi bir enerji altsektörü olma yolunda en fazla yol alan, ciddi yatırım çeken bir alan. A kıllı olmak biz insanlara en pahalıya mal olan şey. Söz konusu pahalılık parasal bağlamda olmaktan çok, tüm canlılar için yaşamsal bir unsur olan enerji açısından geçerli. Bir araştırma, yeni doğan insanların kalorilerinin yaklaşık yüzde doksanını beyinlerini geliştirmeye ve çalıştırmaya harcadıklarını ortaya koydu. (Erişkinlik döneminde bile insan beyni enerjisinin dörtte bir kadarını harcıyor.) Beynin gelişmekte olduğu çocukluk döneminde beklenmedik bir enerji harcaması ortaya çıktığında bunun bedelini beyin ödüyor. Bulaşıcı hastalıklar gelişmekte olan bir beyinden büyük miktarlarda enerjiyi alıp götürüyor. Bu görüş zaten Corey Fincher, Randy Thornhill ve Christopher Eppig’in insan zekâsının küresel boyutta sergilediği farklılıklarla ilgili raporu yayımladıklarında öne sürdükleri bir görüş. Çok sayıda araştırma, ortalama IQ düzeyinin dünya üzerinde, gerek farklı uluslararasında gerekse ulusların kendi içlerinde, farklılıklar gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu tartışmanın temelinde, söz konusu farklılıkların genlerden mi, çevreden mi, yoksa her ikisinden mi kaynaklandığı sorusu yatıyor. Daha yüksek IQ okulda daha yüksek notlar, daha yüksek düzeyde bir eğitim, daha iyi bir sağlık, iş dünyasında daha üstün bir performans, daha yüksek maaş ve daha düşük bir obezlik riski gibi birtakım önemli unsurları da beraberinde getiriyor. Bu yüzden zekâ farklılıklarının daha iyi anlaşılması yukarıda belirtilen unsurların da daha iyi kavranmasına olanak sağlayabilir. Fincher, Thornhill ve Eppig’in araştırmasından önce çok sayıda bilim insanı IQ düzeyinin dünya üzerindeki farklı dağılımıyla ilgili birtakım açıklamalar getirdi. Nigel Barber IQ farklılıklarının öncelikle eğitimdeki farklılıklardan kaynaklandığını öne sürüyordu. Donald Templer ve Hiroko Arikawa daha soğuk iklimlerde yaşam koşullarının daha zorlu olması yüzünden evrimin bu bölgelerde yaşayanlara daha yüksek bir IQ ayrıcalığı tanıdığına inanıyordu. Satoshi Kanazawa ise, evrimin insanların evrimsel başlangıç noktası olan Sahra altı Afrika’sından uzak bölgelerde yaşayanlara daha yüksek bir IQ verdiğini, bizleri atalarımızın topraklarında zorlanmadan yaşayabileceğimiz biçimde donattığını öne sürüyordu. Ancak insanlar daha uzaklara göç ettiklerinde ortam giderek daha güçleşiyor ve yaşamın sürdürülmesi için evrimin zekâ düzeyini yükseltmesi gerekiyordu. rin en iyi belirleyicisi olduğunu gözler önüne serdiler. Christopher Hassall ve Thomas Sherratt tarafından kısa bir süre önce çok daha gelişmiş istatistiksel yöntemlerden yararlanılarak yapılan araştırma da, ortalama ulusal IQ düzeyini gerçekte belirleyen tek önemli unsurun bulaşıcı hastalıklar olabileceği sonucunu doğurdu. Bu görüşü destekleyen sonuçlar yalnızca farklı ulusların ele alındığı araştırmalardan değil, bireylerin incelendiği araştırmalardan da geldi. Örneğin, çeşitli araştırmalar bağırsak kurdu olan çocukların daha sonraki evrelerde IQ düzeylerinin daha düşük olduğunu ortaya koydu. Atheendar Venkataramani’nin araştırması da, Meksika’da sıtmanın köklerini kurutma programlarının hedef alındığı bölgelerde IQ düzeylerinin öteki bölgelere kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Ancak uygulamada bu durum, insan zekâsının değişebilir olduğu anlamına geliyor. Dünya üzerinde IQ düzeyiyle ilgili farklılıklar büyük ölçüde çocukluk döneminde yaşanan bulaşıcı hastalıklardan kaynaklandığına göre, o zaman hastalıklara yakalanma olasılığının azaltılması sonucunda IQ düzeyinin de artması gerekiyor. Elde edilen bulgular son derece önemli olsa bile, araştırmanın kısıtlamaları da yok değildi. Araştırmada eğitimin etkileri olabildiğince ayrıntılı bir biçimde ele alındı. Ancak asıl yapılması gereken çözümlemenin, tercihen standartlaştırılmış zorunlu bir eğitimin uygulandığı, tek bir ulus içindeki farklı bölgelerde yinelenmesiydi. Bunun için ABD seçildi ve ülkenin farklı eyaletlerinde ortalama IQ düzeyinin farklılıklar gösterdiği görüldü. (IQ düzeyi Massachusetts, New Hampshire ve Vermont eyaletlerinde en yüksek iken, Kaliforniya, Louisiana ve Mississippi’de en alt sınıra yakındı.) Bulaşıcı hastalıklar eyaletlerde ortalama IQ düzeyinin en kusursuz belirleyicisi olarak yine karşımıza çıktı. En düşük IQ düzeylerine sahip beş eyalette bulaşıcı hastalık oranlarının en yüksek IQ’lu eyaletlere kıyasla daha yüksek olduğu görüldü. Tüm bunlar bulaşıcı hastalıkların insan zekâsının dünya çapında sergilediği farklılıkların en önemli nedeni olduğuna işaret ediyor. Bu durum genlerden çok gelişimsel bir nedene bağlı olduğundan, küresel bağlamda IQ eşitsizliğini ortadan kaldırmaya çalışanlar için iyi bir haber sayılabilir. IQ eşitsizliği, kimilerinin öne sürdüğü gibi, öncelikle genlerden kaynaklanıyor olsaydı değiştirilmesi son derece güç olurdu. Araştırmacılar bir sonraki aşamada bulaşıcı hastalıkların beyne en çok zarar verebilecekleri dönemleri ve beynin gelişimine en çok hangi hastalıkların zarar verdiğini belirlemeye çalışacaklar. Elde edilecek verilerin de bu savı desteklemesi durumunda dünyanın her bir yanından insanların IQ düzeylerinin bu bilgiler ışığında yükseltilmesine olanak tanınmış olacak. IRENEC 2011’in Ardından... Önceki yazıda sözünü ettiğim “Irenec 2011, %100 Yenilenebilir Enerji Mümkün!“ Konferansından önemli hatırlatmalar ve öne çıkan konularla devam edelim. Konferansın, yenilenebilir enerji alanında ülkemizde düzenlenen çok sayıda toplantıdan ayrılan tarafının, konunun toplumsallık kazanmasına yaptığı katkı olduğu söylenmelidir. Enerji sektöründeki dönüşümlerin, salt teknik ve ekonomik (o da fizibiliteler ve piyasa bakımından) yönleri ile ele alınması yaygın yaklaşımdır. Buna karşılık Konferansın enerji teknolojilerini, dışsal ve toplumsal maliyetleri, kamu yararı ve geleceğin toplumsal biçimleri açısından değerlendirmelerini, bu dar kalıbın sınırlarını zorlayan, bu konudaki tartışmalara değişik ve zengin toplumsal boyutları ekleyen katkılar olarak kabul etmek gerekir. Bu unsurlara biraz daha yakından bakalım. IRENEC 2011’de, ulusal ve uluslararası sunumlarla, insanlığın enerji gereksiniminin hemen hemen tümüyle yenilenebilir enerji kaynaklarından tedarik edilebileceği tekrar tekrar gösterildi. Bu seçenek gerek kuramsal kurgu ve senaryolarda Türkiye için, gerekse Almanya ve Danimarka için, gerçek projeler üzerinden vurgulandı. Bu seçeneğin hâlâ ütopik, ayakları yere basmayan ve uzak bir olasılık olarak gösterilmesinin ardında, ideolojik ve ekonomik çıkarların yattığına işaret edildi. Fosil yakıt tedarik seçeneklerine yüzyıldır yapılan kamu yatırımlarının, günümüzde bile bütün hızıyla süren devlet subvansiyonlarının, bugün sahip oldukları ölçek ve maliyet üstünlüklerinin başlıca nedeni olduğu çok açık. Mevcut elektrik sektörünü karakterize eden büyük ölçekli, fosil esaslı merkezi üretim ve dağıtım paradigmasının, küçük ölçekli yenilenebilir enerji kaynaklarını eksen alan üretim modeline