02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Son Yüzyılda Bağnazlığın Evrimi Din bağnazı dışında, ırk bağnazı, politik ideoloji bağnazı, kültür bağnazı, spor bağnazı ve genelde, kendi ideolojik yapısının akvaryumunda, dünyayı içine kapatıldığı şeffaf havuzdan ibaret sayan kısa akıllıların bağnazlığı, her sınıftan insanda rastlanan bir endemik hastalıktır. Bunların en zararlısı içinde yaşadığı toplumu köle yapma potansiyeli taşıyandır. Y üzeysel bir değerlendirme ile bağnaz adayları sırayla cahiller, politikacılar ve egoistler arasından çıkar. Toplumsal değişme ile birlikte bağnazlığın karakteri zaman içinde değişir. İkinci Meşrutiyet’ten sonra Türk toplumunda bağnazlığın aile tarihlerinde izlenebilen aşamaları var. Genetiği değişmiş ürünler gibi, genetiği değişmiş insanlar, hatta sınıflar türer. Bir iki aile hikâyesini bu bağlamda toplumun bağnazlık evrimine örnek olarak özetliyorum. Türkiye’nin ünlü illerinden birinin eşrafından ve en zenginlerinden birinin torunu büyükbabasını anlatıyor: Büyükbaba arabaya gavur icadı olarak baktığı için yaşarken ailenin bir otomobili olmadı. Bisiklet şeytan aracı olduğu için torunlarına bisiklet alınmadı. Torunlarına takke giydirip, namaz kıldırır, zenginliğini fakirler hissetmesin diye, ceketinin tersini giymek türünden gösteriler yapardı. Sekiz çocuğunun ikisi erkek, altısı kız oldu. İki oğlunun biri Halk Partisi, biri Demokrat Parti’nin başkanı oldu. Fakat ömürlerini aile servetini yiyerek tamamladılar. Bu erkek çocuklar hiç dindar olmadı ama öyle gözüktü. Çocukları iyi mekteplerde okumalarına karşın bir baltaya sahip olmadı. Mirasyedi olarak yaşadılar. Kız çocuklar başka ailelerden gelen erkeklerle evlendikleri için onların çocukları Cumhuriyetin yazar, öğretmen, mühendis gibi okumuş, devrimci insanlarına katıldı. Arapkirli bir tüccar, dört oğlunu İstanbul’a getirip askeri okullara yerleştirmişti. Onların İstanbul’da yabancı okullarda okuyup yurtdışında yüksek öğretim yapan torunları ve üniversite hocası olan dördüncü kuşağı var. Bu ailelerin ikinci kuşakları Cumhuriyetin ilk kuşağıdır. Osmanlı son çağı, aydının din bağnazı olduğu bir çağ değildir. Genç Osmanlılar, Genç Türkler, ordu mensupları, Türkçüler, İstanbul, Selanik, Üsküp, İzmir, Samsun, Trabzon gibi taşra merkezlerinin köklü ailelerinin mensupları arasında, hepimizin ailesinde, özellikle Mevlevi ve Bektaşi tarikatları ile ilişik olanlar arasında, aydın ve dünyanın farkında olanları vardır. Çocuklarını Galatasaray ya da misyoner okullarında okutanlar, kızlarını Dar ÜlMuallimat’a, Dame de Sion’a, Robert Kolej’e yollayan din adamlarını kendi ailemden tanıyorum. Erkek çocuklarını yabancı ülkelere okumaya gönderenler de çoktur. Bu bir OsmanlıTürk taşra kuşağının yüz yıllık bir yaşam kesitidir. Yobazla başlar, yönsüz adamlarla devam eder. Çağdaş insanlarla 1960’a dayanır. Bu üç aşamanın başlangıcı aileden aileye farklılaşır; yerel geleneklerden, gelir seviyesinden, aile büyüklerinin dünya gö rüşlerinden ya da kişisel deneyiminden kaynaklanan başka parametreler de vardır. Son OsmanlıTürk tarihinin 1914, 1923, 1950 gibi kırılma noktalarında ailelerin bağnazlık tarihinde değişik başlangıç hikâyeleri vardır. Bağnazlıktan çağdaşlığa Cumhuriyetten önce geçilmemiştir. Fakat bu süreç Cumhuriyet döneminde de tazeliğini korumuştur. Yobaz ailenin çocuğu, 21. yüzyılda bile aynı özellikleri kültür genetiği sonucu taşımakta devam edebilmektedir. Bu bağlamda, dinsel bağnaz, şeriat kurallarına hapsolmuş, çağdaş dünya ile iletişimi ve etkileşimi reddeden anlamında anlaşılmalıdır. Bağnazlık ve onun daha kaba ve militan türü olan yobazlık ülkenin doğusuna doğru giderek artar. Fakat temsilcileri nüfusun %90’ını oluşturan köylülerden çok, kasaba ve kentlerde oturan ve nüfusun %10’unu oluşturan ailelerin mensuplarıdır. Bize Osmanlı’dan miras kalan ve protoçağdaş halk, olasılıkla kent nüfusunun fazla kalabalık olmayan bir kesimidir. Osmanlı 20. yüzyıla ortalama iki milyon kentli nüfusla geldi. Osmanlı’nın dünyaya açılan kesimi bunun bir bölümüdür. Bu kentli sınıfların iktidarı CHP ve DP dönemlerini oluşturur ve bağnazı da sınırlıydı. Çünkü imparatorluğun tükenişini görmüşlerdi. Anadolu’nun okumamış milyonları her toplum gibi geleneksel yaşamın, yani temelde dinsel tutuculuğu doğal bir bileşen olarak içeren kırsal yaşamın temsilcileriydi. 1950’ye kadar bunların okumuş olanları sınırlıydı. Bağnazlığın tarlası olan bu sınıf, çok partili dönemin son yarım yüzyılının iktidarıdır. Bu kırsal çoğunluğun politikaya yansıyan söylemi medyada izlenebilmektedir. Medya, iktidarların bağnaz politik amaçlarını, tapu kaydındaki arsa mülkiyetinin sahibini saptaması gibi, aydınlatmaktadır. DİNİ POLİTİK ÖRGÜTLENME Anadolu insanının dini politik örgütlenmesi 195060 arasında olmuştur. Liderleri iyi okumuş olmalarına karşın, Anadolu kökenlidir. Hepsi Cumhuriyetin laik sisteminin yetiştirdiği gençlerdir. Ülke genelinde 1965’e kadar ağırlık (192345) cumhuriyet kuşaklarının idi. Büyük kırılma, Soğuk Savaşın azdığı dönemde ve 1972 askeri müdahalesiyle birlikte başlamıştır. Burada Amerika ağırlığını Rusya’ya karşı İslam’dan yana koymuştu. Bugün din ve laiklik kavgası gibi gösterilen olgu aslında kentlikırsal karşıtlığıdır. Kırsal insanının geleneksel davranışlarını sergiler. Bu çatışmanın sonucu Türkiye’de, asker ya da sivil, genelde karmaşık, şiddet eğilimli, demokratik yaftalı, dini araç olarak kullanan karmaşık iktidarlar olmuştur. 1950’den sonra CHP’nin yönlendirdiği hiçbir hareket olmamıştır. Bu iktidarlar 1980 darbesinden sonra Soğuk Savaş politikası izleyen Amerikan politikasına göre şekillenmiştir. Rusya’nın varlığı karşısında bu tarihi bir zorunluluk gibi görünür. Bu dönem, kentlere akmış cahil ve fakir Anadolu milyonlarının gelecek umudu aradıkları dönemdi. Kentlileşmemiş cahil köylünün anladığı bir dinsel dünya vizyonu ile Amerika’nın emperyalist açılımlarının propagandası örtüşmüştür. Türk toplumunun ekonomik gücü ve entelektüel yapısı kendine özgün bir kültür ve devlet vizyonu yaratma bağlamında 1923 koşullarında olasıydı. Ve gerçekleşti. 20022003’teki dünya konjonktüründe Ortadoğu politikası kaosunda ve giderek kesinleşen ekonomik kriz içinde, iktidara gelen sınıf, 1950’den bu yana dinin politika aracı olarak kullanıldığı Türkiye’de, kentlileşemeyen ve din politikasının hedefi olan köylü ve kasabalıdır. Bu yeni bir tarih çağıdır. Osmanlı’nın değişmesinin devamı değildir. Kendisini Osmanlı izleyicisi sanması da komiktir. Çünkü Osmanlı kültürünün yapısında aydınlanan bir köylü kuşağı egemenliği söz konusu olamazdı. Bu yeni iktidar süreci 1875’den sonraki görece uzun bir değişmeye göre, babadan oğula bir kuşakta, hiçbir sosyal ve eğitsel hazırlık olmadan, köylüyü bürokrat yapmıştır. Daha doğrusu yapamamıştır. Batı’nın dayattığı sadece adı demokrasi olan politik sistemin, altyapısı tamamlanmadan, temelsiz inşasının sonuçları 1960, 1972, 1980 ordu müdahaleleri ve ondan sonraki hayhuy döneminde yeterince açıktır. Çağdaşı kabul etmeyen bir demokrasi, çağdaş eğitim yerine tarikata öncelik veren sistemler ne demokratik olabilir, ne de uygar. Türkiye’de çağdaşlaşmanın tamamlanmayan bir boyutu var. Düşün hayatımızda entelektüel içerik yok gibi. Kaldı ki toplumun ilgisini de çekmiyor. Çağdaş dünya düşüncesinin izleyicileri bir futbol kulübü mensupları kadar kalabalık hiç olmadılar. Türkiye’de filozof, bilim adamı, ressam, müzisyen, heykeltıraş mesleğiyle yaşaması, Tanrı’nın lütfuna kalmış nadir bir kulübün üyeleridir. Geçenlerde gazeteler bir olayı işlediler: Bir belediye başkanı, memeleri süt dolu diye bir inek heykelini ortadan kaldırmış. O sırada 810 tane memeleri yirmişer kilo süt dolu montofon ineği cinayet mahallinden geçseydi acaba müstehcen inek katliamına kurban giderler miydi? 1950’de otomobile gavur arabası, bisiklete şeytan işi diyenle, inek memesini müstehcen bulan arasında ne fark var? Gerçi bizde, böyle bir toplumu onaylayan üniversite profesörleri (!) de var. Bağnazlık tarihini yeniden yazmaya kalkışan bir çağdaş toplum modeli olur mu? Tayfun Akgül BOMBALANMANIN TARİHİ Yazan Sven Lindqvist, Çevirmen Selahattin Çelik Yeni İnsan Yayınevi Yeni İnsan Yayınevi, tanınmış İsveçli yazar Sven Lindqvist’in 1999 yılında yayınlanmış ve çok sayıda dile çevrilmiş “Bombalamanın Tarihi” isimli kitabını Selahattin Çelik çevirisi ile geçtiğimiz yıl Türkçeye kazandırdı. Savaş ve şiddet ideolojisine tarihsel ve edebi bir bakış açısı getiren kitap, geniş bir belge ve bilgi araştırmasının, tanıklıkların ürünü. Uygarlık denilen o uzun yürüyüşün gizli ve baskı altında kalmış tarihinin karanlık yüzünü belgelemesi açısından önemli bir kitap. Militarizmin varabileceği insanlık ayıbı noktaları görebilmemiz için de iyi bir fırsat. Harvard Üniversitesi İnsan Hakları Dergisi’nde kitap ile ilgili yayınlanan bir yazı, “Bombalar ve bombalamalarla ayaklar CBT 1214/2 25 Haziran 2010 altına alınmış insan haklarının tarihini bu kitapta okuduktan sonra, hâlâ tarafsız, kararsız ve ilgisiz kalınabilir mi” diye soruyor. Kitabın kurgulanışı ise edebiyat doktoru olan Lindqvist’in edebi beceri ve başarısını göstermesi açısından önemli. Bu kurgusu ile bile kitap ilginç ve yaratıcı sayılmalı. Kitap sayfalanmamış, 22 girişi olan bir labirent gibi kurgulanmış. Bu labirentte numaraların yardımı ile yürüyorsunuz. 22 Giriş 22 farklı konu boyunca yol almanızı sağlıyor. Örneğin siz “Savaşta neye izin verilir” konusunu mu merak ediyorsunuz o zaman 5. girişten giriyor ve okuduğunuz her bölüm sonunda gösterilen okları takip ederek sırasıyla 2627, 3031, 35, 45, 40, 4344, 4849, 5354, 58, 64, 75, 79, 39, 4142, 47, 50 numaralı bölümleri okuyorsunuz. Ya da aynı şekilde bomba ile ilgili “hukuk ve kahinler”i mi, “bağımsızlığa karşı bombalar”ı mı, “bomba davası”nı mı merak ediyorsunuz o halde sırasıyla 8, 16 ve 21. bölümlerden labirente giriyorsunuz ve okları takip ediyorsunuz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle