Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Diller yok oldukça düşünce zenginliği de kayboluyor Son elli yıldır dilbilimde tüm dillerin evrensel bir dilbilgisine sahip olduğu kuramı yaygındı. Bu görüşe göre insanoğlunda doğuştan bir lisan içgüdüsü vardı ve bu sayede çocuklar konuşmayı çok çabuk öğreniyorlardı. Oysa dünya üzerinde konuşulmakta olan yaklaşık 7000 dil üzerinde sürdürülen ayrıntılı çalışmalar, her dilin kendine özgü dilbilgisi kuralları olduğunu ve bu dil çeşitliliğinin insan beyninde farklılaşma yarattığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla yok olan her dil ile birlikte insanlarda düşünce çeşitliliği de ortadan kalkıyor. dır. Ölümün bilmediğimiz 20 yönü 1İspanya’nın Atapuerca bölgesinde bulunan ve içinde Neandertaller ile çağdaş insanların olası atası olan Homo heidelbergensis türünden 27 insansının fosilerini barındıran yaklaşık 14 metrelik çukurdan anlaşıldığı kadarıyla, ölüleri gömme uygulaması 350,000 yıl öncesine uzanıyor olabilir. rine uzun zaman önce ölen kocası Prens Albert’in bornozu ve elinin alçıdan kalıbıyla gömüldü. DİLLER NASIL YARATILDI? Konuşulan diller hakkında bilgi edindikçe farklılıklar birer birer ortaya çıkıyor. Bazı dilbilimciler bunları istisna olarak kabul ederken, Evans ve Levinson bunların istisna değil, kabul edilmesi gereken önemli farklılıklar olarak değerlendiriyor. Bu iki dilbilimciye göre dillerdeki çeşitlilik temel alınmalı ve diller bu çeşitlilik temelinde açıklanmalıdır. Bu amaçla öne sürükleri kuramlarını Behavioral and Brain Sciences isimli dergide açıkladılar (vol 32, p 429). Eğer diller ortak bir kurallar silsilesine uymuyorsa, nasıl yaratılmış olabilirler? “Evrensel kurallar yerine dillerin tekrar tekrar kullanarak benimsediği standart çözümler üretilir ve böylece dillerin ana hatları belirlenmiş olur” diye konuşan Evans ve Levinson, dilin kompleks bir sistem olduğunu ve çok sayıda faktörün etkisi altında şekillenmiş olduğunu ileri sürüyor. Bu faktörlerin başında kültür, genetik ve tarih geliyor. Bu görüşe göre bir dilde evrensel özellikler değil, evrensel eğilimler vardır. Dolayısıyla zayıf ve kuvvetli eğilimlerin karışımı dil denilen “biyokültürel” hibridi yaratır. Evans ve Levinson pek çok dilde gözlenen ortak özelliklerin güçlü eğilimlerin bir araya gelmesinden kaynaklandığını öne sürüyor. Çeşitli faktörler dilleri benzer bir doğrultuda tutuyor. Bu faktörlerin başında ise beynin yapısı, konuşmanın biyolojisi ve iletişimin yararları geliyor. Zayıf eğilimler ise farklı dillerdeki aykırı özellikleri oluşturuyor. D ünya üzerindeki dillerin tümü kendine özgüdür. Dilbilgisi kuralları her dil için farklıyken, bazı dillerde tonalite, bazılarında sözcük zenginliği öne çıkar. Ancak bütün bu farklılıklara karşın dilbilimde en yaygın görüş, evrensel bir dilbilgisi kuramı olduğu ile ilgilidir. 1960’lı yıllarda Noam Chomsky tarafından ilk kez ortaya atılan bu görüş, tüm dillerin temelde aynı olduklarını ve insan beyninin konuşmaya hazır bir şekilde evrildiğini öngörür. Öyle ki insan beyni, doğuştan var olan bir program sayesinde, anadilleri kolayca deşifre eder. Yaklaşık 50 yıldır dilbilim, psikoloji ve kognitif bilim dallarında yapılan tüm çalışmalar bu görüşten etkilenmiştir. Bu da şu anlama geliyor: Bir dili anlamak Bu bölgede tehlikede olan diller Bugün dünyada yaklaşık 7.000 dil konuşuluyor. UNESCO’nun tahminlerine göre her 14 günde bir dil dünya üzerinden siliniyor. Bu da var olan dillerin yarısından fazlasının yüzyılın sonlarına doğru yok olacağı anlamına geliyor. Bu diller yok olurken, İngilizce, Çince ve İspanyolcanın de küresel ticaretin artmasına bağlı olarak daha da yayılacağı öngörülüyor. “EVRENSEL DİLBİLGİSİ ÖLDÜ” Levinson ve Evans evrensel dilbilgisi kuramının geçerliliğini sorgulayan ilk bilim insanları değil. Ancak hiçbiri bu ikisi kadar karşı görüşü net bir şekilde ortaya koyamamıştı. Sonuç olarak onların görüşü dilbilim dünyasında büyük heyecan yarattı. Özellikle buldukları aykırılıkları ortak dilbilgisi kurallarına uydurmakta zorluk çeken bilim insanları bu eleştirel görüşü daha büyük bir istekle benimsediler. Hatta bazıları için Levinson ve Evans’ın görüşü ortak dilbilgisi kuramını tarihe gömen bir öncü bir yaklaşımdı. Almanya, Leibzig’teki Max Planck Enstitüsü Evrimsel Antropoloji bölümü yetkilisi Michael Tomasello, “Levinson ve Evans’ın sağlam tezleri ile birlikte evrensel dilbilgisi kuramı öldü” diyor. Language Instinct isimli kitabın yazarı Harvard Üniversitesi’nden Steven Pinker da Evans ve Levinson’a katılıyor. Pinker’a göre diller, genlerin ve kültürlerin birlikte evrilmesi sonucu ortaya çıkmış. Pinker bin noktada yine evrimsel paylaşımlar olduğunu kabul ediyor. Bu bağlamda insanların tümü dil öğrenme konusunda içgüdüsel mekanizmalara sahiptir. Farklı dillerin bu mekanizmalardan yararlanma kapsamı o toplumun kültürel tarihi tarafından belirlenir. Levinson ve Evans’ın ortak dilbilgisi tartışma larındaki en önemli nokta insan türünün çeşitliliği ile ilgili. İnsan dillerinin çeşitliliği insanları, diğer hayvanların iletişim sistemlerinden ayırır. Bir hayvan türünün herhangi bir grubu, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın aynı şekilde haberleşir. Aralarında ötücü kuşların ve yüksek primatların bulunduğu bazı hayvanların, bir popülasyondan diğerine, farklılık gösteren öğrenilmiş ifade şekillerine sahip oldukları görülür, ancak bu farklılık hiçbir zaman insanlardaki dil çeşitliliği kadar birbirinden kopuk değildir. Evans ve Levinson insanlardaki bu dil çeşitliliğini insan beyninin şekillendirilebilirliğine bağlıyor. Bir çocuğun beyni, doğumdan önce soyut dil kuralları ile programlanmış değildir. Tam tersi beynin ilk ayarları oldukça basittir. Beynin ilk işi daha gelişmiş bir beyin yaratmaktır. Beyin bu amaca ulaşmak için lisan gibi bazı girdileri kullanır. Bu da farklı dilleri kullananların farklı beyinleri olduğu anlamına gelir. 12Madagaskar’da aileler ölen yakınlarının gömütlerinden çıkardıkları kemiklerini famadihana adı verilen bir törenle köyün çevresinde dolaştırır. Ardından bunları yeni bir kefene sarıp yeniden toprağa gömerler. Eski kefen, yataklarına örtülmek üzere, yeni evli ve çocuksuz bir çifte verilir. Bu yöntem işe yaramazsa, tüp bebeğe bel bağlanır! 2Asla öldü demeyin: bu anlama gelen “sonsuzluğa göçtü”, “hakkın rahmetine erdi”, “terki diyar etti”, nalları dikti” gibi binlerce deyim var. 3ABD’de 1951 yılından beri hiç kimse yaşlılıktan ölmedi. 4Aynı yıl Amerikan hükümeti bu sınıflandırmayı ölüm belgelerinden çıkarttı. 5Tüm durumlarda ölümün tetikleyicisi oksijen yetersizliğidir. Oksijen düzeyinin düşmesi kasılmalara ya da can çekişmesine neden olur. 6Ölümü izleyen üç gün içerisinde, daha önceleri yediğiniz akşam yemeğini sindiren enzimler sizi yemeye başlarlar. Parçalanan hücreler bağırsaklardaki canlı bakteriler için besine dönüşür. Bunların yaydıkları zararlı gazlar bedenin şişmesine ve gözlerin dışarıya fırlamasına yetecek güçtedir. 7Geri dönüştürülemeyecek denli çok: ABD’de gömülen ölülerden her yıl 3 milyon litreden fazla formaldehid, metanol ve etanol gibi tahnit sıvıları toprağa karışıyor. Ölülerin yakılması da havaya dioksinlerin, hidroklorik asit, kükürt dioksit ve karbondioksit gibi gazların yayılmasına neden oluyor. LİSAN NİÇİN ÖNEMLİ? ESKİ DOGMALAR. Dil çeşitliliğini savunan kuram, dilbilimcilere eski dogmaları yeniden inceleme fırsatı da veriyor. Sözgelimi, dillerin tümünün kolay öğrenildiği iddiası bugüne dek test edilmemiş. Evans, dilleri şekillendiren değişken faktörler göz önüne alındığında, çocukların dilde ustalık seviyesine ne zaman eriştiği konusunda bugüne dek bir araştırma yapılmadığını söylüyor. Sorgulanması gereken diğer bir klasik dogma da hepimizin, küçücük bir çocukken, anadilimizin temel yapısını mükemmel bir şekilde öğrendiğimiz ile ilgilidir. Gerçekten de evrensel dilbilgisi fikrinin en iddialı olduğu noktalardan biri çocukların bu ustalığa çok büyük bir kolaylıkla erişmeleriydi. Oysa bazı dillerde bu ustalığa ancak belirli bir yaşa gelindiğinde ulaşılabiliyor. Örneğin Avustralya’da bir yerli topluluğun konuştuğu Bininj Gunwok dilinde, konuşan, dinleyen ve üçüncü kişi tek bir sözcüğün içine sığdırılır. Bu dilde “aldoingu”, “Benim annem ve senin kızın ve sen, benim anne tarafından büyükannem olan kadın” anlamına gelir. Ve bu bir istisna değildir. Bu dilde buna benzer yüzlerce yapı bulunuyor . Bininj Gunwok dilinin konuşanlar ancak 20’li yaşlarına geldiklerinde anadillerini doğru bir şekilde kullanmayı öğrenebiliyorlar. Bu bölgede son günlerde yok olan diller Eyak Alaska 2008 115 Son 500 yıl içinde Kuzey Amerika’da yok olan diller Ubıh Türkiye 1992 DÜNYADA YOK OLAN DİLLER Aasax Tanzanya 1976 Diller bir kültürü tanımlar. Belirli bir kültürel uygulamayı veya fikri tanımlayan sözcükler başka bir dile hiçbir zaman tam olarak tercime edilemez. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerin pek çoğu, masallar, öyküler, şarkılar ve tarihler aracılığı ile zengin bir sözel kültüre sahiptir. Ve bunlar sözcüklerle bir nesilden Konuşulan dil sayısı diğerine aktarılırlar. O dili konuşan kimsenin kalmaması o kültürün de tümüyle yok olması anlamına gelir. İnsanlık tarihi boyunca güçlü toplulukların dilleri yayılırken, küçük kültürlerin dilleri giderek yok olur. Bunun nedenleri, resmi dil politikaları veya sömürgecilerin konuştuğu dilleri konuşmanın getirdiği avantajların çekiciliğidir. Bu yaklaşımlar, sözgelimi, Bolivya’da konuşulmakta olan dillerin çeşitliliğinin tüm Avrupa kıtasındakilerden niçin daha fazla olduğunu açıklar. Çünkü Bolivya’nın tarihinde sömürgeci işgalcilerin etkisi çok belirgindir. 13Mısır’da inşaat şirketleri 19. yüzyılda bir demiryolu genişletme çalışması sırasında o denli çok sayıda mumyayı gün yüzüne çıkarttılar bunları lokomotiv yakıtı olarak kullandılar. 14Bilimsel yöntemi bulan İngiliz düşün adamı Francis Bacon 1626 yılında, soğuğun koruyucu bir etki yaratıp yaratmadığını anlamak amacıyla, bir tavuğu karla doldurmaya çalışırken yakalandığı zatürreeden öldü. 15Embriyonik gelişim sırasında organların oluşabilmesi için kimi hücrelerin kendi kendilerini öldürmeleri gerekir. Bu tür bir programlanmış hücre ölümü olmasaydı, hepimiz doğuştan ördek ayaklı olurduk. 16Massachusetts’li bir doktor, 1907 yılında, özel olarak tasarladığı bir ölüm yatağı ile yaptığı deneyin sonucunda, insanın son soluğunu verdiği anda 21 gram yitirdiğini ortaya koydu. O gün bugündür insanlar bunun gerçek olduğuna inansalar da, durum hiç de sanıldığı gibi değildir. 17 19. yüzyıl Avrupasında yaşadıkları halde yanlışlıkla öldü sanılan insanlarla ilgili öyküler o denli çoktu ki, sonunda çözüm olarak kadavraların önce “ölü hastanelerine” kaldırılmaları ve başlarındaki kişilerin çürüme ya da kokuşma belirtilerini beklemeleri yoluna gidildi. 18ABD’de yaşayanların %80’inin hastanede öldükleri belirtiliyor. 19New York kentinde intihar ederek ölenlerin sayısı cinayete kurban gidenlerin sayısını gölgede bırakıyor. 20Yapılan hesaplamalar insanoğlunun var oluşundan bu yana yaklaşık 100 milyar kişinin öbür dünyaya göçtüğünü ortaya koyuyor. Rita Urgan, kaynak Discover CBT 1214/11 25 Haziran 2010 için farklılıklara değil, ortak öze odaklanmak gerekir. EVRENSEL DİL KURALLARINA UYMAYAN İSTİSNALAR Evrensel dilbilgisi tezinin ortaya atılmasından bu yana dilbilimciler çok sayıda dil kuralı tespit ettiler. Bunların evrensel bir niteliğe sahip olması gerekirken hemen hemen her zaman istisnalar ortaya çıkmış ve kafaları bulandırmıştır. Örneğin bir zamanlar hiçbir dilde sesli harfle başlayan ve sessiz harf ile biten bir hecenin olmadığına inanılırdı; buna bağlı olarak da hecelerin sessiz harfle başlayıp, sesli harf ile bittiği düşünülürdü. Bu genelleme ancak 1999 yılına kadar sürdü. O yıllarda dilbilimciler Avustralya yerlilerinden bir grubun konuştuğu Arrernte dilinde, sesli harf ile başlayan ve sessiz harfle biten hecelerin olduğunu keşfettiler. Bu dilde ayrıca sessiz harfle başlayan, sesli harfle biten heceler bulunmuyordu. Bir diğer genelleme de sözcükleri biraya getirmekteki temel kurallar ile ilgiliydi. Buna en tipik örnek her dilde dört temel sözcük sınıfı bulunduğu varsayımıydı. Bunlar isim, fiil, sıfat ve zarftır. Ne varki son 20 yılda yapılan çalışmalar bazı dillerde belirgin bir zarf sınıfı olmadığını gösteriyor. Bu da varolan zarf sayısının çok kısıtlı olduğu anlamına geliyor. Sözgelimi İngilizce bu genellemeye uymaz; İngilizcede herhangi bir sözcüğü zarf haline getirebilirsiniz. Örneğin soft’u softy yapabilirsiniz. Diğer bir istisna da Laos’ta yaşayanların kullandığı Lao dilidir. Bu dilde sıfat yoktur. Daha da ilginci Kuzay Amerika yerli halklarından bir kısmının konuştuğu Straits Salish dilinde belirgin isim veya fiilin bulunmamasıdır. Bunların yerine olayları, kaliteyi ve mevcudiyeti belirten tek bir sözcük sınıfı var KAYBOLAN DİLLERİN TRAJEDİSİ DİL ÇEŞİTLİLİĞİ ÖNEMLİ Peki ya insan iletişimini anlamak için dillerdeki çeşitliliğe odaklanmak gerekiyorsa? Son yıllarda Hollanda, Nijmegen’deki Max Planck Psikolinguistik Enstitüsü’nden dilbilimci Stephen Levinson ile Canberra’daki Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden dilbilimci Nicholas Evans dilleri anlamak için farklılıkların incelenmesi gerektiğini ileri sürüyor. Evans ve Levinson dillerde ortak bir kural kalıbı olduğuna inanmıyor. Tam tersi onlara göre insan iletişiminin tanımlayan dillerdeki çeşitliliktir. Ki bu da diğer hayvanlarda görülmez. Dillerdeki çeşitlilik, ayrıca, insan algısında lisanın yerini anlamakta kritik bir rol oynar. Türkiye de yok olan son dil Ubıhça Ubıhlar, araştırmacılar tarafından Adige halkı ile Abhaz halkı arasında, ama Abhazlara yakın bir halk olarak tanımlanırlar. Uzmanlar Ubıhların dil, gelenek, görenek bakımından Abhaz halkına sıkıca bağlı olduğunu belirtir. Tarihsel kayıtlarda Ubıhlardan ilk söz eden Evliya Çelebi'dir. Evliya Çelebi, Ubıhları bir Abaza aşireti olarak tanımlar. Bugün Soçi olarak adlandırılan sahil bölgesi halkına "Soçeler" der; onların bitişik komşusu ve soydaşı olarak Ubıhlardan ve memleketlerinden "Sadşe" diye söz eder. Evliya Çelebi'nin tanımladığı "Sadşe", Abhazca'daki ''Sadze"den başka bir şey değildir. "Sadze" ise, Ubıhların Abhazca'daki eski adıdır. Abhazlar günümüzde Sadze ismini Ubıhlarla yan yana yaşamış Ciget Abhazları için kullanırlar. Ubıhlar belkide denizcilikle uğraşan tek Kafkasyalı kavimdi. Tarihlerinin bir döneminde "Haçapa" adını verdikleri 3040 m.lik teknelerle Deniz ticareti ve korsanlık yaptıkları bilinmektedir. Ubıhları, coğrafi konumları 1830 yılına kadar işgalci Rus tehlikesinden uzak tuttu. Bunda Osmanlı ile Rusya arasındaki statükonun da önemi büyüktü. Ancak Osmanlıların Ruslarla imzalamak zorunda kaldıkları Edirne Antlaşması bu statükoyu bozdu. 1829 yılında yapılan antlaşma Osmanlı Devleti için oldukça ağır şartlar içeriyordu. Bu ağır şartlardan biri de Karadeniz kıyılarındaki haklarının büyük bir kısmını Ruslara devretmeleriydi. Edirne Antlaşması’yla elde ettikleri avantajları değerlendirmeyi amaçlayan Ruslar nihai hedefleri olan Sohum – Anapa kara bağlantısını gerçekleştirmek için hemen harekete geçtiler. LİSAN İÇGÜDÜSÜ Son yıllara kadar insanoğlunun bir lisan içgüdüsüne sahip olduğu tezini kanıtlamak için bilim insanları bir anlamda bilimin sınırlarını zorlamaya başladılar. Bu görüşe göre çocuklar konuşmayı çok çabuk öğrenir, çünkü tüm diller beyinlerinde doğuştan var olan ortak bir kurallar silsilesini izler. Oysa Evans ve Levinson, bunun tam tersini, yani lisanın beyinlerimizi şekillendirdiğini söylüyor. Bu da insanların düşündüğümüzden daha büyük bir çeşitlilik arz ettiği, insan beyninin yetiştiği çevrenin lisanına bağlı olarak çeşitlilik gösterdiği anlamına geliyor. Sonuçta ortaya rahatsız edici bir sonuç çıkıyor: Bir lisan giderek yok olmaya başlamışsa, insanoğlu çeşitliliğinin çok önemli bir parçasını da kaybediyor demektir. CBT 1214/10 25 Haziran 2010 1837 yılında Çar I.Nikola’nın Kafkasya’yı ziyareti sonrasında bu ülkenin tümden ele geçirilmesi konusunda ciddi atılımlara giriştiler. 18411846 yılları arasında tam 88 savaş yapıldı. Haziran 1861’de Soçi vadisinde ünlü Çerkes liderlerinin katıldığı bir kongrede önemli Ubıhça’yı bilen tek kişi kabul edilen kararlar alındı. Ubıhların en Tevfik Esenç de vefat etti. (19041992) ünlü 60 ailesi bu savaşta tamamen yok oldu. 1863 yılı sonunda Ruslar Abzehler’i teslime zorladılar. Şapsığ toprakları zaptolundu. 1864 yılı Şubat’ında ise Ubıhlar çember içine alındı. 6 Mart 1864 yılında Ubıh direnişi sona erdi. Çar II. Aleksandr’ın talimatı gereği Ubıhlar’a iki alternatif sunuldu: Ya Osmanlı topraklarına göçecekler ya da Kuban’da Ruslar’ın tespit ettiği bir yere sürüleceklerdi. Ubıhlar Osmanlı topraklarına sürgünü seçtiler. 21 Mayıs 1864 tarihinde Kafkasya valisi Grandük Mişel, St.Petersburg’daki Çar’a Kafkas savaşlarının bitişini duyurdu. Günümüzde eski Ubıh yurdunda hiç Ubıh yaşamıyor. 19. yüzyılın efsane halkı Ubıhlar’ın torunları günümüzde Türkiye’de ve bazı Önasya ülkelerinde dağınık olarak yaşıyorlar. Ubıhça yaşayan dil olma özelliğini yitirmiş durumda. Ubıhça’yı bilen tek kişi kabul edilen Tevfik Esenç’in ölümünden sonra bu dil, tarihin karanlıklarına gömüldü. Ancak O henüz ölmeden önce Fransız dil bilimci Georges Dumesil, Ubıhça’yı kayda almış, Fransa’daki akademisinden yılda 6 kadar öğrenciyi Ubıh Dili konusunda eğitmiştir. Kaynak: http://.ianet.org www.ubihya.tr.gg/UBIHLAR.htm www.kafkas.org.tr/ Dil çeşitliliği aynı zamanda kaybolan dillerin yarattığı trajediye de ışık tutuyor. Eski modelde bütün diller aynı tema üzerine bestelenmiş varyasyonlar gibi algılanır. Oysa yeni modelde dünyadaki yaklaşık 7.000 dilin her birinin kendine özgü bir yapısı vardır. Bu da insan varlığının gizemlerine ışık tutan bir olgudur. Kültürel antropolog Wade Davis, “A Journey Through the Realm of Vanishing Cultures” isimli kitabında bir dilin ölümü ile doğal zenginliklerin yok olmasını aynı kefeye koyuyor. Davis’e göre diller yalnızca sözcüklerin vücut bulduğu bir yapı değildir, kendine özgü düşünme ve algılama yolları oluşturan bir iletişim sistemidir. Dillerin ölümü, ortak insan düşüncesini oluşturan parçaların teker teker kaybolması ve sonunda tek bir insan tipinin ortaya çıkışına zemin hazırlamaktır. Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 29 Mayıs 2010 http://www.telegraph.co.uk www.nationalgeographic.com www.scribd.com/doc www.unileipzig.de/~bickel/ http://en.scientificcommons.org/55261124 8Bir başka seçenek daha...Promessa adlı bir İsveç şirketi bedeni sıvı azotta donduruyor, ardından yüksek frekanslı titreşimlerle toza dönüştürüyor ve elde edilen bu tozu mısır nişastasından yapılı tabuta kapatıyor. Şirket bu “ekolojik gömme” yöntemiyle bedenin 612 ay içinde ayrıştığını öne sürüyor. 9Hindistan’daki Zerdüştler ölen kişinin bedenini dışarıda tutarak akbabalar tarafından yenmesini sağlıyor. 10Şimdilerde kendilerine diklofenak adlı antienflamatuvar ilaçtan verilen büyükbaş hayvanların leşlerini yiyen akbabalar ölüyorlar. 11Kıraliçe Viktorya vasiyeti üze