02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Enerji Özelleştirmeleri ve Türkiye: Masalın Aslı1 Ülkemizde birçok alanda olduğu gibi, enerji alanında da büyük bir bilgi eksikliği var ve bundan yararlanarak da ciddi bir bilgi kirliliği yaratılıyor. Siyasal iktidar da, bu bilgi boşluğu ve kirlilik ortamını, enerji alanındaki özelleştirmeleri fütursuzca sürdürmek amacıyla alabildiğine kullanıyor. Bunu yaparken, “kamunun etkin ve verimli çalışmadığı”, “özel sektörün çok daha verimli olduğu”, “kamunun yatırım yapamadığı”, “kamunun zarar ettiği” gibi bir dizi haksız argümanı sürekli tekrar ederek, belleklere yerleştiren bir strateji izliyor. Karşısında yeterince bilimsel, sektörün içinden gelen ve güçlü çıkabilen bir “ses” görmediği için de ne yazık ki hem “başarılı oluyor” hem de kamunun elindeki yaşamsal değerdeki stratejik kurumları (TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, PETKİM, vb..) yerli yabancı ayırımı yapmaksızın hızla özel sektöre devrediyor. Necdet Pamir (İstanbul Kültür Üniversitesi) litikalarının beşiği kabul edilen bir ülkenin Sanayi Bakanı’ndan geliyordu: “İngiltere`nin en büyük enerji şirketi Centrica`nın Rus Gazprom`a satılması gündeme gelince İngiliz Sanayi Bakanı Johnson, ‘Bu sektör çok önemli, gerekirse yasa değişikliğine gideriz’ dedi.”… İkinci örnek ise ABD’den: ABD’nin 8. sıradaki petrol şirketi UNOCAL’in “piyasada” satışı sürecinde, en yüksek teklif Çin petrol şirketi CNOOC’den gelmişken (Ekim 2005), ABD Temsilciler Meclisi ezici çoğunlukla bu satışı engellemek için karar çıkardı. Oysa Çin şirketi CNNOC, bu satışta en yakın “rakibi” Chevron’dan tam 2 milyar dolar fazla (18.5 milyar dolar) bir teklif yapmıştı. Temsilciler Meclisi’nin öne sürdüğü gerekçe ise çok ilginçti: “Enerji sektörü stratejiktir, Çinlilere bırakmayalım.” Bize akıl verirken “Enerji alanı stratejik değildir. Sektörü serbestleştirin, devlet kurumlarını özelleştirin”, kendilerine gelince, “enerji sektörü stratejiktir, yabancıya gitmesin”… Tam da buna uygun bir atasözümüz var: “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı”… Bu kadar örnekle yetinebiliriz. Ancak son olarak bir “bilen”e de kulak vermekte yarar görüyorum. Bir “bilen”, kitabında şunları söylüyor: D ünyadaki Uygulamalar, Masalın Aslı: Önce genel çerçevede, kimilerinin “çokbilmiş” bir edayla öne sürdükleri; serbestleştirme, özelleştirme politikalarının gerçekten de söylendiği gibi her derde deva olup olmadığı konularına değinmekte yarar var. Bu çerçevede, dünyadaki bazı uygulamalara ve neoliberal politikalara yönelik gerçeklere değindikten sonra, Türkiye gerçeğine bakacağız. Gelmiş geçmiş siyasi iktidarların hemen hepsi, serbestleştirme ve özelleştirme politikalarını ülkemizde egemen kılmaya, bunlara toplumsal alt yapı sağlamaya çalışırken, genelde Batı’daki ve özellikle de Avrupa Birliği’ndeki “örnekleri” sıralamaya özen gösterirler. Yani demeye getirirler ki, “Batılılar bu işin en doğrusunu bilir. Bizim de öyle yapmamız şart. Yoksa AB’ye de giremeyiz…” Öncelikle, TMMOB’nin düzenlediği enerji kurultaylarında, eski TEK genel müdürlerinden ve halen de Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi’nin YK üyelerinden olan Sayın Gültekin Türkoğlu’nun sunumlarından birinden yararlanalım. Bu çalışmaya göre; bırakın bizim gibi AB üyesi olmayan (ve olması beklenmeyen) ülkemizi, yıllardır AB üyesi olan ülkelerin önemli kısmında bile, elektrik üretiminde mülkiyet, ağırlıklı olarak kamunun elindedir. Bu sunumdan alıntı yapacak olursak, başlıca AB üyesi ülkelerdeki mülkiyet durumu şöyle: Almanya: Özel/Belediye Avusturya: Kamu Belçika: Özel Fransa: Kamu Finlandiya: Kamu Hollanda: Özel/Belediye İngiltere: Özel İrlanda: Kamu İtalya: Kamu Portekiz: Kamu Yunanistan: Kamu İspanya: Özel Görüldüğü gibi günlük çabası bu konuları takip etmek olmayan “sokaktaki insanı” rahatça yönlendirebileceklerine olan güven duygusu ile kafa karıştırmaktan çekinmeyen “yetkililerin” iddialarının aksine, AB’deki mülkiyet yapısı, özel sektörün tekelinde değildir. Aksine, birçok ülkede mülkiyet, ağırlıklı olarak kamudadır. Gene TMMOB enerji kurultaylarında sıklıkla ağırladığımız bir başka değerli bilim insanı olan David Hall’a kulak vermekte de yarar var. İngiltere’deki Greenwich Üniversitesi’ne bağlı PSIRU (Kamu Hizmetleri Uluslar arası Araştırma Birimi) adlı bölümün Direktörü olan Hall’a göre; “Toptan elektrik piyasalarında faaliyet gösteren üretici firmaların öncelikli amacı, fiyatların düşmesini sağlamak değildir. Bu firmaların öncelikli amacı, yatırımların azami miktarda geri dönmesini sağlamaktır. Bu nedenle de temel strateji, rekabeti en aza indirmektir. AB ülkelerinin hemen hepsinde, üretim kapasitesinin yüzde 60’dan fazlası, 3 veya daha az şirketin kontrolündedir. Piyasayı ellerinde tutan şirketler, hem piyasa hakimiyetlerini sürdürmek, hem de masraflarını azaltmak amacı ile birleşmektedirler. Ulusal hükümetler ise, bu birleşmelere müsamaha göstermenin de ötesinde, destek vermektedirler (Bizimkilerin kulakları çınlasın!). Çünkü ulusal şampiyonlara sahip olmak istemektedir. Sadece ülke içinde değil, Avrupa’da da rekabet gücüne sahip olabilecek kadar büyük ulusal şirketlere sahip olmak istemektedir. EON ve RWE, Almanya piyasasının yarıdan fazlasını kontrol etmekte. Belçika’da Electrabel piyasaya hâkim durumda. Fransa’da devlet şirketi EDF, İtalya’da ENEL, hâkim şirketlerdir. Avrupa piyasasını kontrol etmek için hızla ilerleyen dev ise, Rusya’nın UES şirketidir.” Görüldüğü gibi, kimi özel kimi devlet kuruluşu olan az sayıda şirket, çoğunlukla kendi ülkelerinde ve kimi örneklerde de birden fazla ülkede, piyasa hâkimiyetini ele geçirmiş durumda. Sermayenin tabana yayılması, rekabet ve bunun sonucunda fiyatların ucuzlayacağı gibi savlar ise sözde kalıyor. Burada dikkati çeken husus, birçok ülkenin, kendi kamu kurumlarının tekel konumunda kalmasını, hatta bu konumunu güçlendirmesini sağlamaya çalışmasıdır. Piyasada kontrolün bir ya da az sayıdaki şirketin kontrolüne teslim edildiği ülkelerde ise çarpıcı olan şudur: Bizde de yapmaya çalışıldığı gibi, “tekeli kırıyoruz” türküleri ile halk aldatılırken, kamu tekeli kırılıp, özel şirketlerin tekeli egemen kılınıyor. “Hani tekeldi kötü olan” sorusu ise nedense sorulmamakta. BİR BİLEN NE DİYOR? “1994’de, Endonezya’nın Cakarta kentinde yapılan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) liderleri toplantısında Başkan Clinton, Amerikan şirketlerini, Endonezya’ya gelmeleri konusunda teşvik etti. Birçok şirket de geldi ve çoğunlukla çok iyi şartlarda geldiler (Endonezya’daki insanların dezavantajına olan, “rüşvet” içeren yozlaşma önerileriyle). Dünya Bankası da aynı şekilde, burada ve Pakistan gibi başka ülkelerde, özel şirketlerin iktidar anlaşmalarını destekliyordu. Bu anlaşmalar, devletlerin, yüksek miktarda elektriği yüksek fiyattan satın almayı vaat ettiği hükümler içeriyordu… (alma ya da satın alma şartı diye bilinen maddeler). Kârı özel sektör alıyordu, riski devletler üstleniyordu. Bu yeterince kötüydü. Ama daha da kötüsü, yozlaşmış hükümetler iktidardan ayrılınca (Endonezya’da Muhammed Suharto 1998’de, Pakistan’da Navaz Şerif 1999’da), ABD devleti, yeni gelen hükümetlere, anlaşmaların şartlarını yerine getirmemeleri ya da en azından tekrar belirlemeleri yerine, anlaşmaya bağlı kalmaları için baskı yapıyordu. Aslında Batılı devletlerin kas güçlerini kullandığı “adil olmayan” anlaşmalara dair uzun bir tarih var.” Bir “bilen”, Dünya Bankası ve Clinton Yönetimi’nin baş ekonomistlerinden ve 2001 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz’di. Bu görüşlerini yazdığı kitabının adı ise, “Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı” (sayfa: 9293). Bizim iktidar payandası liboş ve televoleci “ekonomistlerimiz”, serbestleştirmenin nimetlerini ve özelleştirmenin tek çare olduğunu anlatadursunlar, dünyadaki gelişmeler hiç de öyle pazarlamaya çalıştıkları gibi değil… Onlara hayırlı “satışlar” diliyoruz… Malum, ülkemizi bu denli sıkıntıya sokan benzer uygulamalar (Yapİşlet ve YapİşletDevret gibi satın alma garantili anlaşmalar) bugün kullandığımız pahalı elektriğin tek değilse de en önemli nedenleri arasında… Hâlâ bilmiyorlarsa, sayısız belge gösterebiliriz. İKİ ÜLKE İKİ ÖRNEK Özelleştirme yanlılarının bir diğer önemli sloganı, “küreselleşen dünyada her şey alınıp satılır. Ticaretin önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Enerji de (enerji kaynakları da) sıradan bir metadır ve serbestçe alınıp satılmalı. Enerji stratejik bir alan değil” biçiminde ifade edilebilir. Buna da iki çarpıcı örnekle yanıt vermekte yarar vardır. Bunlardan ilki, ‘Enerji sektörü stratejik; yabancıya kaptırmayız!’ başlığı ile yerel ve uluslararası medyaya yansıyan konudur (örneğin 18 Nisan 2006, Sabah). Bu açıklama, örneğin Rusya Başbakanı Putin’den gelse, pek yadırganmazdı. Oysa bu açıklama, ekonomide serbestleşme po CBT 1216 / 14 9 Temmuz 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle