02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Engelliler Kongresinde, Sosyal engelliler yoktu 2829 Mayıs tarihleri arasında Haliçte yeni yapılan Kültür ve Kongre Merkezinde Özürlüler Vakfı tarafından Özürlüler 2010 kongresi düzenlendi. Önceleri sakatlar diye sözü edilen daha sonra özürlüler diye adlandırılan son yıllarda engelliler olarak anılması tercih edilen bu çok kalabalık gruba ilgi, II. Dünya Savaşından arda kalan milyonlarca sakat kişiler ve çocuk felci geçirip kaslarının gücünü kaybeden yüz binlerce insanın varlığı ve sorunlarının algılanması ile başladı. Prof. Dr. Coşkun Özdemir, [email protected] Tahir M. Ceylan [email protected] Defterden NotlarII *Uygarlık saldırganlığın dolambaçlı yollardan ifadesidir, ifadede yol ne kadar dolanırsa, yaratıcılık o kadar fazla, yaratılan eser o kadar büyük olur. *İnsanın sıçrama özelliği kazanması, ilkel dönemde hayatta kalmasından, modern dönemde uçmasına kadar pek çok dönüm noktasının momentini vermiştir. *İnsan ilk ava çıktıktan sonra sınır çizmeye başlamıştır, çünkü sadece avcı canlılar territorial alan belirlerler. *İnsanda can(intimate) alanı 0,5 metre, kişisel alan 1,2 metre, sosyal alan da 3 metredir. Şiddet suçu işleyenlerde kişisel alan dört kat daha geniştir, o yüzden onlara beş metreden fazla yaklaşmamalıdır, yoksa kendilerini tecavüze uğramış hissederler. *Göz göze temas uzadıkça, yakınlaştıkça algısızlık oluşur, çünkü karşıdaki o zaman algılanacak nesne olmaktan çıkar “ben” olur, benim “nesne benliğim” de iki kişiyi taşıyamayacağı için dağılır, kişiler ortak benliğe katılır. Nesne benliğini dağıtmanın en kısa yolu, benliği nesneye boğmaktır. *Kalabalık gruplarda kişisel alan dardır. Çinliler bunun için, küçük mekânlarda huylanmadan iş görürler. Onların en başarılı olduğu alan asansörler ve tuvaletlerdir o yüzden. Bakınız cinayetleri ve seksi daima oralarda yaparlar. *Saldırganlık ne kadar fazlaysa durdurucu mekanizmalar o kadar fazladır, insan sonradan avcı ve geç dönemde saldırgan olduğu için durdurucu mekanizmaları iyi gelişmemiştir, o yüzden her huzursuzluğunu kitlesel bir cinayetle sonlandırabilir. *İnsanın içinde durdurucu mekanizmaları zayıfsa, bunların dışarıda kurulması gerekli olmuştur, ahlaki öğretiler ve din onun için sanıldığından da lüzumludur. *Aşk benim ödipalim değildir yalnızca, aksine bütün geçmiş ödipallerin toplamıdır. *İnsan gelişiminin seyri bir metaplanla yürür(Eissler). Yani insan nesnelerini gördükçe, onlara yönelik el yordamıyla bir plan yapar, dener yanılır, sonra yeniden yapar, nesneye hakim olana kadar… Ama doğuştan da nesneye hakimiyet için hazır verilen en azından bir eğilim yok değildir (Anna Freud’dan değiştirerek). Sonuç, DNA’da esaslı bir plan vardır, ama ayrıntılar iş üstünde geliştirilir. *En büyük aşklarımı “muhafaza ederek aştım(1)” *Canlının sakatlığı bedeninden çıkanı içine alamamasıdır, irkilme, titreme, tiksinme, hatta öldürme buradan başlar. *Bebekliğinde narsistik doyum bulamayanlar, onun yerine cinsel doyumu koymak için ergenliğe erken ulaşırlar (M. Klein’dan değiştirerek). Biz bebekken ve çocukken bedenimiz, psikolojik ihtiyaçlarımız doğrultusunda adamakıllı devrimler yapar. *Oğullarımızdaki bir kılıç darbesiyle yeri yerinden oynatan oyunlar, ortak benlikteki animistik düşünceden gelmiştir, erkeklerimizdeki kahramanlık çocukluklarındaki oyunlardan çıkar. Kadınlarımızda tümgüçlülük yoktur, çünkü en ilkel dönemin dokunduğuna hayat veren büyücüleri büyük çoğunlukla erkektir. *Bebekte grup hareketlerine yönelme, etkin bir kategorileştirme gücü kazanıldığını gösterdiğinden (herkesi kafasında yerli yerine yerleştirmeden kimse gruba katılamaz) nesne benliğinin ilk çekirdeklerinin atıldığı dönem olarak alınabilir. *Huzurun fizyolojik adı beyinde “theta” dalgasıdır. Bebek annesini gördüğü an, emdiği an kafatasına yapışık elektrotlarla çekilen EEG’de derhal yavaş bir dalga(theta) belirir. *Yeryüzünde olup biten bütün işlemler, esen rüzgâr, konuşan insanlar, sevişen yılanlar, tedavi eden psikanaliz ve leziz bir yemek dahil matematikseldir, ama matematik belki de bütün yeryüzünü anlayabilecek kadar gelişmeyecektir. *Bizim zımni (implicit) hafızamız, annemizin sıcaklığı ve yumuşaklığıyla zehirlenmiştir. Bu nedenle sarih (expicit) hafızamız daha çok, yumuşak yatakların, köşeleri yuvarlatılmış masaların, pamuk sesli şarkıcıların kaydını tutar, eğer sert bir şey girmişse kayda bu yanlışlıktan değildir, yumuşak ve sıcak olanların çevresini sert bir şeyle çevirmek içindir. (1)Terim Hegel’e ait H CBT 1214/ 19 25 Haziran 2010 oward Rusk adlı bir Amerikalı hekimin öncülük ettiği ve rehabilitasyon olarak anılan bir kavramın ve disiplinin doğmasına yol açtı. Amaç, rehabilitasyon sağlığını şu ya da bu derecede yitirmiş insanların, geri kalan güçlerini mümkün olan en iyi şekilde kullanmalarını ve onların yaşam kalitelerini arttırmayı topluma ve üretime katılmalarını sağlamak. Rehabilitasyon kavramı yıllar içinde topluma integrasyon ulaşılabilirlik (accesability) sosyal engellilik gibi yeni kavramlarla desteklendi. Bugün özellikle gelişmiş ülkeler engelli insanlara onurlu bir yaşam sağlamak için çok etkin organizasyonlar gerçekleştiriyor. Oralarda engelliler eğitim ve istihdam yoksunluğu yaşamıyor. Bir tiyatroya baleye operaya gittiğiniz zaman onlara rastlıyorsunuz. Beni bu ülkelerde gördüklerim ve izlediklerim arasında en çok etkileyen, yukarıda andığım sosyal engelli kavramı oldu. Sosyal engelli yıllar önce ilk kez Danimarkada karşılaştığım ve öğrendiğim ve gelişme halindeki bir ülkede yaşayan bir insan olarak içtenlikle benimsediğim bir kavram oldu, Danimarka’da 40 yıl kadar önce rehabilitasyon kursu yaparken dünyanın dört bir tarafından gelmiş olan biz kursiyerleri bir güzel binaya götürdüler. İçeri girdiğimizde 30 kadar sevimli çocuğun yardımcılar eşliğinde kahvaltı ettiğini gördük. Ortada engelli filan yoktu. Bizim şaşkınlığımızı görerek hemen açıkladılar; burası evlenmemiş annelerin barındığı bir yerdi. Anneler işe gitmişlerdi. Çocuklar bakım altında idiler. Engellilerle ilgilenen rehabilitasyon organisazyonları bu anneleri korumaya alıyor, onlara iş buluyor ve çocuklarına sahip çıkıyordu. Bu genç kızlar evlenmeden anne oldukları için aileleri ve toplumla bir sürtüşme içine giriyor ve toplumda zor durumda kalıyorlardı. Onlar, sosyal engelli idiler ve diğer engelliler gibi korunmayı, desteklenmeyi hak ediyorlardı. WHO Dünya Sağlık Örgütü’nün engelli tanımında “fiziksel, ruhsal, zihinsel nedenlerin yanı sıra sosyal nedenler” de yer almaktadır. Sosyal engeller görmezden gelinemez. Bu yaklaşımı tereddütsüz benimsememiz gerekir. Ülkemizde çok sayıda milyonlarca sosyal engelli var. Ne var ki böyle zengin gelişmiş bir ülkeden örnekler alarak, bu servisleri ekonomik sosyal ve kültürel farklılıklar açısından yoksunluklar içinde bulunan yurdumuza aktarmak olası değildi. Bizde evlenmeden anne olmuş genç kızlar için radikal çözüm, töre cinayetleri ile onları yok etmektir. Bizim, baskı altında yaşayan, yalnızlığa terk edilen, ahıra hapsedilen 12 yaşında evlendirilen kızlarımıza kadınlarımıza, kendi koşullarımıza ve olanaklarımıza uygun bir çözüm aramamız gerekiyor. Töre cinayetlerine kurban giden ne kadar çok genç kızımız var. Nazım Hikmet’in, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen dediği kadınlarımız. Varlığı ile övündüğümuz çokca sözünü ettiğimiz insan haklarının, kadın hakları ve eşitliğinin, demokrasinin hiç ulaşamadığı milyonlarımız ve seçimlerde, ramazanlarda sadaka dağıtılan eğitim yoksulu yığınlarımız var...Bunların hepsini sosyal engelli saymak doğru olmaz mı? Çaresizlik içindeki kadınlarımız için sanırım kadın sığınma evleri var ama ne kadar yetersiz. Kadınların en çok eziyet çektiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise hemen hiç destek yok. Engellilerin Türkiyede 8,5 milyon olduğu ifade ediliyor. Buna her fırsatta itiraz ediyorum, bu sayı eksiktir. Engelli tanımın görmezden geliyoruz. Özürlüler Vakfının başarı ile hazırladığı ama Sağlık Bakanlığının, Özürlüler İdaresinin SHÇEK’in katılmadığı, izlemediği geniş kapsamlı kongrede yine hemen her şey tartışıldı, ama sosyal engelliler gündemde yoktu. Buna ancak yönetici olduğum bir panelde kısaca değinebildim, Vakıf başkanı Seyhan Sandıkyapan’la bu konuda ayrı bir toplantı düzenleme konusunda anlaştık. 1314 yaşlarında evlendirilen genç kızlarımızı, erkek egemen toplumumuzdaki aile yapısını ve orada bu genç kızların yaşam koşullarını düşünün lütfen. Yalnız ruh hastalarını değil, sosyal ekonomik kültürel geleneksel töresel nedenlerle ruh sağlığı, ruh dengesi bozulmuş milyonları düşününüz. O zaman engelli sayısının nüfusumuzun oldukca yüksek bir yüzdesine ulaştığını kabul edeceksiniz. Sosyal engelli kavramı mutlaka gündeme gelmeli ve çözüme kadar oradaki yerini korumalıdır Bu bence gerçekci bir yaklaşımdır. Girmeğe çalıştığımız AB Türkiyeye karşı samimi davranışlar içinde olsaydı azınlık hakları, işkence iddiaları, ifade ve düşünce özgürlüğü 301’inci madde, orduyu etkisizleştirme çabalarından çok daha önce, süregelen feodalite düzeni, ekonomik eşitsizlik yoksulluk eğitim yoksunluğu ve sağlık hakları ile ilgilenmeli idi. Lütfen, engelli tanımına dikkat edelim. Sosyal engelliler, fiziksel engellilerden çok daha fazladır bu ülkede. Bu gerçeği iyi algılayalım. Onları engelliler kapsamına alalım Siyasal iktidarları yönetimi bunun için zorlayalım. Bu sosyal devletin bir görevi ve sorumluluğudur. Bu görev vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle