Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI İyi okul yönetimi, iyi yönetici İyi yönetim ve iyi yönetici tanımlamaları üzerine: Yönetimle ilgili birçok kitap “iyi yönetici” tanımını yaparken genel olarak “zamanı iyi yönetmek, görevleri dağıtmak, delege etmek, açık olmak, sorun çözmek, bilgili olmak, kurum kültürü yaratmak, kalite odaklı çalışmak ve değişime açık olmak” gibi çeşitli özellikleri sık sık vurgular. Erdoğan Yılmaz, İstanbul Kültür Eğitim Kurumları, Genel Müdürü Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Önceki yazımda direnme hakkından söz etmiştim. Bu hakkın tarih boyunca hukuksal ve siyasal metinlere ilginç yansımaları olmuştur. Bunun bir temel insan hakkı olarak özellikle geçen yüzyılda ulusal ve ulusal üstü pozitif hukuklarda normatif bir biçime ve güce kavuştuğunu görüyoruz. K uşkusuz bu ve benzeri birçok özellik sayılarak “İyi yönetici–iyi yönetim” tanımlaması yapılabilir. Bu tür tanımlamaların çoğu, bir çeşit genel ve slogan niteliğinde cümleler içerdiğinden ve her meslek alanını kapsayıcı olması nedeniyle fazlaca genel ve soyut kalıyor. Bu bakımdan her tanım kendi içinde bir eksiklik de taşır. Örneğin iyi yönetim için “sorun çözen” ya da “başkaları aracılığı ile kurumu hedefine ulaştıran” yönetim denilebilir. Ancak bunlar da kavramı tüm yönleri ile kapsamaya yetmiyor. Özellikle okul yöneticiliğini temel alırsak, iyi bir okul yöneticisini tanımlamamıza yardım edecek başlıca nitelikler neler, sorusun ayanıt arayalım. Bu konuda teorilerden çok, bilgi, deneyim ve birikimlerime dayanarak bir seçim yapacak olsaydım, iyi bir okul yönetimi ve yöneticisinin tanımını yaparken şu on özelliğin altını çizerdim: 1. Sistem bir bütün olarak görülmeli: Sistem; girdiler, süreçler ve çıktılarla bunların ölçülerek amaca uygunluğunun değerlendirilmesinden oluşur. Sistem, çok sayıda parçanın birbiriyle uyumlu, dengeli, aynı hedefe dönük olarak çok sayıda iş ve işlemin yerine getirilerek yeterince hızlı çalışması demektir. Okul yöneticisinin ağaçları da ormanı da böyle bir anlayışla görmesi; örgütlemeyi, planlamayı, eşgüdümü, iş ve işlemleri buna göre yürütmesi gerekir. Kurumsal bir aksama, eksiklik yaşandığında bunun yüzeyde görünenden başka, daha temeldeki nedenlerini görmek, irdelemek gerekir. 2. Kahramanlar çağı bitmiştir: İyi bir okul yöneticisi, her şeyi en iyi bilen ve yapan olma sevdasına kapılmamalı. Okul ortamındaki zümreler, bölümler, şube ve sınıf öğretmenler kurulları sinerji yaratan “takım” çalışmaları için düşünülmüş önemli birimlerdir. Bunlar bir anlamda işin mutfağı, yenilik, değişim ve gelişmenin merkezidir. İyi bir okul yöneticisi bu kurulları yetkili– sorumlu birimler olarak verimli ve etkin çalıştırmalı, yönetime katılımlarını güçlendirmeli, “yönetim”den “yönetişim” anlayışına “yöneticilik”ten “öğretim liderliği”ne geçmelidir. İyi bir liderin ise kahraman ve kurtarıcı rolü oynaması yerine “kendisini geçecek takipçiler yetiştirmesi gerekir.” İşin püf noktası şurada: Lider güç kullanmaz, birlikte çalıştığı takipçilerini destekler ve güçlendirir, önlerini açar. Okuldaki kurullar bu şekilde ve bu amaçla kullanılmalı yeni yönetici ve öğretim liderlerinin gelişmesine ortam yaratmalı. 3. “Kral çıplak” denilmesine izin vermeli: İyi bir okul yöneticisi kendi egosunu tatmin peşinde değildir, olmamalıdır. O sadece yaptıklarının değil, yapamadıklarının da sorumlusu olduğu bilinci içinde hareket etmeli, egosantrik bir yol izlememelidir. Yaptığını yeterli ve mükemmel gören bir yönetici, eleştiriye kapalıdır. Bu onu dokunulmaz ve erişilmez, adeta olağanüstü bir varlık ve kontrolsüz bir güç durumuna getirebilir. Böylece yanlış ya da eksiklerin görülmesini, sapmaların önceden belirlenmesini ve giderilmesini engeller. Bu durum kurumun ve bireyin gelişimi engeller, kurumsal zayıflık, gerileme hızlanır. 4. Kendini bilmeli, kendini tanımalı: Hemen her birey yaşamda, toplumda ve meslekte en güçlü yanları ile var olur, etkinlik sağlar. Bunun için iyi bir okul yöneticisinin güçlü ve iyileştirmeye açık (eksik) yanlarını bilmesi gerekir. Bu olmazsa gelişme ve dönüşüm gerçekleşmez. Güçlü yanlar daha da güçlendirilmeli, eksikler hızla iyileştirilmeli. Kendisi ile yüzleşmeyen, kendisi olmayan bir okul yöneticisi başarısızlıklarda sorumluluğu hep dışarıda arar. Oysa başkalarında gördü (*) Kastamonu Valisi’nin daha çok destek, katılım bekleyen “İnebolu’dan Ankara’ya İstiklal Yolu” projesine naziredir. CBT 1227/ 19 24 Eylül 2010 ğü her eksik, aslında kendisi için bir ayna, farkındalık ve bir gelişim fırsatıdır. İyi bir yönetici “ben yanlış yapmışım” da demelidir. 5. Sürece ve sonuca odaklı olmalı: Bir sonuca odaklı olmayan, kurumsal ve bireysel amaca uygun bir ürün ortaya koyamayan her çaba israftır. Sonuç ve ürün sizi ve kurumu farklı yapmalı, rekabet gücünüzü arttırmalı. Sonucun amaca ve beklentiye uygunluğu, sürecin her basamakta etkin şekilde planlanmasını, örgütlenmesini, eşgüdüm sağlanmasını, gerçekçi ve etkin bir eylem planı oluşturulmasını gerektirir. Bu aşamada sistemi yavaşlatan, hedeften saptıran her yol, yöntem, unsur; sorun çözmeyi, verimliliği ve etkinliği yokeder. İyi bir yönetici buna, yani zihin ve eylemlerin odak noktasını yitirmesine izin vermez. 6. Rüzgâr gülü değil, Kutupyıldızı olmaya çalışılmalı: İyi bir okul yöneticisi çalışan, veli, amir, öğrenci popülizmi yapmaz. Kurumsal vizyon, misyon, hedef, ilke ve değerleri Kutupyıldızı sayar. Gerçeklik algısını duyarlı ve dikkatli şekilde kullanır; gerçek nedir ve nerededir sorusunu sık sık sorgular. Uyumlu olmanın ya da beğenilmenin her zaman isabetli karar almaya yaramayacağını bilir. 7. Kendine güven duymalı, paydaşlarına güven vermeli: Bir okulu ayakta tutan en önemli değerlerden birisi güven duygusudur. Bu hiyerarşik olduğu kadar çapraz olarak gerçekleştirilmeli ve okulun iklimine bu sinmeli. Tereddütler, belirsizlikler, istikrarsızlığa ve güven duygusunun yitirilmesine yol açar. Her gün başka ve bir önceki ile çelişen yeni kural ve uygulamalar; sorun çözme konusunda isteksizlik, içe kapalı fısıltı gazetesinin güçlenmesi ciddi bir yönetsel güç ve enerji kaybıdır. Olumsuzluklara ve belirsizliklere; sükunet, doğruluk ve açıklık içinde hazırdır. 8. Stratejiyi ve kaliteyi moda kavramlar olarak saymaz: İyi bir okul yöneticisinin, herkes ve her şey karşısında bir duruş gücü vardır. Eylemleri, bunu tam hedefe etkin bir vuruş gücüyle tamamlar. Bu duruş ve vuruşun önemli bir aracı strateji ve temel göstergesi kalitedir. Yönetici hedefe yürürken bu iki güçten yararlanır. Sonuçta açıklanmaya gerek kalmayan bir kalite anlayışı kuruma yerleşir, bu herkes tarafından hissedilir. Çünkü kalite artık kurumun ikliminde vardır. Strateji bu iklimi yaratan ve yansıtan bir doğru ya da durumpozisyon alma, gücü doğru kullanma ve onu en uygun biçimde hedefe yöneltmedir. Buradaki esas, farklı düşünmek ve farklılık yaratabilmektir. 9. Duvarsız okullar yaratılmalı: Her okul, öğrencilerine, çalışanlarına, velilerine açık, şeffaf olmalı, ödev ve sorumlulukları kadar onların haklarını da açık seçik belirlemeli ve bunları gözetmeli. 10. Birbirini anlama çabası yerleşmeli, anlayış gelişmeli: Kuruma ve işe sevgi ve saygı duyarak bağlılık ve sadakat duygusunun geliştirilmesi, amaçlara yönlendirme ve özdenetim açısından önemli. Bunun için çalışanların, veli ve öğrencilerin karşılıklı olarak birbirini dinleme ve anlama çabası içinde bulunması görünür şekilde işlemeli. Çok basit gibi görülen bu ilke, iletişim olanak ve teknolojilerinin bunca geliştiği bir dünyada yeterince etkin çalışmıyor. Bireyler adeta birbirini duymuyor, dinlemiyor. Görgü ve nezaketin azalması anlayışsızlığı güçlendirmekte; antidemokrat davranışlar, güç mücadelesi, kibir ve kabalık egemen hale gelmekte. Okul, bunların yerine duymadinlemeanlamaanlayış zincirini oluşturan bir anlayışı getirmelidir. “İstiklal Yolu” (*) Aşağıda bu hakka siyasal ve hukuksal örnekler olmak bakımından, ilkini daha ilk okullarımızda ezberlediğimiz, ikincisini Deniz’lerin üst cebinde bulduğumuz, üçüncüsünü bir Avrupa ülkesinin anayasasından okuduğumuz, kendi bağlamında yetkin sayılan şu üç metni aktarıyorum: “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Birgün İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” (Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927). “Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek’. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!” (Mustafa Kemal Atatürk, 5 Şubat 1933, b.y.: Vikipedi, “Atatürk’ün Bursa Nutku” maddesi, 16.9.2010) Federal Almanya Anayasası’nın 20. maddesi de şunları söylüyor: “1) Almanya Federal Cumhuriyeti demokratik ve sosyal bir federal devlettir. 2) Devlet gücünün kaynağı halktır. Halk bu gücünü seçimler ve oylamalarla ve bu amaca özgülenmiş yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanılır. 3) Yasama anayasal düzene, yürütme ve yargı yasaya ve hukuka bağlıdır. 4) Bu düzeni bertaraf etmek isteyen her kişiye karşı tüm Almanlar, başka bir çare bulunmadığında, direnmek hakkına sahiptir.” Bu son metindeki hukuksal soyutlama derecesine karşın üçünün de içeriği ve anafikri aynıdır. Bu direnme hakkı, hukukumuzu uyarlamaya çalıştığımız Avrupa Birliği hukukunun da temel haklar şartındandır. Sokrates’ten beri gelen, devrimcilerle süregiden, Gandhi’lerle ana yatağını bulan bu karşı koymanın çerçevesi insanlığa, ülkelere, halklara musallat olan patolojik figürlerden ve gruplardan kurtulmanın “son çare”si olarak düşünülmüş bir “Direnme Hakkı”dır. Bu hak tüm hukuktan önce vardır.