Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Yaşamın kaotik bir ortamda tesadüfler ya da keyfiyetlerden uzak belli bir düzen ve seviyede ilerleyebilmesi için değişmez standardların toplumun her kesimi tarafından deneyimlenmiş, idrak edilmiş ve kabul edilmiş olması bir zorunluluktur. İlk kadın tıp tarihçilerimizden Emine Atabek Ülkemizin akademik unvana sahip ilk kadın tıp tarihçisi ve deontoloğu olan Emine M. Atabek, kadınların tıp tarihindeki rolleri üzerine öncü nitelikte çalışmalar yaptı. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com lim dalının ülkemizdeki klasikleşmiş eserleri arasında sayılmaktadır. Atabek, kadınların tıp tarihindeki yeri üzerine de öncü çalışmalar yapmıştır. 1959’da BarcelonaMadrid’de toplanan 9. Bilimler Tarihi Kongresi’nde sunduğu “Türk Tıbbının Gelişmesinde Kadınların Etkisi” başlıklı bildirisi, “Eski Yunanistan’ın İlk Kadın Hekimi: Agnodice (M.Ö. III. Asır)” (1965) ve “Türk Kadın Hekimler” (1997) başlıklı makaleleri de bu konudaki çalışmalarının diğer örnekleri arasındadır. Ortaçağ Tababeti (1977) adlı bir başka önemli eseri ile yerli ve yabancı dergilerde yayımlanmış 40’a yakın makalesi bulunan Emine M. Atabek, 7 Haziran 2000’de vefat etti. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı, 7 Haziran 2010’da ? Emine M. Atabek’in ölümünün 10. yılı münasebetiyle bir anma toplantısı düzenledi. Emine M. Atabek’in yakınlarının, meslektaşlarının ve öğrencilerinin katıldığı toplantıda, bu değerli bilim insanımız bütün yönleriyle tanıtıldı ve onunla ilgili anılar paylaşıldı. Yararlanılan Kaynak: Feryal Saygılıgil, “Tıp Tarihi ve Deontoloji Alanında Öncü Bir Kadın: Emine M. Atabek”, Sağlık Alanında Türk Kadını, Cumhuriyet’in ve Tıp Fakültesi’ne Kız Öğrenci Kabulünün 75. Yılı, Editör: Prof. Dr. Nuran Yıldırım, s. 245253, Novartis yayını, İstanbul, 1998. Işığa Doğru Okumak mı daha önemlidir, yazmak mı? Dinlemek mi daha önemlidir yoksa konuşmak mı? Tabii buradaki tuzak, olgulardan bir tanesini diğerine tercih etmeye zorla(n)maktır. Her eylemi gerektiği yerde icra etmek eş önemdedir. Dijital altyapının getirdiği hız unsuru ne yazık ki bu bakış açısını gölgeleyebiliyor. Dijital kültür pek de hissettirmeden sanki yazmanın okumaktan, konuşmanın dinlemekten daha önemli olduğunu empoze ediyor. Bunu doğal karşılamak gerek. Eğer birey(ler) dijital imkânlarla (internet, cep telefonu vb) tanışmadan önceki yaşamlarında kendilerini ifade etme konusunda yeterli imkânlara sahip değillerdiyse dijital imkânları bulduklarında ilk yapacakları şeyin bu açlıklarını gidermek olması normal bir reaksiyondur. Ya da bu tümceyi tersten değerlendirmek gerekirse, bugün en çok konuşanlar dün arzu ettiği kadar konuşamamış demektir. Benzer bir durum “yazma” eyleminde de mevcut. Düne kadar rafları süsleyen yeni kitapların sayısı sınırlı kalırdı; fakat son yıllarda yayıncılıkta bir patlama yaşanıyor. Ancak ne hikmetse “az okuma” sorunu hâlâ aşılabilmiş değil. Demek ki yazıldığı kadar çok okunmuyor. Öte yandan bu sorunun yanında yeni bir sosyal sorun daha ortaya çıktı. Yazılanların içeriği! Sınırlı sayıda yayın yapılan zamanda sürece dahil olmuş, yer edinmiş eleme aşamaları vardı. Bu elekten geçirme süreci belki bugün de var ama eski imtiyazlı durumunu kaybetmiş durumda. Bunun doğal sonucu da içeriğin kalitesinin düşmesidir. Oysa bu sorun da kemikleşmiş “az okuma” sorunu ile dengelenmektedir: Çok fazla okuyan yoksa yazılan içeriğin çok da kaliteli olması gerekmez! Dijtal kültür toplumun bugüne dek üretmiş olduğu “aracıları” bir bir ortadan kaldırmakta ya da gücünü zayıflatmakta. Eğer bu aracılar bireyin özgürlüğünü, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor, bunlara sınır getiriyor, bunların gelişmesini engelleyen roller icra ediyorlardıysa ortadan kalkmaları olumlu bir gelişmedir. Ancak bu aracıların ortadan kalkması kaliteyi, standardları aşağı çekici bir durum yaratıyorsa böyle bir gelişme pek de tercih edilmez. İşin ilginci imtiyazlı durumunu elinden kaçıranlar (ya da kaçırma korkusu yaşayanlar) toplumu kalitenin düşeceği yönünde uyarıyor (tehdit ediyor). Bu tehdide aldırmadan cesur adımlarla ilerleyenler ise geliştirilmiş olan standardların, imtiyazı elinde tutanların kişisel çıkarları için üretmiş oldukları birer mekanizma oldukları (yanlış) düşüncesiyle bunları kolayca terk edebiliyor. Tüm bunlar aynı resme bakıp farklı yorumlar yapmaktan başka bir şey değil. Yorum farkı ise bireyin ya da toplumun mevcut gelişmişlik düzeyi. Yaşamın kaotik bir ortamda tesadüfler ya da keyfiyetlerden uzak belli bir düzen ve seviyede ilerleyebilmesi için değişmez standardların toplumun her kesimi tarafından deneyimlenmiş, idrak edilmiş ve kabul edilmiş olması bir zorunluluktur. Ki ne değişirse değişsin bu asgari müşterekte bir zaafiyet oluşmasın. Anayasa Mahkemesi’nin alacağı kararları yok saymayı önermek gibi, Google’a Youtube’a yasak koymak gibi gündemi olan bir ortamda kaostan, keyfiyetten kurtulmak sanki her geçen gün daha da zorlaşmakta. Oysa unutmamak gerek ki gecenin en karanlık anı ışığa en yakın andır. E mine Melek, 27 Mart 1914’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Fransız okullarında gören Emine Melek, 1932’de Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 19381939 öğrenim yılında mezun oldu ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniği’nde çalışmaya başladı. 1940’ta avukat Reşat Atabek ile evlendi. Bir süre için üniversitedeki görevinden ayrılan Emine M. Atabek, Bedi N. Şehsuvaroğlu’nun (19141977) bir gün kendisine “tıp tarihi alanında çalışmayı düşünmez misin?” şeklindeki önerisi üzerine, 21 Eylül 1957 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Enstitüsü’ne asistan olarak girdi. Şehsuvaroğlu’nun ve A. Süheyl Ünver’in (18981986) makalelerini Fransızcaya çevirmek, enstitüdeki ilk görevleri arasındaydı. Enstitü adına uluslararası bilimsel kongrelere de katılıyordu. Bu kongrelerde Türkiye tıp tarihiyle ilgili bildiriler sundu. Birçok uluslararası tıp tarihi kongresinde Uluslararası Tıp Tarihi Derneği’nin, Türkiye ulusal temsilcisi seçildi. Emine M. Atabek, “Hollandalı H. Boerhave’nin Aforizmalarının Türkçeye Tercümesine Dair Kısa Tarihi Bir Malumat” başlıklı teziyle 1963’te doktora derecesi aldı. 1967’de de, “1851’de Paris’te Toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferansı ve Türkler” adlı tez çalışmasıyla da doçent unvanını aldı. 1969’da Edirne Tıp Fakültesi’nin kurucuları arasında yer aldı ve iki yıl süreyle bu fakültede görev yaptı. 1973’te, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in emekli olması üzerine, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü başkanlığı görevini üstlendi. 1980’de profesör olan Emine M. Atabek, 1983’te emekli oldu. Emine M. Atabek, Türkiye’de tıbbi deontoloji alanında da ilk çalışmaları yapan bilim insanlarımızdandır. Tıbbi Deontoloji Konuları (1983) adlı kitabı, bu bi ALİ ERDEMİR’E ARGONNE’DAN ONURSAL UNVAN Sürtünme ve aşınma konularındaki öncü ve başarılı çalışmalarıyla dünyaca tanınan Prof. Dr. Ali Erdemir, çalışmakta olduğu Argonne Laboratuvarı’nda “Distinguished Fellow” olarak kurumun en üst bilimsel ve mühendislik düzeyine tanınan mevkiye getirildi. Profesör Dr. Ali Erdemir ile birlikte Argonne’nun Nano Ölçekli Malzemeler Merkezi yöneticisi Amanda PetfordLong ve Malzeme Bilimi Bölümü uzmanlarından Orlando Auciello’na da Erdemir ile birlikte bu üstün unvanı taşımaya hak kazandı. Argonne’da Distinguished Fellow unvanı, kendi alanına Soldan sağa Amanda PetfordLong, Orlando olağanüstü katkılar yapmış bilim insanlarına tanınan onursal Auciello and Ali Erdemir. bir mevkidir. Bu unvan, topluma büyük yararlar sağlama potansiyeline sahip öncelikli projelerin teknik liderliği ile ilgili, seçkin bilimsel ve mühendislik çalışmalarına tanınır. Argonne’nun Distinguished Fellows unvanlı bilim insanlarından üçü Nobel ödülü, 98’i R&D 100 Ödülü, 700’den fazlası çeşitli ulusal ve uluslararası ödüller ve 800’den fazla patent almaya hak kazanmıştır. CBT 1214/ 12 25 Haziran 2010