24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR ÇİĞNEMEDEN YUTAN, BÜYÜYOR Yıllardan bu yana dinozorların nasıl bu kadar büyüdüklerini araştıran Bonn Üniversitesi bilim insanı Martin Sander, dev uzun boyunlu dinozorların hızlı yemek yediklerini buldu. Dinozorlar yiyeceklerini çiğnemeden yuttukları için bu kadar büyüyebilmişler. Genelde 35m uzunluğunda ve 100 ton ağırlığında olan etçil dinozorların gizi bir türlü çözülememişti. Hayvanlar dünyası için basit bir kural geçerli. Bir hayvan ne kadar büyükse, beslenmek için o kadar zaman ayırır. Mesela fil muazzam iştahını kapatabilmek için günde 18 saatini karnını doyurmak için geçirir. Son araştırma bu kuralın uzun boyunlu dinozorlar için geçerli olmadığını gösteriyor. Çünkü bu hayvanlar o kadar büyüktü ki kalori ihtiyaçlarını kapatabilmeleri için bir önceki en büyük kunduz barajı Amerika’nın Montana eyaletindeki Three Forks kentinin yakınında bulunmuştu. Kunduzlar su seviyesini yükseltmek için barajlar kuruyor. Bu şekilde beslenme kaynağı olan su bitkileri büyüyor. Baraj ayrıca yavrularını dünyaya getirdikleri yaşam alanını da koruyor. Bir kunduz bir gecede yarım metre kalınlığındaki bir ağacı kemirerek devirebiliyor. robotu aşar. Eyalet Üniversitesi’nde Hao Yan ile çalışan araştırmacılar bu soruna bir çözüm bularak, “beynini” çevresine kaydettiler. Robot dört bacaklı bir protein molekülünden oluşuyor. Bacaklardan biri kanca görevini görüyor, diğerleri hareketten sorumlu. Robotun nereye doğru hareket edeceğini içinde bulunduğu ortam söylüyor. Yani robot bir anlatma DNAOrigami’nin geliştirilmişi ve “hareket et”, “düz git”, “dön” ve “dur” gibi komutları anlıyor. New Yorklu nano bilimci Nadrian Seeman’ın robotuysa ilave DNA sarmalıyla “besleyince” hareket ediyor. Ama buna karşın başka marifeti var. Robot dört DNA bacağı dışında üç DNA koluna sahip ve bunlar yük alıyor, taşıyor ve istenilen yere bırakabiliyor. günün otuz saat olması gerekirdi diyor araştırmacı. Çiğnemek, besinlerin daha hızlı sindirilmesine yardımcı olur. Öğütülmüş besin küçülür, yüzeyi büyür. Bu şekilde sindirim enzimleri daha etkili olur. Anlaşıldığı üzere dinozorlar bitkileri kopardıktan sonra çiğnemeden yutuyordu. Öğütücü dişler olmadığı için bu sindirim süreci dev dinozorlarda bile birkaç gün sürmüş olmalı. Fakat mideleri o kadar büyüktü ki buna rağmen yirmi dört saate yeterli enerji üretebiliyorlardı. Bu nedenle dinozorların gelişmiş çiğneme kaslarına ihtiyaçları yoktu ve göreceli olarak küçük ve basit yapılı çenelere sahipti. İşte bu sayede de boyunları bu kadar uzayabilmişti. Tahminlere göre sauropodlar, her şeyden önce atkuyruğu otuyla besleniyordu. Atkuyruğu otu yüksek enerjili bir bitki. Ot çok fazla silikat içerdiği için tıpkı zımpara kâğıdı gibi etkimekte. Ancak çiğnenmediği sürece bu pek sorun olmuyor. Amerikalılar sauropod dişlerinin sık sık yenilendiğini, hatta bazı dişlerin aydan aya değiştiğini saptamışlardı (Biological Reviews). Bilim insanları daha sonra tükürükteki kortizol ve idrardaki oksitoksin seviyesini kontrol etmişler. Beyinde üretilen oksitoksin, sevgi hormonu olarak tanımlanır. Anne ve yenidoğan arasındaki güveni ve bağlılığı pekiştiren hormon, stresi de dengeler. Kemirgenlerle gerçekleştirilen deneyler örneğin oksitoksinin anne ve yavru arasındaki temas sırasında daha fazla salgılandığını göstermiştir. Telefonda anne sesini duymanın daha fazla oksitoksin salgısına neden olup olmadığını öğrenmek isteyen Leslie J. Seitzer ve Seth Pollar, kortizol ve oksitoksin seviyesini testten önce ve sonra çeşitli zaman dilimlerinde birçok kez ölçmüşler. Görevden sonra kortizol seviyesi tüm kızlarda yükselmiş, ancak hemen anneleriyle ilişkiye girenlerde hormon seviyesi daha çabuk düşmüş. İdrardaki oksitoksin hormonu stresli deneyimden sonra anneleriyle sarılan veya telefonda konuşan kızlarda yükselirken, diğerlerinde değişmemiş. Araştırmacılar, sarılarak veya kelimelerle rahatlama biçiminin daha çok dişiye özgü olduğunu düşünüyor. BİLİM KURGU FANTEZİSİ KISMEN GERÇEKLEŞTİ İki araştırma ekibi kol ve bacakları DNA’dan oluşan robot geliştirdi. Minyatür sokaklarda örümcek gibi yürüyen nano robotlar kimyasal yapıtaşları da taşıyabiliyor. 1966 yılına ait “The Fantastic Voyage” filminde bir denizaltı ve mürettebatı bir bakteri boyutunda küçültüldükten sonra bir Doğu Blok ülkesinden kaçan bir bilim insanının damarına enjekte edilmişti. Misyonun hedefi bilim adamının beynindeki kan pıhtısını yok etmekti. İnsanları bakteri kadar küçültmek herhalde gelecekte de sadece fantezi olarak kalacak, ama makineler için durum farklı. Nature dergisinde yayımlanan araştırmada uzuvları DNA’dan oluşan nanorobotlar tanıtılıyor. Kalıtım molekülüyle farklı şeylerin yapılabileceğini aslında Kaliforniya Üniversitesi biyobilişimcisi Leonard Adleman 1994 yılında göstermişti. Adleman, hesapların yalnızca silisyum molekülleri değil, DNA’yla da gerçekleştiğini kanıtlayarak “DNAComputings” araştırma alanını kurmuştu. 2006 ve 2007 yıllarında ise iki yeni atılım yapıldı bu konuda. Caltech araştırması Paul Rothemund, kalıtım molekülümüzü iki boyutlu ortamda biçimlendirerek “DNAOrigami” olarak adlandırdı. İki araştırma ekibi şimdi “DNAOrigami” ve “DNAWalker” tasarımlardan yola çıkarak nanorobotlar elde ettiler. Ancak ortada şöyle bir sorun vardı: Robotlar normalde bir bellek aracı yani elektronik beyin taşır. Örneğin “DNAWalker” gibi nano ölçekte bir robot üretildiğinde bellek aracının boyutu JÜPİTER’İN ÜZERİNDEKİ ÇİZGİLERDEN BİRİ KAYBOLDU Güneş sistemimizin en büyük gezegeni Jüpiter’in güney yarımküresindeki bir çizgi artık görünmüyor. Renkli bulut şeridinin niçin yok olduğunu astronomlar bilemiyorlar henüz. Dev gaz gezegenine ait eski görüntülerde biri kuzey diğeri güney yarım kürede olmak üzere iki koyu şerit vardır. Fakat 8 Mayıs’ta amatör bir astronom tarafından çekilen fotoğrafta güney yarımküredeki çizgi görünmüyor. NASA araştırmacıları bu kaybın bulut tabakalarının üst üste binmesiyle ilgili olabileceğini söylüyorlar ama aslında Jüpiter’in bu kadar kısa bir süre içinde niçin bu kadar değiştiği gerçekte bilinmemekte. Bu gelişme bununla birlikte bir ilk değil. Pioneer uzay sondası tarafından 1973 yılında alınan fotoğraflarda da Jüpiter’in güney yarımküresindeki bulut şeridi görünmüyor. 90’lı yıllarda da Jüpiter, iki yerine tek çizgiyle görüntülenmişti. Astronomların açıklamasına göre son kayıp diğer dikkat çekici olaylarla ilişkili. Aynı zaman diliminde diğer lekelerin ve şeritlerin de rengi değişmiş. DÜNYANIN EN BÜYÜK KUNDUZ BARAJI Aslında WoodBufallo Ulusal Parkı’ndaki buzun ne hızda eridiğini görmek isteyen çevrebilimci Jean Thie, uydu görüntülerinde bunun yerine dev bir kunduz barajı buldu. Kemirgenler tarafından kurulan dev yapı 850m uzunluğunda ve kuzeybatı Kanada’da. Thie’nın araştırmalarına göre barajın bu hale gelmesi için birkaç nesil kunduzun çalışmış olması gerekiyor. Barajın başlangıç tarihi yetmişli yılların başlarına uzanmakta. Kunduz barajı ulaşılması imkânsız olan bataklık bölgede bulunduğu için yakından incelenemiyor. Orman bekçileri barajı sadece helikopterlerle görüntüleyebiliyorlar. Bundan Nilgün Özbaşaran Dede ANNENİN SESİ BİLE RAHATLATIYOR Stresli bir deneyimden sonra anneyle telefonda konuşmak birçok insanı rahatlatıyor. Bilim insanları bunun arkasındaki biyolojik mekanizmayı açıkladı. Beden tıpkı sarılma anında olduğu gibi sevgi ve bağlılık hormonu oksitoksini üretiyor. WisconsinMadison Üniversitesi’ne bağlı Çocuk Duygusu Enstitüsü’nce gerçekleştirilen araştırma, sadece kızlar için geçerli. Yaşları 712 arasında değişen kızlar yabancı bir izleyici kitlesi önünde konuşma yapıp, matematik problemleri çözmüşler. Bu deneyimden sonra bazıları annelerine sarılmış, bazıları sadece telefonda konuşmuş, diğerleriyse film izlemiş. Araştırma FAZLA MESAİ KALBE ZARAR Altı bin kişiyle gerçekleştirilen uzun vadeli “Whitehall II” araştırmasına göre, günde üç ila dört saat fazla mesai yapanların kalp hastalıklarına yakalanma olasılıkları yüzde altmış daha yüksek. Finlandiyalı, Fransız ve İngiliz bilim insanlarının katılımıyla gerçekleştirilen ve İngiliz çalışanların incelenmesine dayanan araştırma Finlandiya İş Sağlığı Enstitüsü’nden Mika Kivimäki ve Marianna Virtanen tarafından yönetildi. Fazla mesai genelde rekabetçi ve gergin insanlar tarafından yapılıyor. Büroda fazla zaman geçirmek ayrıca depresyonu ve korkuyu doğurabildiği gibi, uykudan önce yetersiz dinlenmeye ve uykusuzluğa neden olabil CBT 1210/ 4 28 Mayıs 2010 mekte. Tüm bu faktörlerse kalp hastalıklarına zemin hazırlıyor. Ayrıca çok fazla mesai yapanlar, hasta oldukları zaman da işe geliyorlar. Fazla mesai ve kalp hastalıkları arasındaki ilişki, sigara içimi, aşırı kilo veya yüksek kan yağı değerleri gibi risk faktörleri dikkate alınmadan ortaya çıkmış. Virtanen ve diğer araştırmacılar, iş yaşamında daha fazla karar verme özgürlüğüne sahip insanların fazla mesaiye rağmen kalp hastalıkları riski taşımadığını tahmin ediyor. İncelenen altı bin kişiden 369’u kalp enfarktüsü geçirmiş, bu hastalık yüzünden yaşamını yitirmiş veya göğüs anjinine yakalanmış. Angina pectoris olarak isimlendirilen bu hastalıkta kalpteki kan dolaşımı kötüleştiği için göğüs ağrısı veya göğüs sıkışması meydana gelir. Günde 1112 saat çalışanların kalp hastalığına yakalanma olasılığı yüzde altmış daha fazla.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle