Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yabancı dilde eğitim öğretim: HAYIR! Prof. Dr. İhsan Mungan, Haliç Üniversitesi öğretim üyesi ihsanmungan@halic.edu.tr D il duygu ve düşüncenin ifadesi için gerekli olan bir araçtır. Bu araç ne kadar geliştirilir ve yaygınlaştırılırsa yaratıcı duygu ve düşünce de o oranda gelişir. Dolayısıyla felsefi ve bilimsel düşüncenin topluma ulaştırılması ve yaygınlaştırılması da ancak anadili aracılığı ile sağlanabilir. Yüksek öğretimin birincil amacı kişiye bir meslek kazandırmanın ötesinde sanat ve bilimi toplumla buluşturmak ve topluma yaymaktır. Bunu yapamayan toplumlar gelişemezler ve geri kalır. Özellikle yükseköğretimini kendi resmi dilinde yapmayan bir ülke daha baştan ‘ikinci sınıf’ olmayı ve o düzeyde kalmayı kabullenmiş demektir. Bilim ve onun dayandığı felsefe için gerekli olan soyut kavramların tam anlaşılabilmesi için onların anadilinde ifade edilmeleri gerekir. Kavramsal kelimelerin türetilmesi için ise genelde fiillerden soyut isimler türeten ekler kullanılır ve Türkçe bu bakımdan kullanabileceği 40 farklı ek sayesinde günümüzün en önde gelen bilim dilleri olan İngilizce ve Almancadan katbekat daha fazla imkâna sahiptir. Örneğin Almancada fiillerden sadece 4 işlek ek yardımıyla binlerce isim türetilmiştir. Dilin bu derece gelişmesi sonucu Almanca ileri Batı ülkelerinin dillerine de o dillerde karşılığı olmayan bazı düşünsel kavramlar kazandırmıştır: Felsefede Kant’ın ‘Vernunft’, Hegel’in ‘das Ding’ ve ‘an sich / für sich’ kavramları, psikolojide ‘Gestalt’, mekanik biliminde ‘eigen‘ kelimeleri vb. o dillere yerleşmiştir. Bu nedenle Türk dilinin bilim ve felsefe dili olarak gelişmesinin birincil koşulu üniversitelerde en üst düzeyde verilen düşünsel eğitimöğretimin Türkçe yapılmasıdır. Ülkemizde yabancı dilde eğitimöğretim veren yüksek öğretim kurumlarının sayısının giderek artması ancak ülkemizin bilim ve teknoloji politikasında bir geriye gidiş olarak yorumlanabilir. YABANCI DİLİN GEREKÇELERİ Peki yabancı dilde eğitimöğretimin ne tür gerekçeleri olabilir? Bir defa günümüzde bir üniversite mezununun en az bir yabancı dili, öncelikle de evrensel bir dil haline gelmiş olan İngilizceyi anlar, konuşur ve hatta yazar olmasının ülkemiz ve kendisi için her bakımdan faydaları yadsınamaz. Ancak öğrencilerine yabancı dil öğretmek üniversitelerin görevi olamaz. Halen ülkemizde yabancı dilde öğrenim görürken mesleğin yanı sıra bir yabancı dil de öğreniliyor düşüncesi cazip gelmekte ve bu nedenle yabancı dilde eğitimöğretim yapan yüksek öğretim kurumları öğ CBT 1207/ 18 7 Mayıs 2010 renciler tarafından tercih edilmektedir. Yabancı dili öğretme görevinin bu şekilde yüksek öğretime yüklenmiş olması kısa vadeli bir çözüm olup uzun vadede ülkemiz için zararlı olacaktır. Güncel olduğu için sorulması gerekir: İstanbul Teknik Üniversitesi 237 yıl anadilinde eğitimöğretim vermenin ne gibi eksikliğini duyuyor ki şimdi kısmen de olsa İngilizce eğitimöğretime başlamak istiyor? İ.T.Ü.’de Türkçe eğitimöğretim almış olmak, 51 yıllık meslek hayatı deneyimime dayanarak söylüyorum, biz mezunları için yabancı dil bakımından asla bir eksiklik oluşturmadı. Üniversitemizin mezunları olan cumhurbaşkanlarının, başbakanların ve bakanların da örneğin İngilizce yönünden bir sıkıntı çekmiş olduklarını tahmin etmiyorum. Ayrıca Türkiye’de İ.T.Ü.’den yetişmiş, Türkiye’nin sanayisine önemli katkılarda bulunmuş ve sanayimizi bu güne ulaştıran çok sayıda başarılı işadamı vardır. Ayrıca: Yabancı dil bilgisinin zorunlu olduğu özgün bilimsel araştırmalar yapabilmek için bile, lisans eğitimöğretiminin bir yabancı dilde yapılması gerekmez. Bilim adamı olmayı kendine hedef seçmiş bir kimse ömür boyu çalışmayı, araştırmayı ve yayın yapmayı zaten bu kararı aldığında kabul etmiş demektir. Dolayısıyla gayret eder, çalışır, sonunda yabancı dili mutlaka öğrenir. Kaldı ki lisans eğitimöğretiminin birincil hedefi de meslek olarak bilim adamlığını seçmiş ve sayıları dönem genelinde %5’i geçmeyen kimseleri yetiştirme olmayıp ülkeye değişik alanlarda ve geniş bazda çağdaş düzeyde meslek icra etmek üzere eleman yetiştirmektir. Üniversiteler, mezunlarının kendilerini meslekte geliştirmelerinden sorumlu tutulamazlar. Meslekteki son gelişmeleri yabancı dildeki yayınlardan izleyemeyenler için meslek odalarının bu amaca yönelik olarak düzenlediği Türkçe ‘meslekiçi eğitim programları’ vardır. Lisans mezunlarından mesleklerinde çağdaş düzeyde kalmak isteyenlerin yanı sıra yurtdışında çalışmak isteyenler veya Türkiye’de yabancı firmalarla ortak çalışma yapmak isteyenler de olacaktır. Onların da yabancı dili ya ilk ve ortaöğretimde öğrenmiş olmaları ya da lisans öğrenimlerinden sonra bir iki yıl harcayıp dili edinmeleri gerekir. Değerli iki Türkiye Bilimler Akademisi üyesi, Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal ve Sayın Prof. Doğan Kuban bu konuda kişisel görüşlerini belirtti. Ancak üyeleri ülkemizin en seçkin bilim adamları olan Türkiye Bilimler Akademisi’nin, kurum olarak, ülkemizin bilim politikası yönünden çok önemli olan bu konudaki görüş ve tavsiyeleri ülkemiz için yol gösterici olabilir. Yeni tüp bebek yönetmeliği ailelere zorluk getiriyor Beklenen Tüp Bebek Yönetmeliği nihayet 06.03.2010 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yönetmelik kişisel kanımca gerek tıp çevrelerinde gerekse de tüp bebek yaptırmayı planlayan çiftler arasında uzun süre tartışılacağa benziyor. Yönetmelik, tüp bebek sahasında çalışan “tüp bebek merkezlerini” yeniden düzenlemekte ve tüp bebek tedavilerini planlama açısından ciddi düzenlemeler getirmekte. Prof. Dr. Bülent Tıraş 1. Transfer edilecek embryo sayısı sınırlandırıldı: Kanımca, yönetmeliğin en radikal düzenlenmiş maddelerinden biri budur. Bir önceki yönetmelikte transfer edilecek embryo sayısı 3 ile sınırlanmış ancak “hasta yaşı ve embryo kalitesi göz önüne alınarak bu sayı arttırılabilir” hükmü konmuştu. Bu madde ile tüp bebek yaptıracak çiftler açısından daha esnek uygulamalar yapılabilmekte idi. Yeni çıkan yönetmelik bu konuda çok kesin hükümler getiriyor. 35 yaşından önce ilk 2 tüp bebek uygulamasında sadece 1 embryo transferi, 35 yaşından sonra ise yalnızca 2 embryo transferi yapılmasını öngörüyor. Bu uygulama ile “çoğul gebeliklerin önlenmesi” ve bakanlık yetkililerinin ifadelerine göre % 20’ye yaklaşan yenidoğan ölümlerinin önüne geçilmesi hedeflendi. Burada belirtilen yüksek yenidoğan ölümlerine kaynak olan veriyi biz bilmiyoruz. Tüp bebek ile elde edilen gebelikler ülkemizdeki gebeliklerin ancak % 1’ini oluşturuyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.200.000 doğum olduğu düşünülürse, yılda yaklaşık 12.000 tüp bebek gebeliği bu gebeliklerin ancak % 1’idir. Dolayısı ile tüp bebekte oluşması muhtemel çoğul gebeliklerin, erken doğumu önleme çalışmalarına katkısı çok sınırlı olacak. embryo; 3840 arasında olduğunda 34 embryo; 40 yaşından büyük olduğunda ise 5 embryo verilmesini önermekte. Görüldüğü üzere ülkemiz dışında ne ABD ne de Avrupa’da ilgili yönetmelikte belirtilen TRANSFER EDİLECEK EMBRYO SAYILARINDA KATI SINIRLAMA bulunmuyor. Burada çoğul gebelikler önlenmeye çalışılırken ÇİFTLERİN GEBELİK ORANLARI da korunmaya çalışılmakta. 2. Yumurta ve sperm bağışı katı bir şekilde yasaklanıyor: Bu madde, ülkemizde zaten yasal olmayan “yumurta ve sperm bağışı” yoluyla gebe kalmak isteyen hastaların yurtdışında bu tedavi uygulamalarına gitmelerini ya da doktorlar tarafından bu konuda bilgi edinmelerini yasaklamakta ve bu tedaviler yolu ile yurtdışında gebe kalmak isteyen çiftler ile yönlendiren hekimleri cezalandırmayı amaçlamaktadır. Cumhuriyet savcılıklarına yapılacak suç duyurusunun içeriği de “soy bağının korunmasına yönelik olarak” TCK’nin 231. maddesi olarak açıklandı. Yumurta ve sperm bağışı (donasyon) yolu ile gebe kalma, dünyanın birçok ülkesinde yasal olarak uygulanıyor. Kendilerinden hiçbir şekilde yumurta elde edilemeyen kadınlar ve sperm elde edilemeyecek erkeklerin çocuk sahibi olmalarını sağlamak için geliştirilmiş tıbbi tedavidir. ABD’de 51 eyaletin 37’sinde yasaldır. Avrupa’da İtalya hariç (Vatikan nedeniyle) hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde uygulanıyor. Komşularımızdan Yunanistan, Bulgaristan, Ukrayna, Rusya ve hatta İran’da (muta evliliği yoluyla yumurta bağışı) yasal olarak uygulanır. Dünya’daki örnekler: ABD’de “Amerika Üreme Tıbbı Derneği (ASRM)” 2008 yılında yumurta ve sperm bağışını düzenleyen komite kararını yayınladı. Bu yöntemin kimlerde uygulanması gerektiği, donörlerin (vericilerin) niteliklerini ve hangi testlerin yapılması gerektiğini belirtiyor (EK2) Avrupa’da “Avrupa İnsan Üremesi ve Embryoloji Derneği (ESHRE)” 2002 yılında sperm ve yumurta bağışı ile ilgili genel ve etik ilkeleri yayımladı. Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nun 31.03.2004 tarihinde 2004/23/EC sayılı kararı; 08.02.2006 tarih ve 2006/17/EC sayılı kararı ve 24.10.2006 tarih ve 2006/86/EC sayılı kararı ile yumurta bağışı ve sperm bağışının güvenli şekilde nasıl yapılması gerektiği karara bağlandı. İLK İKİ DENEME DEVLETTEN Buna karşın tüp bebek yaptıracak çiftlerde çiftlerin gebelik oranlarında ciddi bir azalma olacak. Tek embryo transferi bir çifte yaklaşık % 2025 civaında bir gebelik sağlayabilir. Oysa 2 embryo yaklaşık % 45; 3 embryo ise yaklaşık % 55 gebelik sağlayabiliyor. Ülkemizde Sosyal Güvenlik Kurumu tüp bebek uygulamalarını 2 kez ile sınırladı. Dolayısı ile çiftler ilk 2 uygulamada gebelik elde edemezse bundan sonraki denemelerde ilaç dahil tüm harcamaları kendi ceplerinden karşılamak zorunda kalacaklar. Oysa tüp bebek uygulamalarında “tek embryo” transferi uygulayan kuzey Avrupa ülkelerinde devlet çiftlere sınırsız tüp bebek uygulama hakkı vermekte. Oysa ki dünyadaki değişik ülkelerdeki duruma bakacak olursak: ABD’de “Amerikan Üreme Tıbbı Deneği” (ASRM) en son 2008’de yayınladığı makalede 35 yaşından küçük kadınlara 1 ya da 2 embryo verilmesini tavsiye ediyor. Kadın yaşı 3537 arasında olduğunda 23