dönüşmesinin önündeki engeller, teknik ve maliyet ağırlıklı olmaktan çok, siyasi ve ekonomik çıkar esaslı. Enerji sektörü gibi büyük teknolojik bir sistemin bugünden yarına tümüyle dönüşmesi mümkün olmamakla birlikte, bu geçişin orta vadede tamamlanabileceği pek çok çalışma ile gösterilmiş durumda. IRENEC 2011’de bunun çok sayıda örneği sunuldu. IRENEC 2011’de tam bir oturum ayrılan enerjinin dışsal/toplumsal maliyetleri, sistem – içi bir paradigma değişiminin tümüyle olanaklı olduğunu ve bunun bedellerinin ne olacağını, iktisadi yaklaşımların nasıl olması gerektiğini gözler önüne serdi. Yenilenebilir enerji kullanımına yaygın geçişlere ve bu alandaki denemelere, çoğu zaman yerel, bölgesel ölçekte rastlanıyor. Enerji sisteminin grift uluslarararası bağlantıları nedeniyle, ülkeler çapında meydan okumalar daha zor. Buna karşılık, daha küçük örneklerde, kararlı ve inatçı bir bölge nüfusu ve yerel yönetim, rüzgâr, su, güneş gibi doğal enerji kaynakları açısından da zengin ise, bu geçişi çok daha hızlı gerçekleştirebiliyor. Avusturya’da bir kasaba, Danimarka ve İsveç’de orta ölçekli kentler, Almanya’da belirli bölgeler bu umudun gerçeklik kazanmış sayısız örneklerinden bazıları. İyi örnekler, sıradışı ve olanaksız gibi görünen bir seçeneğin, birdenbire çok farklı bir ışıkta algılanmasına olanak vermeleri ile benzersiz fırsatlar sağlar. Peki, bu konuda Türkiye ne âlemde? IRENEC 2011’in farklı yanlarından biri de, ülkemizde yerel yönetimlerin bu konuda bir şeyler yapmak konusunda ne kadar istekli olduklarını göstermesiydi. Türkiye’de henüz yukarıda sıralananlara benzer deneyimler hayata geçirilemedi, ama umutsuz olmamamız gerektiği görülüyor. Konferansta hemen tüm yenilenebilir enerji türleri ile ilgili özel oturumlar vardı. Bununla birlikte, rüzgâr enerjisi teknolojilerinde diğerlerinden çok daha fazla sayıda oturum yer aldı. Rüzgâr enerjisi Türkiye’de artık ciddi bir enerji altsektörü olma yolunda en fazla yol alan, ciddi yatırım çeken bir alan. Bu gelişmişliğin doğal sonucu olarak da yerli ve yabancı firmaların, ülkenin teknolojik kapasitesini yükseltmeye yönelik yatırımları hızlandırdıkları, bunun Türkiye’nin bu alandaki Arge ve teknoloji arz yeteneklerini olumlu yönde etkilediği de açıkça görüldü. Darısı güneş ve diğerlerinin başına. DİĞER GÖRÜŞLER ABD DOĞRULUYOR Fincher, Thornhill ve Eppig tüm bu görüşleri masaya yatırdılar. 2010 yılında yaptıkları bu çalışma sonucunda bulaşıcı hastalıklarla IQ düzeyleri arasında çok güçlü bir bağlantı olduğunu ortaya koyan araştırmacılar eğitim, ulusal servet, sıcaklık ve Sahra altı Afrika’sından uzaklık gibi etkileri incelediklerinde, bulaşıcı hastalıkların tüm bu etkile YENİ GÖRÜŞ Rita Urgan, kaynak SA, Christopher Eppig, 6 Eylül 2011 Sadece İktisat Bilimine Değil Yaşama Hazırlıyoruz EuropaNova ve EDAM işbirliğinde Fransız kamuoyuna yönelik başlatılan yeni program dahilinde olan 9 Aralık’ta 2010 tarihinde Paris’teki ESCP Europe’ta gerçekleşen ‘Yeni Türk Nesli, Avrupa İçin Bir Fırsat’ adlı seminere Yrd. Doç. Dr. Binhan Oğuz Berksoy, konuşmacı olarak katılmıştır 1315 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleşen ‘Türkiye’de Gençlerin Sosyal Dışlanması İle Mücadele Politikalarında AB Perspektifinde Yenilikçi Modellerin Önemi’ konulu ‘Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu’da, Yrd. Doç. Dr. Binhan Oğuz ve Nebile Korucu Gümüşoğlu üniversitemizi temsil etmişlerdir. CBT 1282/15 14 Ekim 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle